İnsanların çoğunluğu kadim ikiliklerle düşünmeye alışmış ve hatta kendi hayatını belirleyen bu ikilikleri kanıksamıştır.
İkiliklerin ekseninde dönen çözümlemeler yapma kolaycılığı sayesinde insan hayatını kendince biçimlendirebildiğini zannetmektedir.
Hâlbuki tüm korkularını ve nefretlerini, tüm umutlarını ve pişmanlıklarını, arada bırakıldığı ikilikler yönetmektedir.
Hayatının en konforlu sığınağı, en güzel savunma mekanizması ve sözde en masum avuntusu bu ikiliklerdir.
Hayatını her yandan ve her an örüp sınırlayan ve her şeyini belirleyen bu ikiliklerin nasıl icat edilip ona musallat edildiğinin farkında bile değildir.
Bütün ilişkilerindeki sınırlar bu belirleyici ikilikler tarafından çizilmekte ve ilişkilerin kesilmesine, bu keskin ikiliklerin yakıcı ve kurgusal ayrımları karar vermektedir.
Sanki hayatın kökeni ve hayatına değer katan tek unsur, ikiliklerin kesinliği ve kaçınılmaz kanunlarıdır.
Peki, insan, hayatındaki sözde zorunlu olan bu ikilikleri kaldıran şeyler yaratabilir mi? İkiliklere düşmeden düşünebilir mi?
İnsan, bu illetten nasıl kurtulabilir?
İkilikler, tarih boyunca birbirine eklemlenerek ve keskin çelişkilerle kör edici ayrımlar üreterek, insanı içeriden-zihninden bölmekte ve kendinde bir bütünlük oluşturmasına asla izin vermemektedir.
İnsan, hep dışarıda oluşturulan bir bütünün parçası ve o bütünle özdeşleşen bir aparat gibidir.
Düşünce ve duygularında kendi sınırlarını genişletme veya daraltma, biçim ve öz değiştirme hakları elinden alınmıştır.
Ancak hayatında gerçek bir fark yaratmasını engelleyen bu ikilikleri, devrimsel bir dönüşüm ve radikal bir değişimle aşabileceğini görmek ve anlamak zorundadır.
Böylece kendisiyle beraber her an ve her mekân kendi doğallığına, kendi rıza eksenine dönecektir.
Bu bir sapma değil, kendi hakikatinin açığa çıkmasıdır.
Bütün ikilikler, kahrolası bir düzene eklemlenerek değil, o düzene karşı farklar, özgünlükler, değişimler ve reddiyeler yaratarak aşındırılır ve aşılabilir.