whatsapp
Aydın Mutlu Dinçoğul
Köşe Yazarı
Aydın Mutlu Dinçoğul
-
 

Varoluşun özgürlüğü

Özgürlüğe açılan hakikat kapısının ilk adımı doğru düşünmektir. İnsan, ancak düşünebildiği sürece kendi varoluşunu kendine ve hayata kanıtlayabilir ve ancak bu yeteneği sayesinde, hayatına değer katarak, yaşadığını ve yaşattığını hissedebilir. Her insan bilinci kendince saydamlaşmak, berraklaşmak, kaygıdan ve kuşkudan uzak olmak ister. Bilinç, seçtiği tutum ve davranışlarla ve karşılaştığı sorunlara ve içinde bulunduğu şartlara karşılık aldığı tavırlarla berraklaşır. Bu anlamda bilinç, seçtiklerinden başka bir şey değildir ve bilinç, her eylemin sorumlusudur. Tabi ki belirlenen değil belirleyen olabildiği müddetçe... Bu ise işin en başında sağlam ve radikal bir özgürlük inancını gerektirir. Özgürlük, çeşitli olanaklar içinde istence bağlı bir seçim hakkı değildir, çünkü insan; eğer "Hiç" olmaktan çıkarak, insan olmak ve tüm yabancılaşmaları aşarak, insan gibi yaşamak istiyorsa, özgür olmamayı seçmesi olanak dışıdır. İnsan, sadece özgür iradeleşmeye ve özgür düşünmeye tutsak olabildiğinde, eylemlerinde de özgürleşebilir. Bu seçim, insanın kendi özünü inşa etmesi ve gizlenmeden saklanmadan ve maske takmadan kendisi olma hakkını savunmasıdır. Bu özerk ayrıcalık, insanın, eylemlerinin tek özgün yaratıcısı ve tek sorumlusu olması demektir. Artık o insan kullanılan bir nesne değil, varoluşla kurduğu özgür ilişkilerle kendini işleyip biçimlendirebilen rıza ekseninde gerçek bir öznedir. Kendine yabancılaşmış varoluş; içsel özgürlüğün, tarihsel koşullar içinde doğal ve çoğul anlamına yabancılaşması ve tekleşen anti-özgürlüğün, özgürlükmüş gibi algılanması ve toplumsal hayatın varoluşsal doğallığının kökten çarpıtılması demektir. Hiyerarşik güçler, özgürlük bilincinin, kalıtımsal olarak soydan gelen bağlarla veya çevresel koşulların belirleyici ilişkileri içinde şekillendiği tezini abartırlar. ‘İnsanın içine doğduğu toplumsal ve tarihsel koşullar, insanın özgürlük bilincini doğrudan belirler.’ Tezi, kalıplaşmış dogmatik bir tezdir. Esasında özgürlüğün, kendine has özgün farklılaşma ve farkındalıklar yaratma enerjisi olarak, vicdani adalet ve merhamet gibi, her insanın hayatında ve insanlar arası ilişkilerde hissedip var edebildiği, en doğal insani yönelim olduğu aşikârdır. İnsanlar arasındaki farklı ve özgün bilinç halleri çoğullaşarak, tarihsel süreç içinde bin bir yoldan, toplumun evrimleşmesine yol açar.  Her insanda ayrı bir özgünlükte açığa çıkan bu çoğul ve farklı yaratıcı bilinç hallerinin, toplumsal evrimde, kimi zaman dikey ve kimi zaman yatay bir zeminde bir duraklama, gerileme gibi karşı devrimlere alan açmasının yanında, yeni değişimler ve dönüşümlerle devrimsel olguları beslemesi de söz konusudur. Toplumsallaşmanın yapılış ve gelişim tarzı, toplumsal ilişkilerdeki özgürlük bağlarının gücüne ve yatay yayılımına bağımlı olarak şekillenir. İnsanlar arasındaki ilişkiler ne kadar özgür iradeye ve gönüllü rızaya göre şekillenirse, o toplum o kadar doğal bir tarzda sorumlulukları eşitleyebilen bir dayanışmayı ve adaletli bir paylaşım ağını, en faziletli ve erdemli bir tarzda örmüş demektir. Toplumun kendisini işlemesi ve biçimlendirip şekillendirmesi, asalaklığı ve aylaklığı dışlayan özgürlükçü sorumluluk bilincinin gelişimine bağlıdır. Bireyler ile toplum arasındaki doğal ilişkilerin adaletli inşası, rıza eksenli özgürlük bağlarının doğallaşmasına ve yaratıcı özgün farklılaşmaların toplumu zenginleştirdiği inancının kabulüne bağlıdır. Böylece her bireyin özgün farklı bilinci; toplum toprağını besleyen, toplumsal gereksinimlere daha zengin ve yaratıcı, daha üretken ve sürdürülebilir bir ortaklaşma ve dayanışma kültürüyle çözüm üretebilen ve insanlar arasındaki vicdani özgürleşmenin doğal adaletini açığa çıkaran bir dinamizm kazandırır. Bireyden topluma ve toplumdan bireye yani tikelden tümele ve tümelden tikele, insani ve ahlâki özgürlükçü geçiş bağlarının, zora dayanmadan, tümüyle rıza ekseninde işleyen bir süreç içinde doğallaştırılması, adaletin ve hakikatin, insani ilişkilerde tartışmasız en kutsal değer olarak doğallaştırılması anlamına gelir. Bu durumda toplumsal aklın, bireysel akıllarla zenginleşip ortaklaşarak, bireysel ve toplumsal özgürlüğü en doğal tarzda kaynaşarak açığa çıkarması ve toplum bilincini geliştirmesi söz konusu olur. Burada tekleşerek bütünselleşme yoktur burada farklılaşarak farkındalıkları arttırma ve özgünleşerek çoğullaşma ve yaratıcı bir zenginleşme vardır. Özgül pratiklerin ve özgün düşüncelerin birbiriyle her daim iletişime açık olması, adaletle ve bilgelikle sürdürülebilir bir özgürleşme ortamını besleyecektir. Bu toplumlar; kıtlıklara,  afetlere ve krizlere her zaman daha dayanıklı ve hazırlıklı olmayı hep birlikte planlayabilen akılcıl toplumlardır. Toplum olarak bir arada yaşama iradesinin şekillendirilmesi, dışarıdan ve yukarıdan zorla dayatılan bir süreç içinden hilekârca kurgulandığında, merkezi bir otoriterleşme gelişir. Burada birey erimekte, özümsenmekte ve insanların aynı doğrultuda, tek bir çizgide benzeşerek ve özdeşleştirilerek ardı ardına dizilmesi ve adeta yok olması sağlanmaktadır. Burada toplumu oluşturan bireylerin iç enerjileri, iktidar iradesinin güçlenmesine harcanmaktadır. Öte yandan insanların kendi iç dinamiklerinden, özgün ve özgür yaratıcılıklarından güç alarak, aşağıdan her yöne doğru, farklılıklarıyla öbek öbek gelişen, vicdani ve ahlâki ilişkilerin doğallaştırılması, özgürlükçü ve adaletli bir toplumsallaşmayı açığa çıkarmaktadır. Rıza ekseninde iç içe geçen böylesi bütünleşmeler, çok daha yüksek bir politik bilinç ve çok daha dürüst bir sosyal dayanışmayı gerektirir. Burada açığa çıkan toplumsal enerji, çok daha verimli bir paylaşımla ve en adaletli tarzda ortaklaşabilmektedir.
Ekleme Tarihi: 18 Eylül 2025 -Perşembe

Varoluşun özgürlüğü

Özgürlüğe açılan hakikat kapısının ilk adımı doğru düşünmektir. İnsan, ancak düşünebildiği sürece kendi varoluşunu kendine ve hayata kanıtlayabilir ve ancak bu yeteneği sayesinde, hayatına değer katarak, yaşadığını ve yaşattığını hissedebilir.

Her insan bilinci kendince saydamlaşmak, berraklaşmak, kaygıdan ve kuşkudan uzak olmak ister. Bilinç, seçtiği tutum ve davranışlarla ve karşılaştığı sorunlara ve içinde bulunduğu şartlara karşılık aldığı tavırlarla berraklaşır. Bu anlamda bilinç, seçtiklerinden başka bir şey değildir ve bilinç, her eylemin sorumlusudur.

Tabi ki belirlenen değil belirleyen olabildiği müddetçe...

Bu ise işin en başında sağlam ve radikal bir özgürlük inancını gerektirir.

Özgürlük, çeşitli olanaklar içinde istence bağlı bir seçim hakkı değildir, çünkü insan; eğer "Hiç" olmaktan çıkarak, insan olmak ve tüm yabancılaşmaları aşarak, insan gibi yaşamak istiyorsa, özgür olmamayı seçmesi olanak dışıdır.

İnsan, sadece özgür iradeleşmeye ve özgür düşünmeye tutsak olabildiğinde, eylemlerinde de özgürleşebilir. Bu seçim, insanın kendi özünü inşa etmesi ve gizlenmeden saklanmadan ve maske takmadan kendisi olma hakkını savunmasıdır.

Bu özerk ayrıcalık, insanın, eylemlerinin tek özgün yaratıcısı ve tek sorumlusu olması demektir.
Artık o insan kullanılan bir nesne değil, varoluşla kurduğu özgür ilişkilerle kendini işleyip biçimlendirebilen rıza ekseninde gerçek bir öznedir.

Kendine yabancılaşmış varoluş; içsel özgürlüğün, tarihsel koşullar içinde doğal ve çoğul anlamına yabancılaşması ve tekleşen anti-özgürlüğün, özgürlükmüş gibi algılanması ve toplumsal hayatın varoluşsal doğallığının kökten çarpıtılması demektir.

Hiyerarşik güçler, özgürlük bilincinin, kalıtımsal olarak soydan gelen bağlarla veya çevresel koşulların belirleyici ilişkileri içinde şekillendiği tezini abartırlar.

‘İnsanın içine doğduğu toplumsal ve tarihsel koşullar, insanın özgürlük bilincini doğrudan belirler.’ Tezi, kalıplaşmış dogmatik bir tezdir. Esasında özgürlüğün, kendine has özgün farklılaşma ve farkındalıklar yaratma enerjisi olarak, vicdani adalet ve merhamet gibi, her insanın hayatında ve insanlar arası ilişkilerde hissedip var edebildiği, en doğal insani yönelim olduğu aşikârdır.

İnsanlar arasındaki farklı ve özgün bilinç halleri çoğullaşarak, tarihsel süreç içinde bin bir yoldan, toplumun evrimleşmesine yol açar.  Her insanda ayrı bir özgünlükte açığa çıkan bu çoğul ve farklı yaratıcı bilinç hallerinin, toplumsal evrimde, kimi zaman dikey ve kimi zaman yatay bir zeminde bir duraklama, gerileme gibi karşı devrimlere alan açmasının yanında, yeni değişimler ve dönüşümlerle devrimsel olguları beslemesi de söz konusudur.

Toplumsallaşmanın yapılış ve gelişim tarzı, toplumsal ilişkilerdeki özgürlük bağlarının gücüne ve yatay yayılımına bağımlı olarak şekillenir. İnsanlar arasındaki ilişkiler ne kadar özgür iradeye ve gönüllü rızaya göre şekillenirse, o toplum o kadar doğal bir tarzda sorumlulukları eşitleyebilen bir dayanışmayı ve adaletli bir paylaşım ağını, en faziletli ve erdemli bir tarzda örmüş demektir.

Toplumun kendisini işlemesi ve biçimlendirip şekillendirmesi, asalaklığı ve aylaklığı dışlayan özgürlükçü sorumluluk bilincinin gelişimine bağlıdır.

Bireyler ile toplum arasındaki doğal ilişkilerin adaletli inşası, rıza eksenli özgürlük bağlarının doğallaşmasına ve yaratıcı özgün farklılaşmaların toplumu zenginleştirdiği inancının kabulüne bağlıdır. Böylece her bireyin özgün farklı bilinci; toplum toprağını besleyen, toplumsal gereksinimlere daha zengin ve yaratıcı, daha üretken ve sürdürülebilir bir ortaklaşma ve dayanışma kültürüyle çözüm üretebilen ve insanlar arasındaki vicdani özgürleşmenin doğal adaletini açığa çıkaran bir dinamizm kazandırır.

Bireyden topluma ve toplumdan bireye yani tikelden tümele ve tümelden tikele, insani ve ahlâki özgürlükçü geçiş bağlarının, zora dayanmadan, tümüyle rıza ekseninde işleyen bir süreç içinde doğallaştırılması, adaletin ve hakikatin, insani ilişkilerde tartışmasız en kutsal değer olarak doğallaştırılması anlamına gelir. Bu durumda toplumsal aklın, bireysel akıllarla zenginleşip ortaklaşarak, bireysel ve toplumsal özgürlüğü en doğal tarzda kaynaşarak açığa çıkarması ve toplum bilincini geliştirmesi söz konusu olur.

Burada tekleşerek bütünselleşme yoktur burada farklılaşarak farkındalıkları arttırma ve özgünleşerek çoğullaşma ve yaratıcı bir zenginleşme vardır. Özgül pratiklerin ve özgün düşüncelerin birbiriyle her daim iletişime açık olması, adaletle ve bilgelikle sürdürülebilir bir özgürleşme ortamını besleyecektir. Bu toplumlar; kıtlıklara,  afetlere ve krizlere her zaman daha dayanıklı ve hazırlıklı olmayı hep birlikte planlayabilen akılcıl toplumlardır.

Toplum olarak bir arada yaşama iradesinin şekillendirilmesi, dışarıdan ve yukarıdan zorla dayatılan bir süreç içinden hilekârca kurgulandığında, merkezi bir otoriterleşme gelişir. Burada birey erimekte, özümsenmekte ve insanların aynı doğrultuda, tek bir çizgide benzeşerek ve özdeşleştirilerek ardı ardına dizilmesi ve adeta yok olması sağlanmaktadır. Burada toplumu oluşturan bireylerin iç enerjileri, iktidar iradesinin güçlenmesine harcanmaktadır.

Öte yandan insanların kendi iç dinamiklerinden, özgün ve özgür yaratıcılıklarından güç alarak, aşağıdan her yöne doğru, farklılıklarıyla öbek öbek gelişen, vicdani ve ahlâki ilişkilerin doğallaştırılması, özgürlükçü ve adaletli bir toplumsallaşmayı açığa çıkarmaktadır. Rıza ekseninde iç içe geçen böylesi bütünleşmeler, çok daha yüksek bir politik bilinç ve çok daha dürüst bir sosyal dayanışmayı gerektirir. Burada açığa çıkan toplumsal enerji, çok daha verimli bir paylaşımla ve en adaletli tarzda ortaklaşabilmektedir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.