whatsapp
Aydın Mutlu Dinçoğul
Köşe Yazarı
Aydın Mutlu Dinçoğul
-
 

Otoriterleşmenin tarihi 1

Toplumsallaşmanın doğuşunda söz vardı ve söze sadakat kutsaldı. Otoritesiz ya da hiçbir söz ve karar merkezi olmayan toplumsal bir yapılaşma olabilir mi? Herkesin söz hakkının olduğu, çoğulcu ve katılımcı, ortak kamusal faydada ve sorumluluklarda ortaklaşarak oluşan karar mekanizmalarından, merkezi otoriter karar mekanizmalarına geçiş oldukça sancılı ve zorlu oldu. Toplumsallaşmanın başlangıcından itibaren, ortak rızaya ve kamusal faydaya bağımlı, çoğul hiyerarşi ekseninde ve manevi yönü ağır basan geçici otoriteler oluşmuştur. Bu ilk toplumlar, ortaklaşa üretimin gönüllü olduğu rıza toplumlarıdır. Bu toplumlarda her şeyin üzerinde temellendirildiği ve her şeyin tek bir merkeze indirgendiği kurumsal bir yapılaşma henüz oluşmamıştır. Konar-göçer ve avcı-toplayıcı bu topluluklar, ortak rızayla sınayarak belirledikleri töre ve gelenekleri doğrultusunda, diyardan diyara sınır tanımadan dolaşmaktadır. Bu toplulukların her birinin kendi hakikatleri, kendi doğruları vardır. Bu aşamada hakikat evrensel ve tekil değil, yerel ve çoğuldur. Bu aşamada bir insanın çıkarı, tüm toplumun çıkarıyla özdeşleşme ve ortaklaşma içindedir. Ben değil biz olmak önceliklidir. İlk topluluklar kendi içinde çoğalan, soyun melezleşmesini isteyenleri dışlayan, ortak soyu kutsayan ve dışarıya karşı soy birliğini koruyarak kenetlenen, dikey ve tekil otoritenin henüz merkezileştirilmediği ilk toplumlardır. İlk otorite, soyun saflığını ve katışıksızlığını, kanın kutsallığını ve soyun sürekliliğini korumakla sınırlıdır. Elbette kendini yabancı gördüğü ötekine göre tanımlayan bu toplumların bağrında otoriterleşme nüveleri vardı ve boylar arasındaki çatışmalarla otoritenin ivmesi yükselmekte ve meşruiyet kazanması giderek kolaylaşmaktaydı. Farklı dilleri konuşan, farklı inançları ve tanrıları olan, farklı soy ve boylardan topluluklar; üretim araçlarının ve zanaatin zamanla geliştirilmesiyle, birbirleriyle farklı gereksinimler doğrultusunda alış verişi ve iletişimleri arttırdılar ve dışarıya doğru açıldılar. Doğal olarak her tür bağlantılar ve etkileşimler, topluluklar arasında geçişlere ve akışlara yol açtı. Doğacak sorunların çözümünde daha güçlü ve güvenli bir otoritenin kendi gerekliliğini kabul ettirmesi de, işte bu nesnel gelişmelerin ardından daha da kolaylaştı. Ardından otoritenin kalıcılığının sorgulanamadığı; askeri, ruhani ve ekonomik tüm hayati yönlerin despotik bir zorla tek merkezde birleştirildiği ve piramitlerde simgelenen dikey hiyerarşinin tanrısallaştığı iktidarlaşma süreçleri başladı. Bu toplumlar, toplumsal üretimin zor ve hileyle yaptırıldığı, kadının aşağılandığı, her şeyin denetlenip kayıt altına alındığı ve katı bir otoriteyle köleliğin yasallaştırıldığı rızasız toplumlardı.
Ekleme Tarihi: 05 Kasım 2025 -Çarşamba

Otoriterleşmenin tarihi 1

Toplumsallaşmanın doğuşunda söz vardı ve söze sadakat kutsaldı. Otoritesiz ya da hiçbir söz ve karar merkezi olmayan toplumsal bir yapılaşma olabilir mi?

Herkesin söz hakkının olduğu, çoğulcu ve katılımcı, ortak kamusal faydada ve sorumluluklarda ortaklaşarak oluşan karar mekanizmalarından, merkezi otoriter karar mekanizmalarına geçiş oldukça sancılı ve zorlu oldu.

Toplumsallaşmanın başlangıcından itibaren, ortak rızaya ve kamusal faydaya bağımlı, çoğul hiyerarşi ekseninde ve manevi yönü ağır basan geçici otoriteler oluşmuştur. Bu ilk toplumlar, ortaklaşa üretimin gönüllü olduğu rıza toplumlarıdır. Bu toplumlarda her şeyin üzerinde temellendirildiği ve her şeyin tek bir merkeze indirgendiği kurumsal bir yapılaşma henüz oluşmamıştır.

Konar-göçer ve avcı-toplayıcı bu topluluklar, ortak rızayla sınayarak belirledikleri töre ve gelenekleri doğrultusunda, diyardan diyara sınır tanımadan dolaşmaktadır. Bu toplulukların her birinin kendi hakikatleri, kendi doğruları vardır. Bu aşamada hakikat evrensel ve tekil değil, yerel ve çoğuldur. Bu aşamada bir insanın çıkarı, tüm toplumun çıkarıyla özdeşleşme ve ortaklaşma içindedir. Ben değil biz olmak önceliklidir. İlk topluluklar kendi içinde çoğalan, soyun melezleşmesini isteyenleri dışlayan, ortak soyu kutsayan ve dışarıya karşı soy birliğini koruyarak kenetlenen, dikey ve tekil otoritenin henüz merkezileştirilmediği ilk toplumlardır. İlk otorite, soyun saflığını ve katışıksızlığını, kanın kutsallığını ve soyun sürekliliğini korumakla sınırlıdır.

Elbette kendini yabancı gördüğü ötekine göre tanımlayan bu toplumların bağrında otoriterleşme nüveleri vardı ve boylar arasındaki çatışmalarla otoritenin ivmesi yükselmekte ve meşruiyet kazanması giderek kolaylaşmaktaydı.

Farklı dilleri konuşan, farklı inançları ve tanrıları olan, farklı soy ve boylardan topluluklar; üretim araçlarının ve zanaatin zamanla geliştirilmesiyle, birbirleriyle farklı gereksinimler doğrultusunda alış verişi ve iletişimleri arttırdılar ve dışarıya doğru açıldılar. Doğal olarak her tür bağlantılar ve etkileşimler, topluluklar arasında geçişlere ve akışlara yol açtı.

Doğacak sorunların çözümünde daha güçlü ve güvenli bir otoritenin kendi gerekliliğini kabul ettirmesi de, işte bu nesnel gelişmelerin ardından daha da kolaylaştı. Ardından otoritenin kalıcılığının sorgulanamadığı; askeri, ruhani ve ekonomik tüm hayati yönlerin despotik bir zorla tek merkezde birleştirildiği ve piramitlerde simgelenen dikey hiyerarşinin tanrısallaştığı iktidarlaşma süreçleri başladı. Bu toplumlar, toplumsal üretimin zor ve hileyle yaptırıldığı, kadının aşağılandığı, her şeyin denetlenip kayıt altına alındığı ve katı bir otoriteyle köleliğin yasallaştırıldığı rızasız toplumlardı.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.