Biçim değiştirerek de olsa özünde köleliği ve kendine yabancılaşmayı sürdüren tüm bürokratik ve militarist iktidarlar, egemenliğin hukuka verilmesini ve bu hukukun da, şiddet kullanma hakkı üzerinde egemenlik kurmasını savunur ama savunulan bu hukuk aslında kimlerin egemenliğini pekiştirmektedir?
Bir toplumda hukuk, toplumsal dönüşümün rotasını belirler ve hukuk, kimin elinde bir şiddet ve otorite, bir silah ve yaptırım gücüne dönüştürüldüyse toplum o gücün belirlediği rotaya yönlendirilir. Tabi ki birilerinin belirlediği hukuk, diğer kesimler için hukuksuzluk anlamına gelecektir.
Yasalarla kurgulanan ve insanlığı köleleştiren her hukuk; şiddetin, tekil hiyerarşik iktidarın mutlak egemenliğini ezelden ebede sürdürebilmesini haklı kılmak için kullanılır ve şiddetin haklılığı da, sadece egemen hiyerarşinin hizmetinde ve onun güvencesinde yüceltilip işlevsel kılınır.
Adalet için şiddet uygulama tekeli sadece egemen gücün hakkıdır.
“ Şiddet ile adaletin skandal bir biçimde bir araya getirilebilmesi, hukukun en güçlü makam olarak birbirinin karşıtı olan bu iki şeyin çelişkili birlikteliğini yani ‘zıtların bağlaşımını’ başarma gücüdür.”
Hammurabi ve Solon yasalarından ve Hesiodos destanlarından bu yana egemenlerin hukuku, egemen hiyerarşinin kontrolü altında, şiddet ile adalet arasındaki bağlantıyı her daim özdeş kılmakla görevlendirilmiştir.
İşin korkunç yanı, barbarlığın esası ve temeli, bu sapkın ve hilekâr bağlantının kurnazca özdeşleştirilmesidir.
Bu çıplak hakikate karşılık, bu lânetli hukuk, hiyerarşinin barbarlığını meşrulaştıran ama gelin görün ki insanlığa en uygun tek hukuk olarak gösterilen ve sözde yüce uygarlıkların başlangıç mekanizması olarak kabul edilen hukuktur.
Böylece Antik çağ tanrılarının cenneti ve cehennemi, yeraltını ve yeryüzünü birbirinden ayırması gibi insanların da farklı dünyaları yani egemen olanlarla köle olanların dünyasını birbirlerinden ayırmaları gerektiği kabul ettirilmiştir.
Gelin görün ki, kutsalı ve kutsal olmayanı ayıran ve iktidar kurmanın yolunu açan bu "kutsal bilginin" ilk yasası, bilginin sadece uzlaşmaz bir karşıtlık temelinde ortaya çıkan bir güç olması gerektiğidir.
Bu ilk yasanın kabulü, egemen hiyerarşilere hizmet eden ve ilk kutsallaştırılan bilgidir.
Nihayetinde iyiliğin saflığını ve hakikatin masumiyetini koruyanlarla, nefret ve kin kusan şiddetin kötülüğünü yayanların da mutlaka birbirlerinden ayrılması gerektiği savunulmuş ve bu kahrolası ayrım ters yüz edilerek mutlaklaştırılmış ve meşrulaştırılmıştır.

