Gramsci’nin hegemonik devlet kavramının ardından, 1960’lı yılarda marksist devlet teorisine yenilikler getiren Louis Althusser ve Nicos Poulantzas ve ardılları, devletin sadece egemen gücün baskı aracı olarak görülmesini aşarak, devleti hayatın her alanına yayılmış bir organlar/kurumlar bileşkesi ve bu organlar arasındaki ilişkiyi belirleyen otoriter bir güç olarak tanımlamışlardır.
Ancak bu güç klasik katı faşizm koşulları hariç yekpare değildir. Egemen güçlerin farklı sürümleri ve kolları, sözde demokrasinin kirli çarklarını döndüren bu kurumlarda hâkim olma savaşı verirler. Devrimci muhalefet ve direniş, egemenler arasındaki bu yarış ve çatışmalar esnasında, sistemde gedikler açabilecek fırsatlar yakalayabilir ve bazı kurumlarda etkin bir güç oluşturabilir
Ancak bu taktik uygulanabilir olsa da, devrim stratejisi haline getirilemez..
Tekil hiyerarşik devletin, baskıcı ve vazgeçilemez zannı uyandıran bir mekanizma olmakla kalmadığı aşikârdır. Bu devlet aynı zamanda günlük yaşamdan başlayarak, zamanı planlama ve programlama etkinlikleriyle hayatın tümüne doğrudan veya dolaylı olarak müdahale edebilen bir yapısallaşmadır.
Devlet, toplumun üstünde olduğu kadar yarattığı araçlarla yani eğitim ve inanç kurumları, sağlık, ulaşım, medya, enerji ve iletişim ağlarıyla toplumun içinde, toplumsal hayatın bütün kılcal damarlarında, aşağıda, tabanda ve her yerdedir.
Bu anlamda devlet sadece bir üst yapı kurumsallaşması değildir, aynı zamanda devlet, üretici güçlerin gelişiminde etkin bir irade olarak, ticaret ve imar kanunlarında değişikler yaparak, kamulaştırmalar ve özelleştirmelerde yandaşlarına verdiği payları belirleyerek, ekonomik alt yapıya müdahale eder ve artı-değer sömürüsünü bizzat gerçekleştirir.
Kapitalizmde sadece tekeller sermaye ihracı yapmaz.
Devlet kapitalizminde tarımsal sektörden, emekçilerden, esnaf ve zanaatkârlardan, devlet sanayisine sermaye ihracı yapılır ve büyük devlet ihaleleri ve uzun vadeli ucuz faizli krediler yoluyla egemen sınıflar beslenir. Bu durum, devletin ekonomik alt yapıya aktif müdahalesi ve ekonomiyi yönlendirmesidir.
Bugün kapitalizme geçmiş olan eski sosyalist ülkelerin de, devlet kontrolünde yukarıdan aşağıya ekonomik alt yapıya müdahale ettikleri, kamu mülkiyetini özel mülkiyete dönüştürdükleri ve parti bürokrasisinin belirlediği yeni kanunlarla kapitalizmi inşa ettikleri ve böylece bizzat devlet partisinin burjuvalaştırıldığı aşikâr bir gerçektir.
Bu karşı-devrimci geri dönüşün esas nedeni, sosyalizmin burjuva devletin yıkılmasıyla başlayacağı ve devletsiz bir sosyalizm aşamasından sonra sınıfsız bolluk toplumuna ulaşılacağı tarzında formüle edilen marksist devlet teorisidir.
Emperyalistler arası bir savaşın beklenmediği ve herhangi bir emperyalist ülkede devrim koşullarının olgunlaştırılamadığı bugünkü koşullarda, sosyalizmin devletsiz sürdürülemeyeceği ve devleti olmayan sosyalizmin emperyalist kuşatma altında ayakta kalamayacağı aşikârdır.
Burada önemli olan bu devletin veya devrimci cumhuriyetin nasıl bir demokratikleşme süreciyle kurumsallaşacağı, tüm farklılıkları ve yaratıcı dinamikleri özgürleştirerek, bu kurumları halkla beraber nasıl işletebileceği konusunda, mantıklı ve nesnel çözümler ve alternatifler üretebilmektir.

