Bazen bir çocuğun okula gidebilme umudu, bazen bir kadının şiddetten uzak bir hayat isteği, bazen de bir işçinin insanca çalışma talebi. Hepimizin ortak paydası olan bu kavram, aslında dünyanın en sade ama en çok ihmal edilen gerçeği.
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde bir insanın onuru ayaklar altına alındığında, yalnızca bir birey değil, insanlığın tamamı yara alıyor. Çünkü insan hakları; ülkeye, dile, inanca, kimliğe göre değişmeyen, doğuştan sahip olduğumuz evrensel değerlerdir. Ancak bu değerler koruma altına alınmadığında, güçlüyle güçsüz arasındaki mesafe büyüyor; adalet, vicdan ve eşitlik kayboluyor.
İnsan haklarının en büyük savunucusu aslında devletlerin yasaları değil; toplumun bilinç seviyesidir. Haklarını bilen ve sahip çıkan bireyler, demokratik kültürün temelini oluşturur. Ne zaman ki insanlar özgürce düşüncelerini söyleyebilir, eşit muamele görebilir, adil yargılanabilir ve yaşam hakkının dokunulmazlığı güvence altına alınır; işte o zaman bir ülkenin gerçek anlamda geliştiğini söyleyebiliriz.
Bugün hâlâ dünyanın pek çok yerinde insanlar özgürlükleri için mücadele verirken, bize düşen en büyük görev, kendi coğrafyamızda insan hakları bilincini büyütmektir. Unutmamak gerekir ki haklar bir lütuf değil, doğuştan gelen, vazgeçilmez ve devredilmez değerlerdir.
Bir toplumun vicdanı; en savunmasızına nasıl davrandığıyla ölçülür. İnsan haklarını korumak, yalnızca hukuki bir zorunluluk değil, insani bir duruştur.

