Her insanın çocukluk hikâyesi vardır. Amma tatlı, amma acılarla dolu! İster çocuk ol, ister büyük insan ana, baba ve kardeşlerinin varlığıyla mutludur. Ben savaş bilmediğimiz çocukluğumdan bahsedeceğim.
Ben 1957 Gökhüyük köyü doğumluyum. Yeminle söylüyorum: dünya milenyuma girdi, biz insanlığımızdan çıktık. 68 yıllık ömrümde her şey değişti. Müzik mi o da değişti. Çocukluğumda köyün yetişmiş gençleri ve büyükleri mahrumiyetten Almanya’ya gitmişti. Almancıların getirdikleri teyip ve pikaplı radyolardan sanatçı Yüksel Özkasap’ın gurbet türkülerini dinlerdik. Elektrik olmadığı için pili biter diye fazla çalmazlardı. O müzik sevgileri hep içimizde kalmıştı. Diğer sanatçıların türkilerini de susar dinlerdik. Müzikler bir şey anlatırdı, biz hissederdik. Şimdi? Şimdi birileri mırıldanıyor ne anlattığı belli değil. Ruh yok. Anlam yok. Samimiyet zaten göç etti bu diyarlardan. Filmler bile değişti. Bir zamanlar Yılmaz Güney’in, Tamer Yiğit’in, Cüneyt Arkın, Sadri Alışık gibi artislerin filmlerine sinemaya gider bakardık. Onların tüm hallerine kahkahalarla bakardık. Gece sabaha kadar da birbirimize anlatırdık. Sinemadaki filmlere o mimikler, o bakışlarımızla filmler içimizi okşardı sanki. Şimdi her şey gösterişli ama içi bomboş. Bir yalnızlığa savrulmuş gibi halimiz var. Kendi oyunlarımızı oynardık. Saklambaçla kararan akşamın olduğunu bile unutuveriydik. O çocuklu arkadaşlarımızla güzeldi her şey. Şimdi o da değişti. Sokakta neredeyse çocuk görünmüyor. Görünenlerde yüzleri gülmüyor. Sevinecek insan kalmadı. Selam vermek bile siyasi bir mesele oldu. Biz bir oyuncağa aylarca ulaşamazdık. Çok pahalıydı. Oyuncakları kendimiz yapardık. Bir hefesle oynardık. Çünkü o oyuncakların içinde alın teri vardı. Bekleyiş vardı. Hayal vardı. Şimdi? Her yer oyuncakçı. Her şey var. Ama çocukların gözleri parlamıyor. Çünkü ellerindeki o cep telefonu daha cazip gösterildi. Hazır oyuncaklarda emek yok, hikâye yok. Sadece yapay bir mutluluk, sahte bir gülümseme. Bizim zamanımızda sevgi vardı. Komşunun çocuğuna da sahip çıkılırdı. Birbirimizin ellerinden tutardık. Bu yeterdi insan olmaya. Şimdi herkes ekranlara gömülmüş. Gerçek ilişkiler karşılık bulamıyor. Ve en acısı da şu belki: Eskiden her şey eksikti ama içtendi. Şimdi her şey varmış gibi. Ama hiçbir şey yok aslında. Ruh yok. Anlam yok. Ve en acısı: İnsan yok. Dünyadaki savaş ve kavga ortamında nasıl mutlu olsun ki? Çocukluğumuz içimizde kaldı. Dijital ortamda çocukluğumuzu anlatacak çocuk da bulamayız. Dijital ortamda kafasını kaldırıp dinlemez!