whatsapp
Havva Dilek
Köşe Yazarı
Havva Dilek
 

Zaman ruhu “Sonbahar”

Buraya bir parça şiir bıraktım, okursunuz sonra. İncinmiş biraz, biraz daha kesmiş saçlarını yaz başında. “Saçı uzun aklı kısa" diyemesinler diye.  Biraz yokluğunun ağrısı, biraz eskitilmiş ligiyle günün aceleyle yazılmış bir kaç satır. Okuyasın işte. Zaman göçmen bir kuş, an ise yorgun bir savaşçı bu sonbahar da yine. Geceden payıma düşen enikonu bir fotoğraf, bakmak yüze gecelerce, saatlerce. Lerce sözcüğü "uzatmalı yârim" gibi düşer boşluğa, sözlüğü desen kayıp. Deniz korsanları da uzatmalı bir gece de inerlermiş kıyılara gizlice. Gizlice eski krallıktı, yeni kent içi tezgâhlarında alıcısı bulunur hala bolca. Neyse. Şiir, okunası falan değil aslında, yazılası hiç değil. Yaşanası bir düzlem için bir mısra seç içinden kendin için, benim için. Bizim için. İçinde "en" kelimesi fazla geçmesin aman deyim. Burasında hep söylediğim gibi, “kendine dikkat et”, diyeceğim. Kendimiz kendimizle savaştayız, bunu yazıya düşen her satır bilir. Kazanılacağını da. Sonra bir sabah vakti bağlarlar elini kolunu gene, baskın basanın olur gün, ağarmaz sabahlar, aymaz yüzümüz bir türlü. Sokakta taş sektiren çocuklara ne derim o vakit, çadır kentin isimsiz çocuklarının kışları geçer parmaklıkların önünden. Ellerimi boşlukta nasıl bulurum sonra? Gülümseyen yüzlerde ki çizgiler kalbini deler ardından, çift yastığa başını koymak boğulmamak adına karanlığa ve düşe kalmasın diyedir kırmızı. Ve yanarken mum, kayar damarlarından hayat. Böyle zamanlar da saate bakmak diş ağrısı olur bildiğin. Ben baktım hem de kaç kez ve takvime uzun uzun... Avucumda sıcacık gizlediğim sonbahara sarıldım üşüdüğümde, ellerine susamışlığıyla zamanın. Zaman demese miydim ne?  Şair acele eder sonra, dellenir durur vakitsiz mevsime. İnsan kırkını geçince, hele bir de sonbaharsa noktayı, virgülü ne diye sorarlar hiç anlamam. Bir acayip döner başın, tuhaf bir telaşla çıkmaya başlarsın merdiven basamaklarını, şiir bu ya. Sırf bu yüzden bile, sen "merdivensiz bırakma beni". Ah şu sonbahar... Hani şu sonbahara, "hüzün" yakıştırması yok mu şairlerin, mümkünü yok değiştiremezsin yazgıyı. Sanırsın mutlak mülkiyet, iktidarla at başı nerdeyse. Uzatmayayım. Şair uzun uzun yazardı ya eskiden. Eskiden kelimesi, can kırıklarını anlatmamalı şimdi. Can ağrısını geceye sığdıramam. Kelimeler de kekemelik, serde hasretlik var çünkü. Üstünü çizdiğim cümleleri geçen sonbahar kelli felli bir bulutla takas ettim. Sırf mavi diye dosta düşmana inat. Bir mektup gibi düşün bu şiiri, "hasret sızan çatlaklarından." İlk cümlesi senin için olmasa da, çok cümlesi sana ait, senin için hayatın kalbinden.  Okuyasın işte.
Ekleme Tarihi: 26 Ekim 2018 - Cuma

Zaman ruhu “Sonbahar”

Buraya bir parça şiir bıraktım, okursunuz sonra.
İncinmiş biraz, biraz daha kesmiş saçlarını yaz başında. “Saçı uzun aklı kısa" diyemesinler diye. 
Biraz yokluğunun ağrısı, biraz eskitilmiş ligiyle günün aceleyle yazılmış bir kaç satır.
Okuyasın işte.

Zaman göçmen bir kuş, an ise yorgun bir savaşçı bu sonbahar da yine.
Geceden payıma düşen enikonu bir fotoğraf, bakmak yüze gecelerce, saatlerce.
Lerce sözcüğü "uzatmalı yârim" gibi düşer boşluğa, sözlüğü desen kayıp.
Deniz korsanları da uzatmalı bir gece de inerlermiş kıyılara gizlice.
Gizlice eski krallıktı, yeni kent içi tezgâhlarında alıcısı bulunur hala bolca.
Neyse.

Şiir, okunası falan değil aslında, yazılası hiç değil. Yaşanası bir düzlem için bir mısra seç içinden kendin için, benim için. Bizim için.
İçinde "en" kelimesi fazla geçmesin aman deyim.
Burasında hep söylediğim gibi, “kendine dikkat et”, diyeceğim.
Kendimiz kendimizle savaştayız, bunu yazıya düşen her satır bilir. Kazanılacağını da.
Sonra bir sabah vakti bağlarlar elini kolunu gene, baskın basanın olur gün, ağarmaz sabahlar, aymaz yüzümüz bir türlü.
Sokakta taş sektiren çocuklara ne derim o vakit, çadır kentin isimsiz çocuklarının kışları geçer parmaklıkların önünden.

Ellerimi boşlukta nasıl bulurum sonra?
Gülümseyen yüzlerde ki çizgiler kalbini deler ardından, çift yastığa başını koymak boğulmamak adına karanlığa ve düşe kalmasın diyedir kırmızı.
Ve yanarken mum, kayar damarlarından hayat.
Böyle zamanlar da saate bakmak diş ağrısı olur bildiğin.
Ben baktım hem de kaç kez ve takvime uzun uzun...
Avucumda sıcacık gizlediğim sonbahara sarıldım üşüdüğümde, ellerine susamışlığıyla zamanın.
Zaman demese miydim ne? 
Şair acele eder sonra, dellenir durur vakitsiz mevsime. İnsan kırkını geçince, hele bir de sonbaharsa noktayı, virgülü ne diye sorarlar hiç anlamam.

Bir acayip döner başın, tuhaf bir telaşla çıkmaya başlarsın merdiven basamaklarını, şiir bu ya. Sırf bu yüzden bile, sen "merdivensiz bırakma beni".
Ah şu sonbahar...
Hani şu sonbahara, "hüzün" yakıştırması yok mu şairlerin, mümkünü yok değiştiremezsin yazgıyı. Sanırsın mutlak mülkiyet, iktidarla at başı nerdeyse.
Uzatmayayım.
Şair uzun uzun yazardı ya eskiden.
Eskiden kelimesi, can kırıklarını anlatmamalı şimdi. Can ağrısını geceye sığdıramam. Kelimeler de kekemelik, serde hasretlik var çünkü.
Üstünü çizdiğim cümleleri geçen sonbahar kelli felli bir bulutla takas ettim. Sırf mavi diye dosta düşmana inat.

Bir mektup gibi düşün bu şiiri, "hasret sızan çatlaklarından."
İlk cümlesi senin için olmasa da, çok cümlesi sana ait, senin için
hayatın kalbinden. 
Okuyasın işte.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.