whatsapp
Havva Dilek
Köşe Yazarı
Havva Dilek
 

Sonra…

Sonrası yok..! Gölgesinde soluklandığımız acıları söylemesini pek beceremem aslında, büyür içimde büyütür kendini. Ara sıra bir kaç satır düşer beyazın üstüne, bir kaç satır iki yaprak arasına. Sesi kısık bir sızı büker dudağımı suratıma bakmaksızın o vakit. Sonra kanatarak geçer yol boylarını ama geçer illa ki bilirim ve açar sayacını zamanın... Her basamakta dönüp gölgemize basarak yürümenin cesareti idi belki adımlarımız... Bıraktık sonra gölgelerimizi saatine, kırarak bileklerimizi. Ah zaman! Hani fısıltısı rüzgarın ve etekleri çınar ağaçlarının? Hani maviye boyadığımız gözleri taş duvarların? Kalanların göz pınarları ve ayak izleri  nakışlı  bir kilim midir  üstümüzde şimdi ? Uzak imbatlar bölerken uykularını denizin, Ölmek mi gerek temmuz ateşleri için? Yine de severim göz kapaklarını ve adımlarını saymasını gecenin... Sonra… Sonra ütülü ceketinin düğmelerini açar yeni gün, sabahını uyandırır penceremde saçlarını dağıtarak gecenin. Ve "Nazım bütün sevgililerine aşıktır" bilir ve bilir baharla birlikte dökülmeye başlar bütün telaşlar.  Umurunda değildir bahanelerin umursuzluğu ve kara kedilerin uğursuzluğu, Başını önüne eğmiş kara kediler geçip giderken önünden... Başı ki yarı efendi sayar kendini, Yeni Emek’ten haylazlığıyla kaybolan çocuğun ellerini tutar her sabah Yeni günde. Riyakârlığın yıkmaya çalıştığı rüyaları hep yeni baştan kurabilmek değil midir beraber olmak, olabilmek? Uzaklıklar, demir parmaklıklar, her türlü engel zihinleri birbirinden uzaklaştıramıyor, hapsedemiyor ve ayıramıyor bir türlü. Biz ki doğada ki her bir canlının ölümüne üzülenlerden değil miydik? Karıncayı öldürmek günah sayılır, su içen yılana dahi dokunulmazdı ya hani. Böyle bilirdik, böyle belletilmişti ya bize. Ankara’nın göbeğinde iki insan bedenini ölüme yatırdı “işimizi geri istiyoruz “ diye, gözlerimizin önünde. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Gördük, görmezden geldik. Sonra yaka paça cezaevine gönderildi. Duyduk, duymazdan geldik. İnsan bir gün kalbini yitirmiş ama ne yitirdiğinin farkında değilmiş, aramak aklına bile gelmemiş.  Ve bir gün başını yitirmiş, ertesi gün hemen aramaya başlamış. Ararken kalbini bulmuş ama yine de başını aramaya devam etmiş. Kalbini göremediği için başını da hiç bir zaman bulamamış. Belki de sırf bu nedenle bile küfretmeliyiz önce kendimize, sonra ötekileştirenlere… Ve halen taleplerinde ısrarcılar… Ve kalpleri durmak üzere. Sonra… Sonbahar kalır, en son sayfaya kalın harflerle altı kalın kalın çizilerek. İncinmekten korkuyorsa eğer avucunda unuttuğun zarın yüzü, çevirme başını ve okuma sokakların satır başlarını. Sonra… Sonrası yok. Çünkü onlar ölüyorlar…
Ekleme Tarihi: 15 Haziran 2017 - Perşembe

Sonra…

Sonrası yok..!

Gölgesinde soluklandığımız acıları söylemesini pek beceremem aslında, büyür içimde büyütür kendini.
Ara sıra bir kaç satır düşer beyazın üstüne, bir kaç satır iki yaprak arasına.
Sesi kısık bir sızı büker dudağımı suratıma bakmaksızın o vakit.
Sonra kanatarak geçer yol boylarını ama geçer illa ki bilirim
ve açar sayacını zamanın...
Her basamakta dönüp gölgemize basarak yürümenin cesareti idi belki adımlarımız...
Bıraktık sonra gölgelerimizi saatine, kırarak bileklerimizi.
Ah zaman!
Hani fısıltısı rüzgarın ve etekleri çınar ağaçlarının?
Hani maviye boyadığımız gözleri taş duvarların?
Kalanların göz pınarları ve ayak izleri  nakışlı  bir kilim midir  üstümüzde şimdi ?

Uzak imbatlar bölerken uykularını denizin,
Ölmek mi gerek temmuz ateşleri için?

Yine de severim göz kapaklarını ve adımlarını saymasını gecenin...

Sonra…

Sonra ütülü ceketinin düğmelerini açar yeni gün, sabahını uyandırır penceremde saçlarını dağıtarak gecenin.
Ve "Nazım bütün sevgililerine aşıktır" bilir ve bilir baharla birlikte dökülmeye başlar bütün telaşlar. 
Umurunda değildir bahanelerin umursuzluğu ve kara kedilerin uğursuzluğu,

Başını önüne eğmiş kara kediler geçip giderken önünden...
Başı ki yarı efendi sayar kendini,

Yeni Emek’ten haylazlığıyla kaybolan çocuğun ellerini tutar her sabah Yeni günde.

Riyakârlığın yıkmaya çalıştığı rüyaları hep yeni baştan kurabilmek değil midir beraber olmak, olabilmek?

Uzaklıklar, demir parmaklıklar, her türlü engel zihinleri birbirinden uzaklaştıramıyor, hapsedemiyor ve ayıramıyor bir türlü.

Biz ki doğada ki her bir canlının ölümüne üzülenlerden değil miydik? Karıncayı öldürmek günah sayılır, su içen yılana dahi dokunulmazdı ya hani. Böyle bilirdik, böyle belletilmişti ya bize.

Ankara’nın göbeğinde iki insan bedenini ölüme yatırdı “işimizi geri istiyoruz “ diye, gözlerimizin önünde.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça

Gördük, görmezden geldik. Sonra yaka paça cezaevine gönderildi. Duyduk, duymazdan geldik.

İnsan bir gün kalbini yitirmiş ama ne yitirdiğinin farkında değilmiş, aramak aklına bile gelmemiş. 
Ve bir gün başını yitirmiş, ertesi gün hemen aramaya başlamış. Ararken kalbini bulmuş ama yine de başını aramaya devam etmiş.
Kalbini göremediği için başını da hiç bir zaman bulamamış.
Belki de sırf bu nedenle bile küfretmeliyiz önce kendimize, sonra ötekileştirenlere…

Ve halen taleplerinde ısrarcılar…

Ve kalpleri durmak üzere.

Sonra…

Sonbahar kalır, en son sayfaya kalın harflerle altı kalın kalın çizilerek.

İncinmekten korkuyorsa eğer avucunda unuttuğun zarın yüzü, çevirme başını ve okuma sokakların satır başlarını.
Sonra…

Sonrası yok.

Çünkü onlar ölüyorlar…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.