whatsapp
Havva Dilek
Köşe Yazarı
Havva Dilek
 

Sen toprağı tut!

Unutulur birazdan bir gün, unutulur sararan yapraklarıyla bir sonbahar. Son yaz silerken yazgısını, buğulanır gözleriniz, buğulanır pencereler. Susar sonra gözleri denizin, siyah beyaz fotoğraflar taşırken kanatlarında Akdeniz’in kuşları... Bazen diyorum ki bir kuş olsaydım, olamazdım ben de biliyorum. Eğer olsaydım işte, kanatlarıma kimseyi dokundurtmazdım.  Uçar giderdim denizin kalbine... Kalbine Süleyman. Yorgunuz! Direnmenin verdiği yılgınlığın, miadını dolduran bir çağın uzatmalarının yorgunluğu bu. Bedenlerimizin değil. Yapraklar diyorum Süleyman, ne kadar dayanabilir bir rüzgâra? Ayakları çıplak gelen bir kışın önünde, aklımız çırılçıplak olana dek bekleriz biz. Bekleriz ki dinsin yaralarımızın ağrısı. Sonbahar falan hikâye biliyor musun Süleyman. Gece yarısı ansızın rem uykusundan uyanıp, yüzüne bakarken buluyorum ya kendimi, ışığı açsam kaçıp gideceksin gibime geliyor.. Gitme! Bak işte yenildi yine sonbahar, avucunda yazdan kalma papatya ölüsüyle.  Asterea’nın gözyaşlarının ölümüne methiyeler dizecek şimdi bütün kentler. Kentliler... Şairler nerde Süleyman? Çift bozan şiirleriyle düşmemişler miydi yoksa bizden evvel bu yollara? Söylesene, elleri kirlenmemiş bir şair şiirin intiharı değil midir biraz? Kan sıçramış bütün şiirlere Süleyman. Nerden geldin sen kalbimin aklına? Bir Süleyman'ı olmayanlara üzülmüyorum desem yalan olur senden sonra. İnsanlar kime yazarlar mektuplarını, kiminle konuşurlar gece yarılarına dek? Hep merak etmişimdir, kiminle sarhoş olurlar sabah ayazında ve kimi öperler fotoğraflarından yatmadan önce? Söylesene, öperler mi gerçekten? Sandal ağırlığındaydı gün, taş sessizliğiyle geçip gidiyor ömrümüzden... Bir başkasına taş atar gibi kendine taş atamazsın, insan kendini ıskalamak istese de ıskalayamaz Süleyman. Bu dördüncü kışımız olacak, hatırla! Hiç bir ağaç... Hiç bir... Hiç. Rüzgâra boyun eğmedi kıyılarımızda. Yağmur benim çocuğumdur Süleyman,  gökyüzümün ağrısı... Sen, kalbimin. İnsanlar su için birbirlerini öldürüp sınırlar çizerken, suyun sesine yürüyen ağaçların köklerine sınırlar çizmeyi başaramazlar Süleyman. O ağaçlar ki çook uzaklarda akan suyun sesini bile duyabiliyorlarmış, inanılır şey mi bu? Suyun, içtiği suyun yüzüne tükürenlerden intikam alış şeklidir belki de bu, kim bilir. Ağaçlar kazanacak sonunda, biliyorum. Ne kadar uzaksak o kadar yakınız birbirimize Süleyman. Unutulur birazdan bir gece, unutulur solan ışıklarıyla hayatlar. Sen toprağı tut Süleyman, toprağın kalbini. Kalbimi.
Ekleme Tarihi: 01 Aralık 2018 - Cumartesi

Sen toprağı tut!

Unutulur birazdan bir gün,
unutulur sararan yapraklarıyla bir sonbahar.

Son yaz silerken yazgısını,
buğulanır gözleriniz, buğulanır pencereler.
Susar sonra gözleri denizin,
siyah beyaz fotoğraflar taşırken kanatlarında Akdeniz’in kuşları...

Bazen diyorum ki bir kuş olsaydım, olamazdım ben de biliyorum. Eğer olsaydım işte, kanatlarıma kimseyi dokundurtmazdım. 
Uçar giderdim denizin kalbine...
Kalbine Süleyman.

Yorgunuz!
Direnmenin verdiği yılgınlığın, miadını dolduran bir çağın uzatmalarının yorgunluğu bu.
Bedenlerimizin değil.

Yapraklar diyorum Süleyman, ne kadar dayanabilir bir rüzgâra?
Ayakları çıplak gelen bir kışın önünde,
aklımız çırılçıplak olana dek bekleriz biz.
Bekleriz ki dinsin yaralarımızın ağrısı.

Sonbahar falan hikâye biliyor musun Süleyman.
Gece yarısı ansızın rem uykusundan uyanıp, yüzüne bakarken buluyorum ya kendimi, ışığı açsam kaçıp gideceksin gibime geliyor..
Gitme!

Bak işte yenildi yine sonbahar, avucunda yazdan kalma papatya ölüsüyle. 
Asterea’nın gözyaşlarının ölümüne methiyeler dizecek şimdi bütün kentler.
Kentliler...

Şairler nerde Süleyman?

Çift bozan şiirleriyle düşmemişler miydi yoksa bizden evvel bu yollara?
Söylesene, elleri kirlenmemiş bir şair şiirin intiharı değil midir biraz?
Kan sıçramış bütün şiirlere Süleyman.

Nerden geldin sen kalbimin aklına?
Bir Süleyman'ı olmayanlara üzülmüyorum desem yalan olur senden sonra.
İnsanlar kime yazarlar mektuplarını, kiminle konuşurlar gece yarılarına dek?
Hep merak etmişimdir, kiminle sarhoş olurlar sabah ayazında ve kimi öperler fotoğraflarından yatmadan önce?
Söylesene, öperler mi gerçekten?

Sandal ağırlığındaydı gün, taş sessizliğiyle geçip gidiyor ömrümüzden...
Bir başkasına taş atar gibi kendine taş atamazsın, insan kendini ıskalamak istese de ıskalayamaz Süleyman.

Bu dördüncü kışımız olacak, hatırla!
Hiç bir ağaç...
Hiç bir...
Hiç.
Rüzgâra boyun eğmedi kıyılarımızda.

Yağmur benim çocuğumdur Süleyman, 
gökyüzümün ağrısı...
Sen, kalbimin.

İnsanlar su için birbirlerini öldürüp sınırlar çizerken, suyun sesine yürüyen ağaçların köklerine sınırlar çizmeyi başaramazlar Süleyman.
O ağaçlar ki çook uzaklarda akan suyun sesini bile duyabiliyorlarmış, inanılır şey mi bu?
Suyun, içtiği suyun yüzüne tükürenlerden intikam alış şeklidir belki de bu, kim bilir.
Ağaçlar kazanacak sonunda, biliyorum.

Ne kadar uzaksak o kadar yakınız birbirimize Süleyman.

Unutulur birazdan bir gece, unutulur solan ışıklarıyla hayatlar.
Sen toprağı tut Süleyman, toprağın kalbini.
Kalbimi.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.