whatsapp

Antep savunmasının şehit ve gazi çocukları

İZ BIRAKANLAR (SG) - Seydişehir Gündem | 04.01.2023 - 15:15, Güncelleme: 04.01.2023 - 15:18
 

Antep savunmasının şehit ve gazi çocukları

Şehit İsmail ve fedai Mehmet
Tarihçi yazar: Mehmet Kiraz... Antep’in çelik çember içinde inlediği günlerde şehrin dışında bulunan kuvvetlerde irtibat neredeyse kesilme noktasındaydı. Şehir içindeki Heyet-i Merkeziye’den Sam Köyü’ne bulunan İkinci Kolordu Kumandanı Selahaddin Adil Paşa’ya hayati bir haber gönderilmesi gerekliydi. Mektubun ulaştırılması için henüz çocuk yaşta olan Mehmet ve İsmail adında iki küçük kahraman gönüllü oldu. Bu iki küçük kahramana Kuvva-yi Milliye kumandanı Aslan Bey: -Yavrularım, şimdi size bir mektup vereceğiz, bunu Sam köyüne götürüp Selahaddin Adil Beye teslim edecek ve cevabını getireceksiniz. Şayet bir tehlike karşısında kalırsanız veyahut düşman eline esir düşerseniz bu mektubu yırtıp atmalısınız! Aç kaldık, köylere dilenmeye gidiyoruz” deyin diye sıkı sıkı tembih edildik. Yola çıkmadan perişan ve pejmürde bir kıyafetle, bir dilenci şeklinde gitmemizi tensip ettiler. Yalınayak, başıkabak, üst baş per perişan... Bizden artık kimseler şüphelenemezdi. Nöbetçi olan Kırmızı Keleş'in omuzlarına basarak siperin öbür tarafına atlayan iki çocuk Maraş şosesi istikametine doğru fırlayıp kaçmaya başladı. Ancak çok gitmeden fark edilmişlerdi. Arkalarından ateş edilmeye başlanmıştı. Devamında yaşananları Fedai Mehmet yıllar sonra gözyaşları içinde Sahir Uzel’e şöyle anlatmıştır. Bu ateş altında Maanoğlu Köprüsü'nün yakınına kadar koştuk, ateş kesilmemişti. İlerleyemedik ve hemen yüzüstü yattık. Düşman yağmur gibi makineli tüfek kurşunlarını yağdırıyordu. Gözüme bir bağın hendeği ilişti. Hem bir nefes almak, hem de etrafı tetkik etmek için kendi kendimizi oraya attık. Ardından da Fransız topçular, çıplak ve on ikişer yaşında iki yavruyu öldürmek için hayâsızca ateş etmeye başladılar. Bir müddet sonra ateş kesildi. Çünkü Fransız topçuları herhalde bizi artık ölmüş zannediyorlardı. Sol tarafımızdaki süvarilerden beş, altı kişilik bir müfreze üzerimize doğru hızla atlarını sürmeye başladı. Artık kurtulmak imkanı kalmamıştı. Esir alınmıştık. Fransızlar yanlarındaki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla bizi sorguladıktan sonra bizi yanlarına alıp dipçikle sırtımıza, ensemize, kafamıza vura vura yürütmeye başladılar. Dülükbaba’ya geldik. Orada elimizi ayaklarımızdan, ayaklarımızı ellerimden kalın birer urganla sarıp bağladılar. O gün akşama kadar, ateş gibi güneşin altında aç, susuz yattık. Biraz sonra, bizi isticvap eden zabitle on kadar süvari bizi aldılar, her birimizi bir süvarinin terkisine bağladıktan sonra hareket edildi. Kollej istikametine doğru gidiyorduk. Türkçe konuşmalarından Ermeni olduklarını anlaşılan mühim bir kalabalık binanın her tarafında siperler kazıyor ve her yerde bir faaliyet müşahade ediliyordu. Kolejin büyük kapısı önünde attan indirildik. Bizi, tercüman önüne katarak büyük bir masanın başında bir zabitin oturduğu odaya götürdü. Masanın öbür başında da bir makine vardı, birkaç zabitte ayakta duruyorlardı. Masa başında oturan zabit bizi tercüman vasıtasıyla: - Sizin casus olduğunuz anlaşılıyor. İnkâr etmeyin. Doğru söyleyin. Şehirden niçin dışarı çıktınız? Kasabada neler var? Özdemir ve Aslan Beyler, kasabanın içinde hangi binada oturuyorlar? Heyeti Merkeziyeni merkezi nerede ve hangi binada? Tercüman Antepli bir Ermeni idi. Bizi tanıdığını kumandana söyledi. -Biz inkâr edince kızıp öfkelendi ayağa kalkıp bize birkaç tokat vurdu ve tercümana bir şeyler söyledikten sonra çıkıp gitti. Koridorlarda yarım saat kadar oturduk. Tercüman, yanında Ermeni bir asker olduğu halde geldi. Ve bize: -Kumandan sizi affetti. Haydi gidin... Yol işte burasıdır, haydin bakalım gidebilirsiniz. Antep nah işte görünüyor. Dedi ve bize karanlıklar içinde uzayıp giden şoseyi gösterdi. O istikamette yürümekte biraz tereddüt ettik. Tercüman: - Ulan daha ne duruyorsunuz, eşek oğulları! Haydin bakalım... Diye bağırdı. Tercüman bir taraftan bize bu şekilde çıkışırken elindeki löververi gördüm. Bu esnada arkadaki Ermeni neferinin de mavzerine fişek sürdüğünü mekanizmanın açılıp kapanmasından anladım. Artık başka çare kalmamıştı. İsmail’le beraber, bir tavşan gibi birdenbire ve Maraş şosesi istikametine doğru fırladık ve kaçmaya başladık. Arkamızdan ikisi de ateş etmeye başladı. Bu ateş altında Maanoğlu Köprüsü'nün yakınına kadar koştuk, ateş kesilmemişti. Bu iki fedai Ermeni bizi takip ediyorlardı. Tam bu esnada Maanoğlu Köprüsü'nün sağ tarafındaki bostanlardan bir süvari müfrezesi göründü ve geçeceğimiz yolu keserek bize cepheden ateş etmeye başladılar. Şimdi biz, önden ve arkadan iki ateşin ara yerinde kalmıştık. İsmail’le ikimiz yere düştük. Hem ben, hem İsmail vurulmuşuz. Ateş de kesildi. Biz toprağın üstünde etrafı dinliyorduk. Bir zamanlar, köprünün altından kaçmak için doğrulmak ve yerde sürünmek istedim,  vücudumda bir sızı, bir ağrı hissetmeye başladım. Doğruldum,  kendimi yokladım ki, iki bacağımdan da vurulmuşum. İsmail'e dikkat ettim, onda hiçbir ses yoktu, meğer zavallı İsmail de benim gibi yaralanmış ve bayılmıştı. Biraz sonra önümüze çıkan müfrezeden beş on Fransız askeri geldi, bizi kaldırdılar. Köprünün üstüne ve şosenin üzerine yatırdılar.. Ve yaralarımıza baktılar. Ben iki bacaklarımdan, İsmail de muhtelif yerlerinden yara almıştık. Fakat kanlarımız durmuyor akıyor, akıyordu. Her ikimizi de köprünün sağ tarafındaki bostanların hendek çukurlarına kadar yerlerde sürüyüp sürüklediler. Bizi o çukurda yuvarlayarak yine kendi siperlerine gittiler. Ortalık ağarmaya başlamıştı. Müfreze toplu halde yanımıza geldi. Her ikimizi de bir sedye içine yatırdılar. İki siyah nefer bizi taşımaya ve götürmeye başladı. Sedyenin içinde İsmail'le koyun koyuna yatarken, durumunun ağır olduğunu anladım. Çünkü bazen ellerimi elleri içine alarak olanca kuvvetiyle sıkıp bağırıyordu. Bazen de elleri gevşeyerek ellerimi bırakıyor ve sesi kesiliyordu. Dikkat ettim, zavallının bir yarası da kafasında idi. Bizi şimdiki Amerikan Hastanesine getirdiler. Etrafımızı Ermeni asker ve Ermeni hastabakıcı kızları sardı. Elbiselerimizi çıkardılar. Benim bacaklarımı pansuman ettiler. Fakat İsmail'e dokunadılar. . Anladım ki, İsmail'in yarası ağır ve ölümü yakın bulunduğu için pansumana lüzum bile görmüyorlar. Ermeni hastabakıcılar sık sık gelip bizimle konuşuyor ve isimlerimizi söyleyerek bize gülüşüyorlardı. Ve anladım ki, hüviyetimiz anlaşılmış, tutulmamız bilhassa Ermeniler arasında sevinç uyandırmıştı. Bir aralık İsmail yine: - Mehmet, aman bir damla su, ölüyorum kardeşim. Diye haykırdı. Benim başucumda duran Ermeniler İsmail'in ıstırabıyla, can çekişmesiyle zevk duyuyor ve onunla alay ediyorlardı. İsmail'e bir damla su vermelerini ümit ediyordum, bekledim, vermediler.  Kafasını benden tarafa çevirerek, kanlı gözlerini bana dikerek, şöyle bir acı ve hasretli bakışlarla bana baktı ve hemen kolu düştü. Kanlı gözler kapandı. Ve İsmail, kendisinin ıstırabıyla eğlenen Ermeni hastabakıcılarının gözleri önünde, ağzına bir tek damla su alamadan rahmeti rahmana kavuştu. İsmailciğim, yanı başımda şehit olmuştu. Antep vaziyeti hakkında bir tek kelime olsun ifşa etmemişti. İsmail'i bir çarşafa sarıp götürdüler. Ne oldu bilmem. Mezarı nerededir sormadım! Benim yaramı ancak üç günde bir defa pansuman ediyorlardı. Hastaneye yatışımızın altıncı günü idi. Diz kapağının üzerinden sol ayağımı kesitler. Bu hastanede üç ay yattım. Meğer bizim kumandanlar beni kurtarmak için pek çok muhabereler etmişler. Üçüncü aydı Türkler benim yerime üç Fransız esir vermek suretiyle beni kurtardılar. Mehmet dönüşünde, Aslan Bey’in odasına girdi: “Çift gittim, tek geldim beyim”, diye ağladı; ardından tüfeğini Aslan Bey’in elinden yeniden aldı ve tek ayağı ile seke seke tekrar hizmete gitti. O artık Fedai Mehmet olmuştu. İsmail ise 12 yaşında kahraman bir şehit... KAYNAKLAR: Falih Rıfkı Atay tarafında Yeni Mecmua Dergisi’nin 1 Nisan 1923 tarihinde yayınlanan 73 Sayısında “On Yaşında Kahraman ve Gazi” adıyla yayınlanmıştır. - Gazi Fedai Mehmet ile görüşerek hatıralarını kaydeden Sahir Uzel, almış olduğu bilgileri 1937 yılında Yenigün Dergisi’nde yayınlamıştır. - Sahir Uzel’in başka gazilerle yaptığı ve kaydettiği hatıralar daha sonra “Gaziantep Yollarında Kahramanların İzinde”, adıyla kitaplaştırılmış ve 1987 yılında yayınlanmıştır. Bu yazı bu kitapta yer alan kısmın özetidir. FOTOĞRAF: Fedai Mehmet ve Arslan Bey birlikte görülmektedir. (Kaynak Lohanizade Mustafa Nurettin, “İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep Savunması”, Gaziantep,1974)
Şehit İsmail ve fedai Mehmet

Tarihçi yazar: Mehmet Kiraz...

Antep’in çelik çember içinde inlediği günlerde şehrin dışında bulunan kuvvetlerde irtibat neredeyse kesilme noktasındaydı. Şehir içindeki Heyet-i Merkeziye’den Sam Köyü’ne bulunan İkinci Kolordu Kumandanı Selahaddin Adil Paşa’ya hayati bir haber gönderilmesi gerekliydi. Mektubun ulaştırılması için henüz çocuk yaşta olan Mehmet ve İsmail adında iki küçük kahraman gönüllü oldu. Bu iki küçük kahramana Kuvva-yi Milliye kumandanı Aslan Bey:

-Yavrularım, şimdi size bir mektup vereceğiz, bunu Sam köyüne götürüp Selahaddin Adil Beye teslim edecek ve cevabını getireceksiniz. Şayet bir tehlike karşısında kalırsanız veyahut düşman eline esir düşerseniz bu mektubu yırtıp atmalısınız! Aç kaldık, köylere dilenmeye gidiyoruz” deyin diye sıkı sıkı tembih edildik. Yola çıkmadan perişan ve pejmürde bir kıyafetle, bir dilenci şeklinde gitmemizi tensip ettiler. Yalınayak, başıkabak, üst baş per perişan... Bizden artık kimseler şüphelenemezdi.

Nöbetçi olan Kırmızı Keleş'in omuzlarına basarak siperin öbür tarafına atlayan iki çocuk Maraş şosesi istikametine doğru fırlayıp kaçmaya başladı. Ancak çok gitmeden fark edilmişlerdi. Arkalarından ateş edilmeye başlanmıştı. Devamında yaşananları Fedai Mehmet yıllar sonra gözyaşları içinde Sahir Uzel’e şöyle anlatmıştır.

Bu ateş altında Maanoğlu Köprüsü'nün yakınına kadar koştuk, ateş kesilmemişti. İlerleyemedik ve hemen yüzüstü yattık. Düşman yağmur gibi makineli tüfek kurşunlarını yağdırıyordu. Gözüme bir bağın hendeği ilişti. Hem bir nefes almak, hem de etrafı tetkik etmek için kendi kendimizi oraya attık. Ardından da Fransız topçular, çıplak ve on ikişer yaşında iki yavruyu öldürmek için hayâsızca ateş etmeye başladılar. Bir müddet sonra ateş kesildi. Çünkü Fransız topçuları herhalde bizi artık ölmüş zannediyorlardı. Sol tarafımızdaki süvarilerden beş, altı kişilik bir müfreze üzerimize doğru hızla atlarını sürmeye başladı. Artık kurtulmak imkanı kalmamıştı. Esir alınmıştık.

Fransızlar yanlarındaki Ermeni tercümanlar vasıtasıyla bizi sorguladıktan sonra bizi yanlarına alıp dipçikle sırtımıza, ensemize, kafamıza vura vura yürütmeye başladılar. Dülükbaba’ya geldik. Orada elimizi ayaklarımızdan, ayaklarımızı ellerimden kalın birer urganla sarıp bağladılar. O gün akşama kadar, ateş gibi güneşin altında aç, susuz yattık.

Biraz sonra, bizi isticvap eden zabitle on kadar süvari bizi aldılar, her birimizi bir süvarinin terkisine bağladıktan sonra hareket edildi.

Kollej istikametine doğru gidiyorduk. Türkçe konuşmalarından Ermeni olduklarını anlaşılan mühim bir kalabalık binanın her tarafında siperler kazıyor ve her yerde bir faaliyet müşahade ediliyordu. Kolejin büyük kapısı önünde attan indirildik. Bizi, tercüman önüne katarak büyük bir masanın başında bir zabitin oturduğu odaya götürdü. Masanın öbür başında da bir makine vardı, birkaç zabitte ayakta duruyorlardı. Masa başında oturan zabit bizi tercüman vasıtasıyla:

- Sizin casus olduğunuz anlaşılıyor. İnkâr etmeyin. Doğru söyleyin. Şehirden niçin dışarı çıktınız? Kasabada neler var? Özdemir ve Aslan Beyler, kasabanın içinde hangi binada oturuyorlar? Heyeti Merkeziyeni merkezi nerede ve hangi binada?

Tercüman Antepli bir Ermeni idi. Bizi tanıdığını kumandana söyledi.

-Biz inkâr edince kızıp öfkelendi ayağa kalkıp bize birkaç tokat vurdu ve tercümana bir şeyler söyledikten sonra çıkıp gitti. Koridorlarda yarım saat kadar oturduk.

Tercüman, yanında Ermeni bir asker olduğu halde geldi. Ve bize:

-Kumandan sizi affetti. Haydi gidin... Yol işte burasıdır, haydin bakalım gidebilirsiniz. Antep nah işte görünüyor. Dedi ve bize karanlıklar içinde uzayıp giden şoseyi gösterdi. O istikamette yürümekte biraz tereddüt ettik. Tercüman:

- Ulan daha ne duruyorsunuz, eşek oğulları! Haydin bakalım... Diye bağırdı. Tercüman bir taraftan bize bu şekilde çıkışırken elindeki löververi gördüm. Bu esnada arkadaki Ermeni neferinin de mavzerine fişek sürdüğünü mekanizmanın açılıp kapanmasından anladım. Artık başka çare kalmamıştı.

İsmail’le beraber, bir tavşan gibi birdenbire ve Maraş şosesi istikametine doğru fırladık ve kaçmaya başladık. Arkamızdan ikisi de ateş etmeye başladı. Bu ateş altında Maanoğlu Köprüsü'nün yakınına kadar koştuk, ateş kesilmemişti. Bu iki fedai Ermeni bizi takip ediyorlardı. Tam bu esnada Maanoğlu Köprüsü'nün sağ tarafındaki bostanlardan bir süvari müfrezesi göründü ve geçeceğimiz yolu keserek bize cepheden ateş etmeye başladılar. Şimdi biz, önden ve arkadan iki ateşin ara yerinde kalmıştık.

İsmail’le ikimiz yere düştük. Hem ben, hem İsmail vurulmuşuz. Ateş de kesildi.

Biz toprağın üstünde etrafı dinliyorduk. Bir zamanlar, köprünün altından kaçmak için doğrulmak ve yerde sürünmek istedim,  vücudumda bir sızı, bir ağrı hissetmeye başladım. Doğruldum,  kendimi yokladım ki, iki bacağımdan da vurulmuşum. İsmail'e dikkat ettim, onda hiçbir ses yoktu, meğer zavallı İsmail de benim gibi yaralanmış ve bayılmıştı.

Biraz sonra önümüze çıkan müfrezeden beş on Fransız askeri geldi, bizi kaldırdılar. Köprünün üstüne ve şosenin üzerine yatırdılar.. Ve yaralarımıza baktılar. Ben iki bacaklarımdan, İsmail de muhtelif yerlerinden yara almıştık. Fakat kanlarımız durmuyor akıyor, akıyordu. Her ikimizi de köprünün sağ tarafındaki bostanların hendek çukurlarına kadar yerlerde sürüyüp sürüklediler. Bizi o çukurda yuvarlayarak yine kendi siperlerine gittiler.

Ortalık ağarmaya başlamıştı. Müfreze toplu halde yanımıza geldi. Her ikimizi de bir sedye içine yatırdılar. İki siyah nefer bizi taşımaya ve götürmeye başladı. Sedyenin içinde İsmail'le koyun koyuna yatarken, durumunun ağır olduğunu anladım. Çünkü bazen ellerimi elleri içine alarak olanca kuvvetiyle sıkıp bağırıyordu. Bazen de elleri gevşeyerek ellerimi bırakıyor ve sesi kesiliyordu. Dikkat ettim, zavallının bir yarası da kafasında idi.

Bizi şimdiki Amerikan Hastanesine getirdiler. Etrafımızı Ermeni asker ve Ermeni hastabakıcı kızları sardı. Elbiselerimizi çıkardılar. Benim bacaklarımı pansuman ettiler. Fakat İsmail'e dokunadılar. . Anladım ki, İsmail'in yarası ağır ve ölümü yakın bulunduğu için pansumana lüzum bile görmüyorlar. Ermeni hastabakıcılar sık sık gelip bizimle konuşuyor ve isimlerimizi söyleyerek bize gülüşüyorlardı. Ve anladım ki, hüviyetimiz anlaşılmış, tutulmamız bilhassa Ermeniler arasında sevinç uyandırmıştı.

Bir aralık İsmail yine:

- Mehmet, aman bir damla su, ölüyorum kardeşim. Diye haykırdı.

Benim başucumda duran Ermeniler İsmail'in ıstırabıyla, can çekişmesiyle zevk duyuyor ve onunla alay ediyorlardı. İsmail'e bir damla su vermelerini ümit ediyordum, bekledim, vermediler.  Kafasını benden tarafa çevirerek, kanlı gözlerini bana dikerek, şöyle bir acı ve hasretli bakışlarla bana baktı ve hemen kolu düştü. Kanlı gözler kapandı.

Ve İsmail, kendisinin ıstırabıyla eğlenen Ermeni hastabakıcılarının gözleri önünde, ağzına bir tek damla su alamadan rahmeti rahmana kavuştu. İsmailciğim, yanı başımda şehit olmuştu. Antep vaziyeti hakkında bir tek kelime olsun ifşa etmemişti. İsmail'i bir çarşafa sarıp götürdüler. Ne oldu bilmem. Mezarı nerededir sormadım!

Benim yaramı ancak üç günde bir defa pansuman ediyorlardı. Hastaneye yatışımızın altıncı günü idi. Diz kapağının üzerinden sol ayağımı kesitler. Bu hastanede üç ay yattım. Meğer bizim kumandanlar beni kurtarmak için pek çok muhabereler etmişler. Üçüncü aydı Türkler benim yerime üç Fransız esir vermek suretiyle beni kurtardılar.

Mehmet dönüşünde, Aslan Bey’in odasına girdi:

“Çift gittim, tek geldim beyim”, diye ağladı; ardından tüfeğini Aslan Bey’in elinden yeniden aldı ve tek ayağı ile seke seke tekrar hizmete gitti. O artık Fedai Mehmet olmuştu. İsmail ise 12 yaşında kahraman bir şehit...

KAYNAKLAR:

Falih Rıfkı Atay tarafında Yeni Mecmua Dergisi’nin 1 Nisan 1923 tarihinde yayınlanan 73 Sayısında “On Yaşında Kahraman ve Gazi” adıyla yayınlanmıştır.

- Gazi Fedai Mehmet ile görüşerek hatıralarını kaydeden Sahir Uzel, almış olduğu bilgileri 1937 yılında Yenigün Dergisi’nde yayınlamıştır. - Sahir Uzel’in başka gazilerle yaptığı ve kaydettiği hatıralar daha sonra “Gaziantep Yollarında Kahramanların İzinde”, adıyla kitaplaştırılmış ve 1987 yılında yayınlanmıştır. Bu yazı bu kitapta yer alan kısmın özetidir.

FOTOĞRAF: Fedai Mehmet ve Arslan Bey birlikte görülmektedir. (Kaynak Lohanizade Mustafa Nurettin, “İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep Savunması”, Gaziantep,1974)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.