whatsapp
Mehmet Kiraz
Köşe Yazarı
Mehmet Kiraz
 

Tarihte Konya havalisinde görünen kıtlık ve alınan tedbirler

Günümüzde Türkiye'nin en büyük hububat ambarlarından birisi olan Konya vilâyetinin, 19. yüzyılda sık sık kuraklıkla karşı karşıya kaldığı, hatta bazı senelerde bu kuraklık yüzünden ortaya çıkan kıtlığın bir faciaya dönüştüğü bilinmektedir. Çok sık tekrar eden bu durum, bölgenin coğrafî konumu, bitki örtüsü, iklimi ve toprak yapısından kaynaklanmıştır. Kıtlık, 1870’li yıllardan itibaren Konya’nın elli yıllık dönemini derinlemesine etkileyen bir afettir. İlk olarak 1290 yılında çıkan kıtlık Konya vilayeti’nde kırk bine yakın insanın açlıktan telef olmasına sebep olmuştur. O dönem Konya nüfusu bir milyon civarındadır.[1] Yaşanan kuraklık da sıkıntıları artırmıştır. 1867 yılında Mahmud Sadreddin Çelebi'nin Dergâh şeyhi olduğu sıralarda bir ihmal yüzünden Konya çarşısı ile çar­şı içinde bulunan Yüksek Cami ile Kapı Cami tamamen yanmıştı. O zamanların Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Paşa ile Mahmud Sadreddin Çelebi el ele vererek, Sultan Abdülaziz ve annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın yardımı ile Yüksek Cami yerine, 1874 yı­lında şimdiki Aziziye Cami yaptırılmıştı. Konya bu yangın felaketinin ardın­dan 1873 yılında büyük bir kuraklık teh­likesi ile başbaşa kalmış; 1290 (H.) kıtlığı denilen bu yıl, halk aç ve çaresiz sokak­lara dökülmüştür. Konya Valisi Sakızlı Ahmed Esat Paşa ile Mahmud Sadred­din Çelebi'nin halkın yanında yer alması, yardımına koşması, Dergâh'a saygıyı da­ha çok arttırmıştır. Sadreddin Çelebi 1881’de ölmüş, yerine büyük kardeşi ve Manisa Mevlevihânesi şeyhi Fahreddin Çelebi, Çelebilik makamına atanmıştır.[2] Konya’da yedi yıldır valilik yapan Sait Paşa, gerekli önlemleri almayı akıl edememiş ve bunun için de görevinden alınmıştı. Onun yerine Mehmet Memduh Paşa atandı. Yeni vali öşür olarak toplanan ayni vergiyi halka geri verdi. Sancak ve kaza merkezlerinde ihtiyaç komisyonları kuruldu. Buralarda aciz ve düşkünler, gece-gündüz incelenip tespit edildi. Bir yıl süreyle, fırınlar açık tutularak ekmeğin her okkası elli parayı geçirtilmedi. Sürekli yardımlar dağıtıldı. Ayrıca kıtlık dolayısıyla başta Ankara ve Adana Vilayetlerinden olmak üzere dışarıya deniz yoluyla yiyecek satılması yasaklanmıştı. Bu arada Bağdat’tan alınacak yiyecek, gümrük vergisinden de belli bir süre muaf tutulmuştu. Bu durum, kıtlığın sadece Konya ve çevresini değil; güneyi, kuzeybatısı ile Anadolu’yu kasıp kavurduğunu göstermektedir. Konya Ovası’nın nüfusu, sahip olduğu geniş araziyi işlemeye kafî gelmediği için, her sene binlerce hektar arazi işlenemeyip boş kalmaktaydı. Meselâ 1909 senesinde Konya Merkez kazasında bulunan 710 bin hektar arazinin ancak 147 bin hektarı ekilebilmiş, geri kalan 563 bin hektarı boş kalmıştır. Kaldı ki; hâlâ ilkel yöntemlerle ziraat yapılan bölgede, gereken verim de alınamamaktaydı. Kıtlıktan sonra bol yağmurla birlikte toprak yeniden canlanmış ve bir rahatlama olmuştur. Yıllar süren kıtlık, çekirge vb. afetler, halkın tutumu ve davranışları üzerinde de etkili olmuştur. Konya Ovası’nı sulama ile ilgili ilk düşüncelerin o yıllar açığa çıkması da bunun en büyük göstergesidir. 1873 kıtlığı henüz atlatılmışken bu kez de Konya civarını 1891’de, “dolu vurur.” Köylerdeki ekinler hasara uğramıştır. Halkın vergi verecek gücü kalmaz. Mültezim’ler de sıkıntıya düşmüştür. 1898’de Konya’da tekrar kıtlık olur. Halk yardıma muhtaç hale gelir. Buna karşı alınan tedbir; vergi mükelleflerinin kıtlık yılına kadar, önceki yıllardan kalan borçlarına kesilen cezadan affıdır. 1303 (1887) KITLIĞI 19. yüzyılda Konya ve havalisinde görülen kıtlık hadiseleri içinde en şiddetlisinin 1887 yılında yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu hadise Rumî tarihte 1303 senesinde meydana geldiğinden, halk arasında "1303 Kıtlığı'' adıyla nam salmıştır. Kuraklık sebebiyle ortaya çıkan kıtlık anlamına gelen “1303 Kahtı” adının verildiğine bakılacak olursa 1886-1887 kışının çok kurak geçtiği anlaşılmaktadır. Geliyorum diyen felaketi çok önceden fark-eden ve 1887 Mayıs ayı başlarından itibaren Dahiliye Nezareti'ne başvuran Konya Valisi Mehmet Said Paşa, ilerisi için bir ihtiyat tedbiri olmak üzere, kuraklığın nispeten daha az görüldüğü Teke, Burdur ve Hamid sancaklarından dışarıya zahire çıkarılmasının yasaklanmasını istemiştir. 30 Mayıs tarihinde konuyu görüşen Meclis-i Vükelâ, bu talebi yerinde bularak onaylamıştır. İngiltere'nin Edinburgh Üniversitesi'nden mezun olup, çok iyi İngilizce konuştuğundan, halk arasında İngiliz Said Paşa adıyla tanınan ve bugünkü hükümet konağını yaptıran Said Paşa'nın bu teşebbüsü sonunda Konya sancağına göre hasat mevsimi daha erken başlayan Antalya Burdur ve Isparta sancaklarından dışarıya zahire çıkarılması önlenmiştir. Kıtlık hadisesinin baş göstermesi üzerine Konya Valiliği Vali Said Paşa'nın başkanlığında bir "Kıtlık Komisyonu" kurmuştur. Komisyon, her tarafa birer memur gönderilerek, çevreden hasar sonuçlarının alınması ve neticeler geldikçe Dahiliye Nezareti'nin bundan haberdar edilmesi benimsenmiştir. Ayrıca güz mevsiminde yağması beklenen muhtemel yağmurlarla birlikte, ekin ekmeye başlayacak olan çiftçinin tohumluk sıkıntısı çekmemesi için önceden bazı tedbirlerin alınması uygun görülmüştür. Kış mevsiminin çok sert geçmesi ve ilk kar fırtınası ile beraber yolların kapanması halinde, 1290 kıtlığına benzer bir felaketin yaşanmaması için Meclis-i Umûmi'nin toplanarak, olağanüstü bazı tedbirleri alması kararlaştırılmıştır. O dönem Meclis-i Umûmi’nin aldığı kararlardan bazıları şöyledir: a. Pek düşkün olan vatandaşların hisseleri, servet sahibi olanların fazladan verecekleri paralardan borçlandırılmak şartıyla, Konya sancağından hâne başına ikişer mecidiye toplanılarak, bir kıtlık fonunun oluşturulması, b. Şehirdeki menafi sandıkları ile Maarif sermayesi olarak (Osmanlı) Bankası’nın Teke ve Konya şubelerinde tutulan paranın da bu fona dahil edilmesi, c. Kıtlık Komisyonu'na teslim edilecek olan bu fon ile. dahilden veya hariçten zahire ve un satın alınması. d. Konya Meclis-i Umûmisi tarafından alınan bu kararların, diğer sancaklarda da emsal kabul edilerek uygulanabilmesi için mutasarrıflara bilgi vermesi. Meclis-i Umûmi tarafından alınan bu olağanüstü kararlar Meclis-i Mahsus'ta kabul edilerek Sadaret'e sunulmuştur. Sadrazam Kamil Paşa'nın da onayını alan bu kararlar, aynı tarihte kaleme alınan bir belge ile Saray'a arz olunmuş ve Padişah II. Abdülhamid tarafından da onaylanmıştır. Merkezî İdare Tarafından Alınan Tedbirler O dönem 93 Harbi'nin yaraları henüz sarılamadığı gibi 20 Aralık 1881'de imzalanan "Muharrem Kararnamesi" ile Devlet'in iflası resmen kabul edilmiş ve aşar dışındaki önemli gelir kaynaklarından çoğu yeni kurulan "Düyûn-u Umûmiye İdâresi"ne devredilmiştir. Kıtlık, sadece Konya ile sınırlı kalmamış, devlet'in en fazla aşar toplamayı beklediği geniş bir sahada vuku bulmuştur. Daha da kötüsü, kıtlık görülen vilâyetlerin asar gelirlerinden bazıları Rusya'ya ödenmekte olan savaş tazminatına karşılık, daha önceden teminat olarak gösterilmiştir. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen, gerek Saray, gerekse Babıâli Anadolu'daki kıtlık hadisesi ile yakından ilgilenmiş ve elde bulunan imkânları seferber etmeye çalışmıştır. 26 Haziran tarihinde konuyu görüşen Meclis-i Vükelâ, Dahiliye Nezareti bünyesinde ve eski Bağdat Valisi Rifat Paşa'nın başkanlığında Meclis-i Maliye azalarından oluşan bir "Komisyon-u Mahsus" teşkil ederek, her türlü tedbirin bu komisyon marifetiyle alınması kararlaştırılmıştır. Komisyon, ilk iş olarak hazırladığı bir talimatname ile halkın yardımına başvurmaktan başka çare bulamamıştır. Bu talimatnameye göre; İstanbul'da bastırılacak olan iane biletleri, valilikler, mutasarrıflıklar ve kaymakamlıklar vasıtasıyla bütün memlekete yayılarak halka satılacak ve elde edilen gelirler, aynı yoldan komisyona ulaştırılarak Osmanlı Bankası'nda muhafaza edilecektir. Konya'da kurulan Kıtlık Komisyonu tarafından yapılan hasar tespitinden sonra, gerek tohumluk, gerekse yemeklik olmak üzere, 500 bin kile (yaklaşık 12.500 ton) zahireye ihtiyaç duyulduğu görülmüştür. İhtiyaç duyulan zahirenin Suriye'nin Havran bölgesinden ithal edilmesi ve bundan da geçici olarak gümrük resmi alınmaması kararlaştırmıştır. Suriye'den ithal edilecek zahirenin toplam tutarı olan 90 bin lira peşin olarak ödenmedikçe, tüccarların bu işe yanaşmaması üzerine 10 bin lirası Padişah II. Abdülhamid tarafından, 18 bin lirası da iane biletlerinden olmak üzere, toplam 28 bin lira tedarik edilerek tüccarlara verilmiştir. Geri kalan 62 bin liradan 50 bin lirası menafi sandıkların hasılatından ve 12 bin lirası da mühimme-i askeriye için hazinede saklı tutulan 200 bin liradan istikraz olunarak verileceği bildirilmiştir. Öte yandan, Padişah II. Abdülhamid tarafından ihsan edilen paralarla, Suriye'den 2 bin çuval un alınmış ve aynı tarihlerde Mersin iskelesine sevk edilmiştir. Tüccarlarla yapılan mukaveleye göre, Mersin iskelesinden teslim alınan un ve buğdayın Konya'ya taşınması sırasında da küçük sıkıntılar yaşanmıştır. Çünkü bu iş için ihtiyaç duyulan 30 bin / liradan 5 bin lirasının, kudret sahibi hayırseverler tarafından bağış yoluyla verilmesine rağmen, geri kalan 25 bin lira bulunamamıştır. Nihayet, Konya Valiliği'nin müracaatı ve Meclis-i Vükelâ'nın kararı ile söz konusu olan 25 bin lira, Teke sancağının 1887 aşar bedellerinden temin edilebilmiştir. Çok fukara olan kıtlık-zedelere ianeleri verilecek olan unlar hariç, tâvizen dağıtılan zahirenin ileriki tarihlerde geri alınacağı bildirilmişti. Zahire dağılımına başlanmadan önce bir nevi ödüne olarak verilecek olan zahirenin geri ödeme tarihleri de ilân edilmişti. Buna göre geri ödemeler dört eşit taksitle yapılacak ve ilk ödeme 1891 yılı hasat mevsiminden sonra gerçekleşecekti. Diğer taksitler ise 1892, 1893 ve 1894 yıllarında yatırılacaktı. Ancak, ilk taksitlerin ödenme zamanı yaklaştıkça ortada yeni bir huzursuzluk görülmüştür. Çünkü borçlular taksitlerini ödemekte pek istekli görülmedikleri gibi Konya sancağına düşen genel borç miktarında da ihtilâf çıkmıştır. Konu 9 Ağustos 1891 tarihinde Meclis-i Vükelâ'da görüşülmüş ve bu kıtlık sırasında Konya halkına yapılan masrafların toplamının 175.920 Lirayı bulduğu ve bundan genel giderler düşüldükten sonra geri kalan 156.215 lira tutarındaki tâviz karşılığının geri alınması kararlaştırılmıştır. 1. Dünya Savaşı yıllarında da aynı şekilde Konya ve çevresi kuraklıktan kırılmıştır. 1928, 1929 ve 1930 yılları, Konya’da birbirini takip eden kurak yıllardır. Bu yıllarda Ziraat Bankası, köylü üzerindeki alacaklarını tahsil edememiştir. 1932 yılında “Buğday Koruma Kanunu” çıkartılmış ve köylüden muayyen bir fiyat karşılığında hükümet hesabına buğday alınması uygun görülmüştür. Bu yolla köylünün buğdayı, “yok pahasına” satması önlenecektir. Ziraat Bankası bu dönem piyasa üzerinde düzenleyici bir rol üstlenirken bazı yanlışlar da yapmıştır. Bunlardan birisi de, Konya civarının en büyük zirai müessesesi konumundaki ziraatta yeniliğin teşvikçisi olan Konya Alat-ı Ziraiye Türk A.Ş.’yi kapatmak istemesidir. Ticaret Odası, şirkete sahip çıkarak kapatılmaması için ziraat Vekaleti’ne bir yazı yazmıştır. Zira, esnaf, Oda da dahil herkesi etkileyen bir kuraklık geçirilmiştir. Oda Meclisi, köylülere tohumluk dağıtılması, kurak sahada sulamanın Beyşehir Gölü’nden sağlanması ve Ağnam Resmi’nin indirilmesi amacıyla bir rapor hazırlamıştır. Rapor dönemin tek partisine iletilmiştir (CHP). Rapor ayrıca 1933 Konya’sındaki stok malları da bir komisyon aracılığı ile tespit etmiştir. Buna göre Ticaret ve Sanayi Odası mıntıkası’nda; “buğday ve dengi hububat ile yapağı, tiftik ve kaput bezinden” başka stok mal yoktur. Tohumsuzluktan dolayı 250’yi aşkın köy tarım yapamamış, yiyecek ihtiyaçlarını temin etmek için hayvanlarını pazara dökmüştür. Hayvanlar yok pahasına satılarak, kesilmiş ve et fiyatları oldukça düşmüştür. Sulanabilen alanlara dahil olmayan köylerdeki hayvanların, mahvolmaktan kurtulması için, bu hayvan sahiplerine yardım edilmesi, bazı kolaylıkların gösterilmesi gerektiği 1927’de Oda Meclis’inde görüşülüp kararlaştırılmıştır. Ayrıca saman ve ot satanların ilanı ile Odaca, saman ve ot ticaretinin teşviki kararlaştırılıp, durum Ziraat Bakanlığı’na bildirilmiştir. Ancak yine de “köy göründüğü” halde, 1933 şartlarına gelinmiştir.
Ekleme Tarihi: 23 Ocak 2024 - Salı

Tarihte Konya havalisinde görünen kıtlık ve alınan tedbirler

Günümüzde Türkiye'nin en büyük hububat ambarlarından birisi olan Konya vilâyetinin, 19. yüzyılda sık sık kuraklıkla karşı karşıya kaldığı, hatta bazı senelerde bu kuraklık yüzünden ortaya çıkan kıtlığın bir faciaya dönüştüğü bilinmektedir. Çok sık tekrar eden bu durum, bölgenin coğrafî konumu, bitki örtüsü, iklimi ve toprak yapısından kaynaklanmıştır.

Kıtlık, 1870’li yıllardan itibaren Konya’nın elli yıllık dönemini derinlemesine etkileyen bir afettir. İlk olarak 1290 yılında çıkan kıtlık Konya vilayeti’nde kırk bine yakın insanın açlıktan telef olmasına sebep olmuştur. O dönem Konya nüfusu bir milyon civarındadır.[1] Yaşanan kuraklık da sıkıntıları artırmıştır.

1867 yılında Mahmud Sadreddin Çelebi'nin Dergâh şeyhi olduğu sıralarda bir ihmal yüzünden Konya çarşısı ile çar­şı içinde bulunan Yüksek Cami ile Kapı Cami tamamen yanmıştı. O zamanların Konya Valisi Burdurlu Ahmed Tevfik Paşa ile Mahmud Sadreddin Çelebi el ele vererek, Sultan Abdülaziz ve annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın yardımı ile Yüksek Cami yerine, 1874 yı­lında şimdiki Aziziye Cami yaptırılmıştı. Konya bu yangın felaketinin ardın­dan 1873 yılında büyük bir kuraklık teh­likesi ile başbaşa kalmış; 1290 (H.) kıtlığı denilen bu yıl, halk aç ve çaresiz sokak­lara dökülmüştür. Konya Valisi Sakızlı Ahmed Esat Paşa ile Mahmud Sadred­din Çelebi'nin halkın yanında yer alması, yardımına koşması, Dergâh'a saygıyı da­ha çok arttırmıştır. Sadreddin Çelebi 1881’de ölmüş, yerine büyük kardeşi ve Manisa Mevlevihânesi şeyhi Fahreddin Çelebi, Çelebilik makamına atanmıştır.[2]

Konya’da yedi yıldır valilik yapan Sait Paşa, gerekli önlemleri almayı akıl edememiş ve bunun için de görevinden alınmıştı. Onun yerine Mehmet Memduh Paşa atandı. Yeni vali öşür olarak toplanan ayni vergiyi halka geri verdi. Sancak ve kaza merkezlerinde ihtiyaç komisyonları kuruldu. Buralarda aciz ve düşkünler, gece-gündüz incelenip tespit edildi. Bir yıl süreyle, fırınlar açık tutularak ekmeğin her okkası elli parayı geçirtilmedi. Sürekli yardımlar dağıtıldı.

Ayrıca kıtlık dolayısıyla başta Ankara ve Adana Vilayetlerinden olmak üzere dışarıya deniz yoluyla yiyecek satılması yasaklanmıştı. Bu arada Bağdat’tan alınacak yiyecek, gümrük vergisinden de belli bir süre muaf tutulmuştu. Bu durum, kıtlığın sadece Konya ve çevresini değil; güneyi, kuzeybatısı ile Anadolu’yu kasıp kavurduğunu göstermektedir.

Konya Ovası’nın nüfusu, sahip olduğu geniş araziyi işlemeye kafî gelmediği için, her sene binlerce hektar arazi işlenemeyip boş kalmaktaydı. Meselâ 1909 senesinde Konya Merkez kazasında bulunan 710 bin hektar arazinin ancak 147 bin hektarı ekilebilmiş, geri kalan 563 bin hektarı boş kalmıştır. Kaldı ki; hâlâ ilkel yöntemlerle ziraat yapılan bölgede, gereken verim de alınamamaktaydı.

Kıtlıktan sonra bol yağmurla birlikte toprak yeniden canlanmış ve bir rahatlama olmuştur. Yıllar süren kıtlık, çekirge vb. afetler, halkın tutumu ve davranışları üzerinde de etkili olmuştur. Konya Ovası’nı sulama ile ilgili ilk düşüncelerin o yıllar açığa çıkması da bunun en büyük göstergesidir.

1873 kıtlığı henüz atlatılmışken bu kez de Konya civarını 1891’de, “dolu vurur.” Köylerdeki ekinler hasara uğramıştır. Halkın vergi verecek gücü kalmaz. Mültezim’ler de sıkıntıya düşmüştür. 1898’de Konya’da tekrar kıtlık olur. Halk yardıma muhtaç hale gelir. Buna karşı alınan tedbir; vergi mükelleflerinin kıtlık yılına kadar, önceki yıllardan kalan borçlarına kesilen cezadan affıdır.

1303 (1887) KITLIĞI

19. yüzyılda Konya ve havalisinde görülen kıtlık hadiseleri içinde en şiddetlisinin 1887 yılında yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu hadise Rumî tarihte 1303 senesinde meydana geldiğinden, halk arasında "1303 Kıtlığı'' adıyla nam salmıştır. Kuraklık sebebiyle ortaya çıkan kıtlık anlamına gelen “1303 Kahtı” adının verildiğine bakılacak olursa 1886-1887 kışının çok kurak geçtiği anlaşılmaktadır.

Geliyorum diyen felaketi çok önceden fark-eden ve 1887 Mayıs ayı başlarından itibaren Dahiliye Nezareti'ne başvuran Konya Valisi Mehmet Said Paşa, ilerisi için bir ihtiyat tedbiri olmak üzere, kuraklığın nispeten daha az görüldüğü Teke, Burdur ve Hamid sancaklarından dışarıya zahire çıkarılmasının yasaklanmasını istemiştir. 30 Mayıs tarihinde konuyu görüşen Meclis-i Vükelâ, bu talebi yerinde bularak onaylamıştır. İngiltere'nin Edinburgh Üniversitesi'nden mezun olup, çok iyi İngilizce konuştuğundan, halk arasında İngiliz Said Paşa adıyla tanınan ve bugünkü hükümet konağını yaptıran Said Paşa'nın bu teşebbüsü sonunda Konya sancağına göre hasat mevsimi daha erken başlayan Antalya Burdur ve Isparta sancaklarından dışarıya zahire çıkarılması önlenmiştir.

Kıtlık hadisesinin baş göstermesi üzerine Konya Valiliği Vali Said Paşa'nın başkanlığında bir "Kıtlık Komisyonu" kurmuştur. Komisyon, her tarafa birer memur gönderilerek, çevreden hasar sonuçlarının alınması ve neticeler geldikçe Dahiliye Nezareti'nin bundan haberdar edilmesi benimsenmiştir. Ayrıca güz mevsiminde yağması beklenen muhtemel yağmurlarla birlikte, ekin ekmeye başlayacak olan çiftçinin tohumluk sıkıntısı çekmemesi için önceden bazı tedbirlerin alınması uygun görülmüştür. Kış mevsiminin çok sert geçmesi ve ilk kar fırtınası ile beraber yolların kapanması halinde, 1290 kıtlığına benzer bir felaketin yaşanmaması için Meclis-i Umûmi'nin toplanarak, olağanüstü bazı tedbirleri alması kararlaştırılmıştır.

O dönem Meclis-i Umûmi’nin aldığı kararlardan bazıları şöyledir:

a. Pek düşkün olan vatandaşların hisseleri, servet sahibi olanların fazladan verecekleri paralardan borçlandırılmak şartıyla, Konya sancağından hâne başına ikişer mecidiye toplanılarak, bir kıtlık fonunun oluşturulması,

b. Şehirdeki menafi sandıkları ile Maarif sermayesi olarak (Osmanlı) Bankası’nın Teke ve Konya şubelerinde tutulan paranın da bu fona dahil edilmesi,

c. Kıtlık Komisyonu'na teslim edilecek olan bu fon ile. dahilden veya hariçten zahire ve un satın alınması.

d. Konya Meclis-i Umûmisi tarafından alınan bu kararların, diğer sancaklarda da emsal kabul edilerek uygulanabilmesi için mutasarrıflara bilgi vermesi.

Meclis-i Umûmi tarafından alınan bu olağanüstü kararlar Meclis-i Mahsus'ta kabul edilerek Sadaret'e sunulmuştur. Sadrazam Kamil Paşa'nın da onayını alan bu kararlar, aynı tarihte kaleme alınan bir belge ile Saray'a arz olunmuş ve Padişah II. Abdülhamid tarafından da onaylanmıştır.

Merkezî İdare Tarafından Alınan Tedbirler

O dönem 93 Harbi'nin yaraları henüz sarılamadığı gibi 20 Aralık 1881'de imzalanan "Muharrem Kararnamesi" ile Devlet'in iflası resmen kabul edilmiş ve aşar dışındaki önemli gelir kaynaklarından çoğu yeni kurulan "Düyûn-u Umûmiye İdâresi"ne devredilmiştir.

Kıtlık, sadece Konya ile sınırlı kalmamış, devlet'in en fazla aşar toplamayı beklediği geniş bir sahada vuku bulmuştur. Daha da kötüsü, kıtlık görülen vilâyetlerin asar gelirlerinden bazıları Rusya'ya ödenmekte olan savaş tazminatına karşılık, daha önceden teminat olarak gösterilmiştir. Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen, gerek Saray, gerekse Babıâli Anadolu'daki kıtlık hadisesi ile yakından ilgilenmiş ve elde bulunan imkânları seferber etmeye çalışmıştır.

26 Haziran tarihinde konuyu görüşen Meclis-i Vükelâ, Dahiliye Nezareti bünyesinde ve eski Bağdat Valisi Rifat Paşa'nın başkanlığında Meclis-i Maliye azalarından oluşan bir "Komisyon-u Mahsus" teşkil ederek, her türlü tedbirin bu komisyon marifetiyle alınması kararlaştırılmıştır. Komisyon, ilk iş olarak hazırladığı bir talimatname ile halkın yardımına başvurmaktan başka çare bulamamıştır. Bu talimatnameye göre; İstanbul'da bastırılacak olan iane biletleri, valilikler, mutasarrıflıklar ve kaymakamlıklar vasıtasıyla bütün memlekete yayılarak halka satılacak ve elde edilen gelirler, aynı yoldan komisyona ulaştırılarak Osmanlı Bankası'nda muhafaza edilecektir.

Konya'da kurulan Kıtlık Komisyonu tarafından yapılan hasar tespitinden sonra, gerek tohumluk, gerekse yemeklik olmak üzere, 500 bin kile (yaklaşık 12.500 ton) zahireye ihtiyaç duyulduğu görülmüştür. İhtiyaç duyulan zahirenin Suriye'nin Havran bölgesinden ithal edilmesi ve bundan da geçici olarak gümrük resmi alınmaması kararlaştırmıştır.

Suriye'den ithal edilecek zahirenin toplam tutarı olan 90 bin lira peşin olarak ödenmedikçe, tüccarların bu işe yanaşmaması üzerine 10 bin lirası Padişah II. Abdülhamid tarafından, 18 bin lirası da iane biletlerinden olmak üzere, toplam 28 bin lira tedarik edilerek tüccarlara verilmiştir. Geri kalan 62 bin liradan 50 bin lirası menafi sandıkların hasılatından ve 12 bin lirası da mühimme-i askeriye için hazinede saklı tutulan 200 bin liradan istikraz olunarak verileceği bildirilmiştir.

Öte yandan, Padişah II. Abdülhamid tarafından ihsan edilen paralarla, Suriye'den 2 bin çuval un alınmış ve aynı tarihlerde Mersin iskelesine sevk edilmiştir. Tüccarlarla yapılan mukaveleye göre, Mersin iskelesinden teslim alınan un ve buğdayın Konya'ya taşınması sırasında da küçük sıkıntılar yaşanmıştır. Çünkü bu iş için ihtiyaç duyulan 30 bin / liradan 5 bin lirasının, kudret sahibi hayırseverler tarafından bağış yoluyla verilmesine rağmen, geri kalan 25 bin lira bulunamamıştır. Nihayet, Konya Valiliği'nin müracaatı ve Meclis-i Vükelâ'nın kararı ile söz konusu olan 25 bin lira, Teke sancağının 1887 aşar bedellerinden temin edilebilmiştir.

Çok fukara olan kıtlık-zedelere ianeleri verilecek olan unlar hariç, tâvizen dağıtılan zahirenin ileriki tarihlerde geri alınacağı bildirilmişti. Zahire dağılımına başlanmadan önce bir nevi ödüne olarak verilecek olan zahirenin geri ödeme tarihleri de ilân edilmişti. Buna göre geri ödemeler dört eşit taksitle yapılacak ve ilk ödeme 1891 yılı hasat mevsiminden sonra gerçekleşecekti. Diğer taksitler ise 1892, 1893 ve 1894 yıllarında yatırılacaktı. Ancak, ilk taksitlerin ödenme zamanı yaklaştıkça ortada yeni bir huzursuzluk görülmüştür. Çünkü borçlular taksitlerini ödemekte pek istekli görülmedikleri gibi Konya sancağına düşen genel borç miktarında da ihtilâf çıkmıştır. Konu 9 Ağustos 1891 tarihinde Meclis-i Vükelâ'da görüşülmüş ve bu kıtlık sırasında Konya halkına yapılan masrafların toplamının 175.920 Lirayı bulduğu ve bundan genel giderler düşüldükten sonra geri kalan 156.215 lira tutarındaki tâviz karşılığının geri alınması kararlaştırılmıştır.

1. Dünya Savaşı yıllarında da aynı şekilde Konya ve çevresi kuraklıktan kırılmıştır. 1928, 1929 ve 1930 yılları, Konya’da birbirini takip eden kurak yıllardır. Bu yıllarda Ziraat Bankası, köylü üzerindeki alacaklarını tahsil edememiştir. 1932 yılında “Buğday Koruma Kanunu” çıkartılmış ve köylüden muayyen bir fiyat karşılığında hükümet hesabına buğday alınması uygun görülmüştür. Bu yolla köylünün buğdayı, “yok pahasına” satması önlenecektir.

Ziraat Bankası bu dönem piyasa üzerinde düzenleyici bir rol üstlenirken bazı yanlışlar da yapmıştır. Bunlardan birisi de, Konya civarının en büyük zirai müessesesi konumundaki ziraatta yeniliğin teşvikçisi olan Konya Alat-ı Ziraiye Türk A.Ş.’yi kapatmak istemesidir. Ticaret Odası, şirkete sahip çıkarak kapatılmaması için ziraat Vekaleti’ne bir yazı yazmıştır. Zira, esnaf, Oda da dahil herkesi etkileyen bir kuraklık geçirilmiştir. Oda Meclisi, köylülere tohumluk dağıtılması, kurak sahada sulamanın Beyşehir Gölü’nden sağlanması ve Ağnam Resmi’nin indirilmesi amacıyla bir rapor hazırlamıştır. Rapor dönemin tek partisine iletilmiştir (CHP). Rapor ayrıca 1933 Konya’sındaki stok malları da bir komisyon aracılığı ile tespit etmiştir. Buna göre Ticaret ve Sanayi Odası mıntıkası’nda; “buğday ve dengi hububat ile yapağı, tiftik ve kaput bezinden” başka stok mal yoktur.

Tohumsuzluktan dolayı 250’yi aşkın köy tarım yapamamış, yiyecek ihtiyaçlarını temin etmek için hayvanlarını pazara dökmüştür. Hayvanlar yok pahasına satılarak, kesilmiş ve et fiyatları oldukça düşmüştür.

Sulanabilen alanlara dahil olmayan köylerdeki hayvanların, mahvolmaktan kurtulması için, bu hayvan sahiplerine yardım edilmesi, bazı kolaylıkların gösterilmesi gerektiği 1927’de Oda Meclis’inde görüşülüp kararlaştırılmıştır. Ayrıca saman ve ot satanların ilanı ile Odaca, saman ve ot ticaretinin teşviki kararlaştırılıp, durum Ziraat Bakanlığı’na bildirilmiştir. Ancak yine de “köy göründüğü” halde, 1933 şartlarına gelinmiştir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.