whatsapp

Sezai Bolat, 1930 yıllarındaki Seydişehir’i anlatmıştı!

NOSTALJİ (SG) - Seydişehir Gündem | 31.03.2024 - 02:27, Güncelleme: 03.04.2024 - 01:06
 

Sezai Bolat, 1930 yıllarındaki Seydişehir’i anlatmıştı!

Merhum eğitimci emekli Sezai Bolat’tan sağlığında www.seydisehirgundem.com internet sitemize 1930'lu yılların Seydişehir’ini 2012 yılında kendisinden dinlemiştim.
O günlerde çok güzel söyleşi olmuştu. Bana o yıllarda ki ilçenin eğitimini, kafesli evlerini, insanların yaşamını, kılık- kıyafeti, yemek ve tatlıları, meyveleri sizlerle paylaşmak istedim. Sezai Bolat 1936 yılında Seydişehir’de doğdu. 22 Aralık 2016 Perşembe günü 80 yaşında vefat etti. Değerli hocamı saygıyla anıyorum! Sizleri hocamın anılarıyla baş başa bırakıyorum: ‘’Bugün Seydişehir elli bin nüfusuyla bir şehir görünümünde, il olmayı çoktan hak etmiş bir Anadolu şehridir. Cadde ve sokaklarıyla, resmi binalarıyla, apartmanlarıyla, dev tesisleriyle, fabrikasıyla, okullarıyla, demokratik kitle örgütleriyle, kamu kurum ve kuruluşlarıyla, sevecen samimi insanlarıyla, insanı büyüleyen bir şehirdir. Seydişehir' in tarihine bakarsak 1730 yılında ilçe olduğu anlaşılmaktadır. 1871 yılında da Belediye teşkilatı kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde 1927 yılında ilk nüfus sayımı yapılmış, Seydişehir' in nüfusu 3779 olarak belirlenmiştir. 1950 yılında 4525, 1960 yılında ise 6303 dür. Seydişehir' de iş merkezleri yoktur. Halkın geçim kaynağı tarıma dayanır. Küçük zanaatkârlar az miktarda da ticaretle uğraşanlar teşkil ederdi. Etibank tesislerinin kurulmasından önce, halkın bir bölümü geçimini leblebi üretimi ile sağlardı. Suğla gölünün sulak toprakları çok mümbit bir tarım arazisidir. Bu ovada yetiştirilen iri nohutlar leblebi imalinin ana maddesidir. Leblebiciler çarşısında ha1ta mahalle aralarında leblebi imal edilen dükkânı ar vardı. 90-100 civarında leblebi imalathanesi vardı. Çok zor şartlar altında çalışırlardı. Çarşının leblebiciler sokağından geçerken türüm türüm taze leblebi kokusu her tarafı alır götürürdü. Çocukluğumuzda 5-10 kuruşluk leblebi ile ceplerimizi doldurur yerdik. Seydişehir deyince aklımıza ilk önce leblebi gelirdi. Seydişehir' li bir yere giderken hediye olarak leblebi götürürdü. Sade, tuzlu, karanfilli leblebi Seydişehir' in simgesiydi. İmal edilen leblebiler kamyonlarla Anadolu’nun muhtelif yerlerine götürülerek satılırdı. Alüminyum fabrikasının kurulmasından sonra yavaş yavaş leblebici dükkânları kapanmış, fabrikaya işçi olarak girilmiştir. Böylece leblebi imali gün geçtikçe azalmış dükkânlar da bir bir kapanmıştır. Bugün 5-6 leblebi imal eden dükkân kalmıştır. M.T. A araştırmaları sonucunda Seydişehir' e 25 km. uzaklıkta mortaş mevkiinde zengin alüminyum rezervlerinin bulunması Seydişehir' in yüzünü güldürmüş, 1967 de Etibank tarafından fabrikanın temeli atılmıştır. Hızla gelişen ilçemizde nüfus patlaması olmuş, Anadolu’nun dört bir yanından binlerce işçi fabrikaya girmiş, böylece nüfus 1970 de 11965, 1985 de ise 37175' e ulaşmış, fabrika bacalarının, yükselmesiyle yerleşim hızla değişmiş tarla, bağ, bahçe, arsa fiyatlarında patlamalar olmuş, şehir her yöne doğru yayılarak büyümüştür. 2000 yılındaki nüfusumuz 48.600' dür. Seydişehir halkı, arasında samimi bir hava, sevecen bir ruh varken, kozmopolit bir hüviyete bürünmüş azınlıkta kalmıştır. Bir taraftan ilçemizin gelişmesini isterken keşke bu maden olmasaydı da eski Seydişehir olarak kalsaydık, o samimi, sade yaşantımız devam etseydi de gelenek ve göreneklerimiz bozulmadan yaşasaydık diye düşünürüm zaman zaman 1961 yılında evlenmiştim. Bir tane taksi vardı. O taksi de gelin arabamız olmuştu. Birkaç açık kamyon ile iki otobüs vardı. O günlerde bazılarının at arabası, merkebi vardı. Kağnılar ayrı bir yer tutardı. Bugün cadde ve sokaklardan taksiden geçilmiyor. Her evin apartmanların önleri taksilerle dolu. 10 bin taksi olduğunu güvenilir kaynaklardan öğrendim. Konya' ya günde bir otobüs kalkar, 5-6 saatte gider, bir otobüs de Konya' dan gelirdi. Bugünkü Hükümet binası yoktu. 1948 de yanmış, hükümet işleri birkaç şahıs binalarında görülürdü. Bugünkü Hükümet binasının merdivenleri önünde bir bahçe içerisinde, PTT binası vardı. Konya' dan gazete, mektup gelecek diye saatlerce beklerdik. 1955 yılında Konya Lisesinden mezun olacağımızın haberini heyecanla beklediğimi hiç unutamıyorum. Hey gidi günler hey. Ne tatlı anılara bunlar. Bahçe üstü dediğimiz, bu yere, 1955 yılında HÜkÜmet binası yapılmıştı. 1942 yılında öğretime açılan Merkez İlkokulu, 1948' de Mahmut Esat Efendi' niin evinde açılan Ortaokul ilçemize hizmet veriyordu. Bugün Mahmut Esat Anadolu Lisesi, Enis Şamlıoğlu Lisesi, Seydişehir Lisesi, Teknik Endüstri Meslek Lisesi, İmam Hatip Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi ile 13 ilköğretim okulu vardır. Keza Konya Selçuk Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulu modern binalarında faaliyetini sürdürmektedir. Ayrıca yaptırdığı Lise ve kurduğu Eğitim Vakfından dolayı Enis Ağabeyimi rahmet ve minnetle anmaktan geçemeyeceğim. 1948 yılında bir Sağlık Merkezi açılmış, küçük bir hastane hüviyetinde, bir doktor ile hizmet verirken, Bugün 90 yataklı SSK Hastanesi ile 110 yataklı Devlet Hastanesi hizmet vermektedir. Birkaç branş doktor hariç bütün doktorlarımız mevcuttur. Ne sevindirici, gurur verici bir olay değil mi? Sevgili Okurlarım, Sizlere bir anımı anlatayım. Yıl 1948. Ağabeyimle beraber Konya' da okuyorduk. Karne tatiline gelmiştik. Öyle bir kar yağdı ki anlatamam. Yollar kapandı. Otobüs gidemiyordu. Okullarımıza tel çekerek mazeretimizi bildirmiştik. Bizimle beraber Konya' da okuyan 10-15 kadar öğrenci vardı. Yollar açılmayınca yaya olarak ayaklarımıza çarık giydirilerek, gözlerimizin önüne kara sürülerek üç günde Konya' ya gitmiştik. Babam hasta, yatağında yatıyordu. Karnı ağrıyor bir türlü dinmek bilmiyordu. Göbeği düşmüş. Üşütmüş. Geçer gibi sözler ediliyordu. İptidai usuller, ilaçlar veriliyordu. Kiremitler ısıtılıyor. Karnına ve ayaklarına konuyordu. Sağlık Merkezinde bir pratisyen hekim görev yapıyordu. Onu getirmiştik. Doktor hastayı görünce şaşırmış, " Ne yapıyorsunuz, çekin kiremitleri, hastanın apandisti patlayacak, hemen buz torbası koyun" diyerek hastayı kurtarmıştı. Şimdi aklıma geldikçe acı acı gülüyorum. O yıllarda eczane de yoktu. Başka bir hastadan ödünç birkaç hap İstenmişti. Ne hazin günler. Bugün 20 eczane var İlçemizde. O yıllarda tarihi Seyyid-Harun ve Muallim hane Camileri hariç, basit ahşap 10 camii varken, bugün 44 modern camii mevcuttur. Çarşılar, pazarlar tamamen değişmiş, eski evlerin yerlerine betonarme evler. Apartmanlar yapılmış, modern dükkânlar, marketler, iş yerleri yapılmıştır. Seydişehir' in çehresi değişmiş, eski Seydişehir yerine modern bir şehir kurulmuştur. İlçemize bir canlılık gelmiştir. Ama ne yazık ki İlçemize layık bir aile çay bahçesi yoktur. 1940 yılında Kaymakam Vehbi GÜNEŞ tarafından yaptırıldığı söylenen Belediye Çay Bahçesi, o günlerde bundan çok daha güzeldi. Çok geniş bir alana kurulmuştu. 3-4 kamelya vardı. Sarmaşıklarla. Çiçeklerle. Ağaçlarla süslüydü. Voleybol ve ping-pong sahası bile vardı. Bahçeyi güzel bir havuz süslüyordu. Gençler zaman zaman voleybol karşılaşmaları yaparlardı. Müsamere yapılan bir salonu mevcuttu. Şimdi o kocaman park parsellenmiş, bir tarafına Ziraat Müdürlüğü, arka tarafına Halk Eğitim Müdürlüğü, önde Halk Eğitim düğün salonu vs. ufacık bir çay bahçesi kalmış. Bir tarafı bekârlara, bir tarafı da aileye mahsus olmak üzere düzenlenmiş. Etrafınızı, hatta gökyüzünü bile göremiyorsunuz. Sanki bahçe değil hapishane. Ne hikmetse gelen gidende pek yok. Seydişehir' e yaşanır güzel bir aile çay bahçesinin hizmete sunulması ne kadar güzel Olur, İlçemizin kalkınması şehir dışına da taşmış, köy ve kasabalar hatta yakın ilçelerde de ilerlemeler olmuştur. Fabrika sayesinde halkımızın, işyerimizin, esnafımızın yüzü gülmüştür. İlçemiz modern asfalt yollarla Antalya ve Konya' ya bağlanmıştır. Antalya' ya 4. Konya' ya 1,5 saatte ulaşabiliyoruz, her saat. Şehrimizin güneyinde uzanan Toros dağları silsilesi bir yay gibi azametle durmaktadır. Bu dağların ayrı ayrı isimleri vardır. Küpe dağı (2551 m.) , Çeltek, giden gelmez dağları gibi. İlçemizin mesirelik birbirinden farklı yerleri ayrı bir güzelliktedir. Kuğulu, Pınarbaşı, Beldibi, İçeri kışla, Ardıçlı Pınar, Habil dede görülmeye değer yerlerdir. Hele hele son yıllarda Kuğulu ve Pınarbaşı’nda yapılan çalışmalarla görülmeğe değer nefis birer sayfiye ve piknik yerleri olmuştur. Ilıca şehre bir km. uzaklıkta olup, kubbeli tarihi ha marnı onarılmış ve büyütülmüştür. Suyu şifalı olup, romatizmalı hastalara iyi gelmektedir. Bir tepe üzerinde olduğundan manzarası çok güzeldir. Şehrimizin güneyini süsleyen bağlar, bahçeler arasından akan Akçay ayrı bir güzellik verir. Bahçeler arasında saatlerce dolaşılır başınıza güneş değmezdi ağaç sıklığından. Yazları basit çardak şeklinde bağ evlerine göçülürdü. Salkım söğütlerin veya ağaçların altına kilim, keçe, minderler serilir, sofralar kurulur, yenir içilirdi. Komşular arasında samimi bir hava vardı. Birbirlerine gidip gelmeler, ne güzeldi. Akşamları lambalar veya löküsler yanardı. Çeşitli eğlenceler ve oyunlar oynardı. Kocaman tüfek gibi tabir edilen mısırlar tencerelerde kaynatılır, veya ateşte patlatılırdı. Tepsilerle, sinilerle çeşitli meyveler, bardak erikler, hekim erikler, armutlar gelen misafirlere ikram edilirdi. Sazlı sözlü eğlenceler yapılırdı. Tat Oğlan' ın o güzelim mis gibi, yüzü kaymaklı pişirdiği güveçler, toprak tencerelerle çarşıdan bahçelere taşınırdı. Bugün ne hazin ki o güzelim bağlar, bahçeler kalmadı. Samimiyet de bitti. Yollar açıldı. Her taraf parsellendi. Kocaman üç, dört katlı binalar yapılarak beton yığınına dönüştü o güzelim bağlar. Evet, bugün daha güzel binalar, evler, villalar oluştu ama o eski özellikler tamamen kayboldu. Güz gelince ayrı bir güzellik çökeldi o güzelim bahçelere. Ağaçların yaprakları kızarmaya, sararmaya, çayırlar üzerine dökülmeye başlardı. Bu sanki tabiatın bir sönüşüydü. Ağaçlar, elmaları, armutları çekemez olur, dallar kırılmadan meyveler zedelenmeden toplanırdı. Ayvalar sararmaya yüz tutar, cevizlerin, fındıkların kabukları çatlamaya başlardı. Artık havalar da soğumaya başlamış, bahçelerde kalmak olmazdı. Şehre evlerimize göçülürdü. Meyveler toplanır evlere taşınırdı. Ağaçlarda fındıklardan, cevizlerden, elmalardan, armutlardan, ayvalardan kalanlar olurdu. Yüksek dallardan alınamayanlar kalırdı. Çocuklar, gençler bahçeleri gezenler, ağaçların altında, yapraklar arasında veya dallarda kalan Bu meyveleri toplarlardı. Buna başaklama denirdi. Bu çok zevkli ve eğlenceli bir işti. Artık okullar açılmaya başlayacaktır. Ekim ayı gelmiştir. Sevgili Hemşerilerim. Şimdi sizlere bağ bozumu şenliklerini anlatayım. İlçemizde Karacalar, Değirmen Önü. Harmanbaşı, Pınarbaşı gibi yörelerde üzüm bağları vardır. Birçok kimsenin bir veya birkaç üzüm bağları olurdu. Belediye, Çiftçi Malları Koruması tarafından hangi tarihte hangi yörenin üzüm bağları bozulacağı tellallar tarafından halka duyurulurdu. Üzüm bağı olanlar, arabalar, kağnılar tutardı. Atlar, eşekler ile üzüm bağlarına gidilirdi. Atların, öküzlerin boğazlarına çanlar takarlardı. Bağ bozumu şenlikleri başlardı. Tatlılar, baklavalar, börekler, yemekler, güveçler, etler hazırlanır öyle gidilirdi. Sabahın erken saatlerinde yollara düşülürdü. Ne eğlenceli güzel günlerdi. Bağ bozumuna başlama. Salkımlar kesilip, koparılıp küfelere, sepetlere doldurulurdu Ak üzümler, büzgülü, kızıl üzüm gibi çeşitli üzümler olurdu. Güzel salkımlar ayrı toplanırdı. Sorkun tabir edilen ince söğüt dalları ile örülür, asılır veya hasırlar üzeri ne serilirdi. Şimdi pazarlarda o üzümlerden ararım da bulamam. Üzüm toplamadan bıkar usanırdık. Hatta kızardık bile. Tüfekleri olanlar arada bir havaya ateş ederlerdi. Benim de bir basit 10 liraya aldığım daIma Şey şana denen bir tüfeğim vardı. Kurusıkı tabir edilen sıkı yapar, arada bir, biz de ağabeyimle atılan tüfeklere cevap verirdik. Bir neşe, bir curcuna, bir şenlik içerisinde bağ bozumu yapılırdı. Artık iş bitmiştir. Sofralar kurulur yemekler yenir içilir, evlere dönüş hazırlıkları Başlardı. Dönüş de ayrı bir âlemdi. Çalgılı sazlı sözlü şenlikler yapılırdı. İşlerini bitirenler hazırlanırlar. Sanki bir konvoy oluşurdu. Yollarda çocuklar, kadınlar Üzüm isterler. Onlara salkım salkım üzüm dağıtılırdı. Evlerimizde üzüm olukları veya şıra haneler olurdu. Küfelerle gelen üzümler üzüm Oluklarına dökülürdü. Üzüm olukları tahtadan veya betondan yapılırdı. Üzüm oluklarına ayaklar yıkanarak girilir, üzümler çiğnenmeye başlanırdı. Üzümler çiğnendikçe oluğun önündeki deliklerden leğenlere şıra akardı. Leğenler doldukça kazanlara aktarılırdı. Amanın ne güzel içimi olurdu O şıraların. Bardak bardak, tas tas içerdik. Bakır pekmez leğenimiz vardı, kocaman. İnanın çapı bir metre gelirdi. Pekmez Ocakları hazırlanırdı. Kıl çuvalların dibine, beyaz pekmez toprağı ve kül konur, bu torbalar uygun ağaçlara veya uygun yerlere asılır, içine şıra doldurulurdu. Bu iş akşamları yapılır, sabaha kadar bekletilir, dinlendirilirdi. Bu torbalara arap denirdi. Sabahleyin bu kıl torbalardan alınan şıra. Kaynatılmak üzere leğenlere dökülürdü. Hala çözemediğim bu ak toprağın sırrı neydi? Artık pekmez kaynatılmaya başlanır, akşamlara kadar devam eder, koyu sarı köpükler oluşur, o köpüklerden sahanlara alınır, parmaklarımızla yerdik, yalardık. Ona doyum olmazdı. Hele hele çocuklar. Ah! O günlere bir dönebilmeyi ne kadar isterim. Artık kaynamanın sonuna gelinmiştir. Akşam karanlığı bastırınca ağaçlara lambalar, fenerler asılmıştır. İşler alaca karanlıkta yürütülmeye çalışılırdı. Anneler, babalar yorgun argın iş görürken küçük yaramaz çocuklar büyüklerin telaşlı Olduğu bu anlarda aralarda dolaşırlar, oyunlar oynarlar, yaramazlık yaparlardı. Kaynatılan pekmezler leğenlerde soğuduktan sonra küplere doldurulurdu. Her sabah Tabaklara konan pekmezler yenir, hatta içilirdi. Ayrıca patlıcan ve kabak pestilleri yapılır, ayrıca pekmezin içine nişasta karıştırılır, bu karışımın içine cevizler konarak kaynatılır, sinilere ince ince dökülür, soğuyunca baklava gibi kesilir, sırça küplere konurdu. Kış gecelerinde nevale olarak çıkarılır yenir ikram edilirdi misafirlere. Buna köfte denirdi. Çok nefis olurdu. Düşünüyorum da nerede o bağlar, üzümler, pekmezler hepsi yok oldu. Hepsine hasret kaldık. Şimdi sofralarımız daha zengin. Yumurta, peynir, süt, zeytin, reçel, bal vs. dolu. O canım saf pekmezleri bulmak hayli zor. Pekmez kaynatma 3-5 gün sürdüğü olurdu. Pekmez olayı bittikten sonra sirke yapımına gelinirdi. Şırası kalmaz üzüm küspesinin üzeri kilimlerle kapatılır, birkaç gün bekletildikten sonra, yeterince su dökülür çiğnenirdi. Çıkan sirke küplere doldurulurdu. Çocukluğumda bir kilerimiz vardı. Duvarlarında çiviler çakılıydı. Dizilen üzümler, ayvalar, armutlar, domatesler asılırdı. Mis gibi meyve kokardı. Anneciğim bunları büyük bir Uğraşı ile yapardı. Zaman zaman kilere girer istediğimden alırdım. Oraya girdiğimde bir rahatlık ve huzur duyardım. Bugün o mis gibi kokuları duyar gibiyim sanki. İşte size çocukluğum ve gençliğimle ilgili Seydişehirli olmanın verdiği gururla. Çok sevdiğim Seydişehir' den bir demet sundum. Mutluluklar ve esenlikler dileğiyle, kucak dolusu sevgiler, saygılar.’’
Merhum eğitimci emekli Sezai Bolat’tan sağlığında www.seydisehirgundem.com internet sitemize 1930'lu yılların Seydişehir’ini 2012 yılında kendisinden dinlemiştim.

O günlerde çok güzel söyleşi olmuştu. Bana o yıllarda ki ilçenin eğitimini, kafesli evlerini, insanların yaşamını, kılık- kıyafeti, yemek ve tatlıları, meyveleri sizlerle paylaşmak istedim.

Sezai Bolat 1936 yılında Seydişehir’de doğdu. 22 Aralık 2016 Perşembe günü 80 yaşında vefat etti.

Değerli hocamı saygıyla anıyorum!

Sizleri hocamın anılarıyla baş başa bırakıyorum:

‘’Bugün Seydişehir elli bin nüfusuyla bir şehir görünümünde, il olmayı çoktan hak etmiş bir Anadolu şehridir.

Cadde ve sokaklarıyla, resmi binalarıyla, apartmanlarıyla, dev tesisleriyle, fabrikasıyla, okullarıyla, demokratik kitle örgütleriyle, kamu kurum ve kuruluşlarıyla, sevecen samimi insanlarıyla, insanı büyüleyen bir şehirdir. Seydişehir' in tarihine bakarsak 1730 yılında ilçe olduğu anlaşılmaktadır. 1871 yılında da Belediye teşkilatı kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde 1927 yılında ilk nüfus sayımı yapılmış, Seydişehir' in nüfusu 3779 olarak belirlenmiştir. 1950 yılında 4525, 1960 yılında ise 6303 dür.

Seydişehir' de iş merkezleri yoktur. Halkın geçim kaynağı tarıma dayanır. Küçük zanaatkârlar az miktarda da ticaretle uğraşanlar teşkil ederdi. Etibank tesislerinin kurulmasından önce, halkın bir bölümü geçimini leblebi üretimi ile sağlardı. Suğla gölünün sulak toprakları çok mümbit bir tarım arazisidir. Bu ovada yetiştirilen iri nohutlar leblebi imalinin ana maddesidir. Leblebiciler çarşısında ha1ta mahalle aralarında leblebi imal edilen dükkânı ar vardı. 90-100 civarında leblebi imalathanesi vardı. Çok zor şartlar altında çalışırlardı. Çarşının leblebiciler sokağından geçerken türüm türüm taze leblebi kokusu her tarafı alır götürürdü. Çocukluğumuzda 5-10 kuruşluk leblebi ile ceplerimizi doldurur yerdik. Seydişehir deyince aklımıza ilk önce leblebi gelirdi. Seydişehir' li bir yere giderken hediye olarak leblebi götürürdü. Sade, tuzlu, karanfilli leblebi Seydişehir' in simgesiydi. İmal edilen leblebiler kamyonlarla Anadolu’nun muhtelif yerlerine götürülerek satılırdı.

Alüminyum fabrikasının kurulmasından sonra yavaş yavaş leblebici dükkânları kapanmış, fabrikaya işçi olarak girilmiştir. Böylece leblebi imali gün geçtikçe azalmış dükkânlar da bir bir kapanmıştır. Bugün 5-6 leblebi imal eden dükkân kalmıştır.

M.T. A araştırmaları sonucunda Seydişehir' e 25 km. uzaklıkta mortaş mevkiinde zengin alüminyum rezervlerinin bulunması Seydişehir' in yüzünü güldürmüş, 1967 de Etibank tarafından fabrikanın temeli atılmıştır. Hızla gelişen ilçemizde nüfus patlaması olmuş, Anadolu’nun dört bir yanından binlerce işçi fabrikaya girmiş, böylece nüfus 1970 de 11965, 1985 de ise 37175' e ulaşmış, fabrika bacalarının, yükselmesiyle yerleşim hızla değişmiş tarla, bağ, bahçe, arsa fiyatlarında patlamalar olmuş, şehir her yöne doğru yayılarak büyümüştür. 2000 yılındaki nüfusumuz 48.600' dür.

Seydişehir halkı, arasında samimi bir hava, sevecen bir ruh varken, kozmopolit bir hüviyete bürünmüş azınlıkta kalmıştır. Bir taraftan ilçemizin gelişmesini isterken keşke bu maden olmasaydı da eski Seydişehir olarak kalsaydık, o samimi, sade yaşantımız devam etseydi de gelenek ve göreneklerimiz bozulmadan yaşasaydık diye düşünürüm zaman zaman

1961 yılında evlenmiştim. Bir tane taksi vardı. O taksi de gelin arabamız olmuştu. Birkaç açık kamyon ile iki otobüs vardı. O günlerde bazılarının at arabası, merkebi vardı. Kağnılar ayrı bir yer tutardı. Bugün cadde ve sokaklardan taksiden geçilmiyor. Her evin apartmanların önleri taksilerle dolu. 10 bin taksi olduğunu güvenilir kaynaklardan öğrendim.

Konya' ya günde bir otobüs kalkar, 5-6 saatte gider, bir otobüs de Konya' dan gelirdi. Bugünkü Hükümet binası yoktu. 1948 de yanmış, hükümet işleri birkaç şahıs binalarında görülürdü. Bugünkü Hükümet binasının merdivenleri önünde bir bahçe içerisinde, PTT binası vardı. Konya' dan gazete, mektup gelecek diye saatlerce beklerdik. 1955 yılında Konya Lisesinden mezun olacağımızın haberini heyecanla beklediğimi hiç unutamıyorum. Hey gidi günler hey. Ne tatlı anılara bunlar. Bahçe üstü dediğimiz, bu yere, 1955 yılında HÜkÜmet binası yapılmıştı. 1942 yılında öğretime açılan Merkez İlkokulu, 1948' de Mahmut Esat Efendi' niin evinde açılan Ortaokul ilçemize hizmet veriyordu.

Bugün Mahmut Esat Anadolu Lisesi, Enis Şamlıoğlu Lisesi, Seydişehir Lisesi, Teknik Endüstri Meslek Lisesi, İmam Hatip Lisesi, Ticaret Meslek Lisesi, Sağlık Meslek Lisesi ile 13 ilköğretim okulu vardır. Keza Konya Selçuk Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulu modern binalarında faaliyetini sürdürmektedir. Ayrıca yaptırdığı Lise ve kurduğu Eğitim Vakfından dolayı Enis Ağabeyimi rahmet ve minnetle anmaktan geçemeyeceğim.

1948 yılında bir Sağlık Merkezi açılmış, küçük bir hastane hüviyetinde, bir doktor ile hizmet verirken, Bugün 90 yataklı SSK Hastanesi ile 110 yataklı Devlet Hastanesi hizmet vermektedir. Birkaç branş doktor hariç bütün doktorlarımız mevcuttur. Ne sevindirici, gurur verici bir olay değil mi?

Sevgili Okurlarım,

Sizlere bir anımı anlatayım. Yıl 1948. Ağabeyimle beraber Konya' da okuyorduk.

Karne tatiline gelmiştik. Öyle bir kar yağdı ki anlatamam. Yollar kapandı. Otobüs gidemiyordu. Okullarımıza tel çekerek mazeretimizi bildirmiştik. Bizimle beraber Konya' da okuyan 10-15 kadar öğrenci vardı. Yollar açılmayınca yaya olarak ayaklarımıza çarık giydirilerek, gözlerimizin önüne kara sürülerek üç günde Konya' ya gitmiştik. Babam hasta, yatağında yatıyordu. Karnı ağrıyor bir türlü dinmek bilmiyordu. Göbeği düşmüş. Üşütmüş. Geçer gibi sözler ediliyordu. İptidai usuller, ilaçlar veriliyordu. Kiremitler ısıtılıyor. Karnına ve ayaklarına konuyordu. Sağlık Merkezinde bir pratisyen hekim görev yapıyordu. Onu getirmiştik. Doktor hastayı görünce şaşırmış, " Ne yapıyorsunuz, çekin kiremitleri, hastanın apandisti patlayacak, hemen buz torbası koyun" diyerek hastayı kurtarmıştı. Şimdi aklıma geldikçe acı acı gülüyorum. O yıllarda eczane de yoktu. Başka bir hastadan ödünç birkaç hap

İstenmişti. Ne hazin günler. Bugün 20 eczane var İlçemizde.

O yıllarda tarihi Seyyid-Harun ve Muallim hane Camileri hariç, basit ahşap 10 camii varken, bugün 44 modern camii mevcuttur.

Çarşılar, pazarlar tamamen değişmiş, eski evlerin yerlerine betonarme evler. Apartmanlar yapılmış, modern dükkânlar, marketler, iş yerleri yapılmıştır. Seydişehir' in çehresi değişmiş, eski Seydişehir yerine modern bir şehir kurulmuştur. İlçemize bir canlılık gelmiştir.

Ama ne yazık ki İlçemize layık bir aile çay bahçesi yoktur. 1940 yılında Kaymakam Vehbi GÜNEŞ tarafından yaptırıldığı söylenen Belediye Çay Bahçesi, o günlerde bundan çok daha güzeldi. Çok geniş bir alana kurulmuştu. 3-4 kamelya vardı. Sarmaşıklarla. Çiçeklerle. Ağaçlarla süslüydü. Voleybol ve ping-pong sahası bile vardı. Bahçeyi güzel bir havuz süslüyordu. Gençler zaman zaman voleybol karşılaşmaları yaparlardı. Müsamere yapılan bir salonu mevcuttu.

Şimdi o kocaman park parsellenmiş, bir tarafına Ziraat Müdürlüğü, arka tarafına Halk Eğitim Müdürlüğü, önde Halk Eğitim düğün salonu vs. ufacık bir çay bahçesi kalmış. Bir tarafı bekârlara, bir tarafı da aileye mahsus olmak üzere düzenlenmiş. Etrafınızı, hatta gökyüzünü bile göremiyorsunuz. Sanki bahçe değil hapishane. Ne hikmetse gelen gidende pek yok.

Seydişehir' e yaşanır güzel bir aile çay bahçesinin hizmete sunulması ne kadar güzel

Olur, İlçemizin kalkınması şehir dışına da taşmış, köy ve kasabalar hatta yakın ilçelerde de ilerlemeler olmuştur. Fabrika sayesinde halkımızın, işyerimizin, esnafımızın yüzü gülmüştür.

İlçemiz modern asfalt yollarla Antalya ve Konya' ya bağlanmıştır. Antalya' ya 4.

Konya' ya 1,5 saatte ulaşabiliyoruz, her saat. Şehrimizin güneyinde uzanan Toros dağları silsilesi bir yay gibi azametle durmaktadır. Bu dağların ayrı ayrı isimleri vardır. Küpe dağı (2551 m.) , Çeltek, giden gelmez dağları gibi.

İlçemizin mesirelik birbirinden farklı yerleri ayrı bir güzelliktedir. Kuğulu, Pınarbaşı, Beldibi, İçeri kışla, Ardıçlı Pınar, Habil dede görülmeye değer yerlerdir. Hele hele son yıllarda Kuğulu ve Pınarbaşı’nda yapılan çalışmalarla görülmeğe değer nefis birer sayfiye ve piknik yerleri olmuştur.

Ilıca şehre bir km. uzaklıkta olup, kubbeli tarihi ha marnı onarılmış ve büyütülmüştür. Suyu şifalı olup, romatizmalı hastalara iyi gelmektedir. Bir tepe üzerinde olduğundan manzarası çok güzeldir.

Şehrimizin güneyini süsleyen bağlar, bahçeler arasından akan Akçay ayrı bir güzellik verir.

Bahçeler arasında saatlerce dolaşılır başınıza güneş değmezdi ağaç sıklığından. Yazları basit çardak şeklinde bağ evlerine göçülürdü. Salkım söğütlerin veya ağaçların altına kilim, keçe, minderler serilir, sofralar kurulur, yenir içilirdi. Komşular arasında samimi bir hava vardı. Birbirlerine gidip gelmeler, ne güzeldi. Akşamları lambalar veya löküsler yanardı. Çeşitli eğlenceler ve oyunlar oynardı. Kocaman tüfek gibi tabir edilen mısırlar tencerelerde kaynatılır, veya ateşte patlatılırdı. Tepsilerle, sinilerle çeşitli meyveler, bardak erikler, hekim erikler, armutlar gelen misafirlere ikram edilirdi. Sazlı sözlü eğlenceler yapılırdı.

Tat Oğlan' ın o güzelim mis gibi, yüzü kaymaklı pişirdiği güveçler, toprak tencerelerle çarşıdan bahçelere taşınırdı.

Bugün ne hazin ki o güzelim bağlar, bahçeler kalmadı. Samimiyet de bitti. Yollar açıldı. Her taraf parsellendi. Kocaman üç, dört katlı binalar yapılarak beton yığınına dönüştü o güzelim bağlar. Evet, bugün daha güzel binalar, evler, villalar oluştu ama o eski özellikler tamamen kayboldu.

Güz gelince ayrı bir güzellik çökeldi o güzelim bahçelere. Ağaçların yaprakları kızarmaya, sararmaya, çayırlar üzerine dökülmeye başlardı. Bu sanki tabiatın bir sönüşüydü.

Ağaçlar, elmaları, armutları çekemez olur, dallar kırılmadan meyveler zedelenmeden toplanırdı. Ayvalar sararmaya yüz tutar, cevizlerin, fındıkların kabukları çatlamaya başlardı. Artık havalar da soğumaya başlamış, bahçelerde kalmak olmazdı. Şehre evlerimize göçülürdü. Meyveler toplanır evlere taşınırdı. Ağaçlarda fındıklardan, cevizlerden, elmalardan, armutlardan, ayvalardan kalanlar olurdu. Yüksek dallardan alınamayanlar kalırdı. Çocuklar, gençler bahçeleri gezenler, ağaçların altında, yapraklar arasında veya dallarda kalan

Bu meyveleri toplarlardı. Buna başaklama denirdi. Bu çok zevkli ve eğlenceli bir işti.

Artık okullar açılmaya başlayacaktır. Ekim ayı gelmiştir. Sevgili Hemşerilerim.

Şimdi sizlere bağ bozumu şenliklerini anlatayım. İlçemizde Karacalar, Değirmen Önü. Harmanbaşı, Pınarbaşı gibi yörelerde üzüm bağları vardır. Birçok kimsenin bir veya birkaç üzüm bağları olurdu. Belediye, Çiftçi Malları Koruması tarafından hangi tarihte hangi yörenin üzüm bağları bozulacağı tellallar tarafından halka duyurulurdu.

Üzüm bağı olanlar, arabalar, kağnılar tutardı. Atlar, eşekler ile üzüm bağlarına gidilirdi. Atların, öküzlerin boğazlarına çanlar takarlardı. Bağ bozumu şenlikleri başlardı. Tatlılar, baklavalar, börekler, yemekler, güveçler, etler hazırlanır öyle gidilirdi.

Sabahın erken saatlerinde yollara düşülürdü. Ne eğlenceli güzel günlerdi.

Bağ bozumuna başlama. Salkımlar kesilip, koparılıp küfelere, sepetlere doldurulurdu Ak üzümler, büzgülü, kızıl üzüm gibi çeşitli üzümler olurdu. Güzel salkımlar ayrı toplanırdı. Sorkun tabir edilen ince söğüt dalları ile örülür, asılır veya hasırlar üzeri ne serilirdi. Şimdi pazarlarda o üzümlerden ararım da bulamam.

Üzüm toplamadan bıkar usanırdık. Hatta kızardık bile. Tüfekleri olanlar arada bir havaya ateş ederlerdi. Benim de bir basit 10 liraya aldığım daIma Şey şana denen bir tüfeğim vardı. Kurusıkı tabir edilen sıkı yapar, arada bir, biz de ağabeyimle atılan tüfeklere cevap verirdik. Bir neşe, bir curcuna, bir şenlik içerisinde bağ bozumu yapılırdı.

Artık iş bitmiştir. Sofralar kurulur yemekler yenir içilir, evlere dönüş hazırlıkları

Başlardı. Dönüş de ayrı bir âlemdi. Çalgılı sazlı sözlü şenlikler yapılırdı.

İşlerini bitirenler hazırlanırlar. Sanki bir konvoy oluşurdu. Yollarda çocuklar, kadınlar Üzüm isterler. Onlara salkım salkım üzüm dağıtılırdı.

Evlerimizde üzüm olukları veya şıra haneler olurdu. Küfelerle gelen üzümler üzüm Oluklarına dökülürdü. Üzüm olukları tahtadan veya betondan yapılırdı.

Üzüm oluklarına ayaklar yıkanarak girilir, üzümler çiğnenmeye başlanırdı. Üzümler çiğnendikçe oluğun önündeki deliklerden leğenlere şıra akardı. Leğenler doldukça kazanlara aktarılırdı. Amanın ne güzel içimi olurdu O şıraların. Bardak bardak, tas tas içerdik.

Bakır pekmez leğenimiz vardı, kocaman. İnanın çapı bir metre gelirdi. Pekmez

Ocakları hazırlanırdı.

Kıl çuvalların dibine, beyaz pekmez toprağı ve kül konur, bu torbalar uygun ağaçlara veya uygun yerlere asılır, içine şıra doldurulurdu. Bu iş akşamları yapılır, sabaha kadar bekletilir, dinlendirilirdi. Bu torbalara arap denirdi. Sabahleyin bu kıl torbalardan alınan şıra. Kaynatılmak üzere leğenlere dökülürdü. Hala çözemediğim bu ak toprağın sırrı neydi?

Artık pekmez kaynatılmaya başlanır, akşamlara kadar devam eder, koyu sarı köpükler oluşur, o köpüklerden sahanlara alınır, parmaklarımızla yerdik, yalardık. Ona doyum olmazdı. Hele hele çocuklar.

Ah! O günlere bir dönebilmeyi ne kadar isterim. Artık kaynamanın sonuna gelinmiştir. Akşam karanlığı bastırınca ağaçlara lambalar, fenerler asılmıştır. İşler alaca karanlıkta yürütülmeye çalışılırdı.

Anneler, babalar yorgun argın iş görürken küçük yaramaz çocuklar büyüklerin telaşlı Olduğu bu anlarda aralarda dolaşırlar, oyunlar oynarlar, yaramazlık yaparlardı.

Kaynatılan pekmezler leğenlerde soğuduktan sonra küplere doldurulurdu. Her sabah Tabaklara konan pekmezler yenir, hatta içilirdi.

Ayrıca patlıcan ve kabak pestilleri yapılır, ayrıca pekmezin içine nişasta karıştırılır, bu karışımın içine cevizler konarak kaynatılır, sinilere ince ince dökülür, soğuyunca baklava gibi kesilir, sırça küplere konurdu. Kış gecelerinde nevale olarak çıkarılır yenir ikram edilirdi misafirlere. Buna köfte denirdi. Çok nefis olurdu.

Düşünüyorum da nerede o bağlar, üzümler, pekmezler hepsi yok oldu. Hepsine hasret kaldık.

Şimdi sofralarımız daha zengin. Yumurta, peynir, süt, zeytin, reçel, bal vs. dolu. O canım saf pekmezleri bulmak hayli zor.

Pekmez kaynatma 3-5 gün sürdüğü olurdu. Pekmez olayı bittikten sonra sirke yapımına gelinirdi. Şırası kalmaz üzüm küspesinin üzeri kilimlerle kapatılır, birkaç gün bekletildikten sonra, yeterince su dökülür çiğnenirdi. Çıkan sirke küplere doldurulurdu.

Çocukluğumda bir kilerimiz vardı. Duvarlarında çiviler çakılıydı. Dizilen üzümler, ayvalar, armutlar, domatesler asılırdı. Mis gibi meyve kokardı. Anneciğim bunları büyük bir Uğraşı ile yapardı. Zaman zaman kilere girer istediğimden alırdım. Oraya girdiğimde bir rahatlık ve huzur duyardım. Bugün o mis gibi kokuları duyar gibiyim sanki.

İşte size çocukluğum ve gençliğimle ilgili Seydişehirli olmanın verdiği gururla. Çok sevdiğim Seydişehir' den bir demet sundum.

Mutluluklar ve esenlikler dileğiyle, kucak dolusu sevgiler, saygılar.’’

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (4 )

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Tolga
(01.04.2024 21:50 - #545)
Kendisi dedem olur çok iyi bir insandı nurlar için de yatsın.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Gülay Bolat Tekin
(02.04.2024 10:17 - #547)
Canım babamla yaptığınız söyleşiyi yayınladığınız için çok teşekkür ederim Enver bey.Çok gururlandım .Nurlar icinde, ışıklar icinde uyusun.İyiki varsınız.Gülay Bolat Tekin
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Asuman şeker
(02.04.2024 13:20 - #548)
Benimde öğretmenimdi nur içinde yatsın mekanı cennet olsun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Gülay
(02.04.2024 20:52 - #554)
Nurlar içinde yatsin mekanı cennet olsun
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.