whatsapp

Rudi Paul Lindner ve Osmanlı Tarihöncesi

İZ BIRAKANLAR (SG) - Seydişehir Gündem | 10.07.2023 - 11:54, Güncelleme: 10.07.2023 - 12:14
 

Rudi Paul Lindner ve Osmanlı Tarihöncesi

Makalenin amacı “Exploration in Ottoman Prehistory” adıyla Mişigan Pres (Michigan Press) Üniversitesi tarafından 2021’de yayımlanan Rudi Paul Lindner’e ait, Kronik Kitap’ca Osmanlı Tarihöncesi adıyla Ekim 2022’de yayınlanan eseri tanıtmaya çalışmak ve eleştirmektir.
Ramazan Topraklı/ Yüksek müh. RUDİ PAUL LİNDNER VE OSMANLI TARİHÖNCESİ “pas d’histoire sans géographie” historique Özet Makalenin amacı “Exploration in Ottoman Prehistory” adıyla Mişigan Pres (Michigan Press) Üniversitesi tarafından 2021’de yayımlanan Rudi Paul Lindner’e ait, Kronik Kitap’ca Osmanlı Tarihöncesi adıyla Ekim 2022’de yayınlanan eseri tanıtmaya çalışmak ve eleştirmektir. Çok emek verilerek ve çok sayıda kaynağa ulaşarak ortaya konulan eserde birçok mühim hususa dikkat çekilir, ama maalesef kitap, birçok tarihî coğrafya hatasıyla doludur. İbn Hordazbih ve el-İdrîsî gibi İslâm coğrafyacılarına hiç; Aksarayî, Kazvinî, Halkokondiles, Deguignes ve sair tarihçilere gerekli yer verilmemiştir. Ayrıca Herodotos, Strabon, Anna Komnena, Kinnamos ve Honiyates gibi tarihçilerin verdiği isimler araziye yerleştirilmeden, Remsi’nin (W. M. Ramsay) Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası adlı eserindeki hataları bilmeden, Osmanlı’nın kuruluşuyla ilgili çok sayıda hatalı ayrıntıya girilmiştir. Lindner’in hataları ancak, doğru tarihî coğrafya nazara alındığında görülebilecektir. Açar Kelimeler: Rudi Paul Lindner, İlk Osmanlılar, Söğüt, Ammuriye, Amorion, Amurios, İznik, Gaita, Pithekas  Giriş Eser, genelde güzel bir Türkçeyle tercüme edilmiştir. Kitapta gözleri yormayan bir yazı biçimi ve kağıt rengi seçmiş oldukları için Kronik ve Ayda Arel’e çok teşekkür ederim. Ancak eser için, Osmanlı Tarihöncesi başlığını anlamakta zorlandım. Yazar bitki, edebiyat, nümismatik, vs kitaplarından tutun da, yemek kitaplarına kadar 300’ün üzerinde eserden yararlanmıştır ki, takdire şayandır. Ama bütün buna rağmen yanlış yapmaktan kurtulamamıştır. Yazarın, bizim kesin sandığımız ve öyle bildiğimiz bazı konularda şüphe belirtmesi okuyucuyu düşünmeye sevk etmektedir. Yazar, bizde pek olmayan bir hasletle, olayları çok sık sorgulamakta ve mantıkî deliller getirmektedir ki, bunlar bize örnek olacak hususlardır. Kendisini de eleştirmekten çekinmeyen Lindner, teşekkürü hak etmektedir. Louis Robert’in “Coğrafyasız tarih olmaz” sözüne önem atfeden Lindner, coğrafyadan “Tarihî Coğrafyayı”  kastediyor olmalıdır. İkinci baskıdaki önsözünde bunu kendisi de söyler, ama o, hatalı olarak “Tarihsel Coğrafya” tercüme edilmiştir. Bu konuda 1890’da çıkan ilk kitap, 1960’da “Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası” olarak tercüme edilmiştir ki, tarihsel değil, tarihî olmalıdır. Ayda Arel gibi düşünürsek fizikî coğrafya için fiziksel, siyasî coğrafya için siyasal mı diyeceğiz? İlmî kavramları değiştirmek kanaatimce yanlıştır. Yazınsal üretim için edebî üretim (s.32); baniliğin artması için bayındırlığın artması (s.33); değişke için ?; kaynağından pek az yararlanır için eserinden pek az yararlanılır (s.37); varsıl için varlıklı; varsıllık için zenginlik olmalıdır (s.76). Pahimeris yazılması güzel olmuştur. Lindner, 1985’de Amerika’da bir bildiriyi imzalamadığı için Türk yetkililerin Türkiye arşivleriyle kütüphanelerini kendisine açmadıklarını, bu yüzden de Türk ilgililere teşekkür etmediğini ve esefle karşıladığını söyler (s.7, 28, 40). 2010’da bir Türk akademisyene, Vaşington-NARA “siz bunu görmeye yetkili değilsiniz” diyerek, bir arşiv kutusunu vermez. Demek ki bu gibi olaylar Türklere has değil. Onun için Türk yetkililere esef etmeyiniz. Türkler, Konya, İzmir, Bergama, Barla (Parlais), Isparta ve sair hiçbir yer adını değiştirmediler. Şayet değiştirselerdi tarihte bir arpa boyu yol alamazdık. Son zamanki bazı yer adları değişikliğinin sebebi hikmeti de maalesef yine Batı’dır. Yazar, girişte “Oyunun yer aldığı sahne” bölümde ilginç bazı bilgiler verir: 1211 Gıyaseddin Keyhüsrev’in şehit düştüğü savaşın, “Pisidya yakınlarındaki Antakya’da” yapıldığını söyler ki, Pisidya yakınındaki Antakya Yalvaç’tır. Bu savaş için merhum Feridun Dirimtekin, 1944’de Yalvaç muharebesi demişti. Bizde tarihçilik ileri gidecekken, geri gittiği için Tuncer Baykara dâhil birçok tarihçi bu savaş için Manisa-Alaşehir savaşı der. Eskiçağ tarihçisi de Yalvaç için Pisidya yakınındaki Antakya veya Firikya Antakyası diyecekken, “Pisidia Antiocheia” der. Bu iki ifade arasında dağlar kadar fark vardır. Atatürk sağ olsaydı, Türkçe yerine “Pisidia Antiocheia” yazanların yüzlerine tükürürdü. Yazar, yine aynı sayfada “Anadolu Selçukluları’nın 12’inci yüzyıldaki tarihine içeriden bakmamızı sağlayacak kaynakların yokluğu yüzünden Türklerin 1071 ile 1204 tarihleri arasında neler yaptıklarını bilemiyoruz” (s.33) diye yanılır. Çünkü, bu hususta Anna Komnena, Kinnamos, Khoniates ve şark kaylarında yeteri kadar bilgi vardır. Bu değerli eser, güven vermeyen ilk Osmanlı eserlerinden ziyade, çağdaş eserlere göre eleştirilecektir. Kitap, Osmanlı milletlerinin kökenleri, Neden Söğüt, Üç şehirli bir masal (Eskişehir, Karacahisar ve Kütahya) Osmanlı bağımsızlığının oluşturulması ve 1302 Sakarya’da bahar gibi beş bölüm hâlinde kaleme alınmıştır. Rindler’in Sorguladığı Konular İlk Osmanlıların Anadolu’ya 11 mi, yoksa 13. yy’da mı geldiklerini ve Kayı bağlantısı sorgular. İlk Osmanlı tarihçilerini sorgular. Buna rağmen onlardan birçok alıntı verir. Köprülü’nün ise, Osmanlı tarihçileri yerine, Selçuklu ve Bizans kaynaklarını esas aldığını sorgular. Köprülü’nün, İlk Osmanlılar için Selçuklularla beraber 11 inci yy’da Rûm’a geldikleri ve Kayı boyu iddiası ile Süleyman Şah’a ait olan Mezar-ı Türk’ü sorgular. Söğüt civarını toprak yapısı, bitki örtüsü, iklim ve eski yerleşimler açısından sorgular. Bizim gözü kapalı kabul ettiğimiz Domaniç’in yaylak olup olamayacağını sorgular. O kadar ayrıntıya girer ki, bir noktadan sonra insan sıkılıyor. Ana kaynakları bırakıp, sinekten yağ çıkarmaya çalışır. Elbette her bilginin bir yararı var; biliyorum. Söğüt çevresinde eski yerleşimlerin olmadığının tesbiti, işime yaradı. Böylece İmparator II. Andronikos’un Amourios’a (Hamid Bey) neden Söğüt çevresini sattığını daha iyi anladım. Türkmenler, Eğirdir Gölü’nün şarkına sıkışmış, yer arıyor ve Bizans’a giriyorlardı. Onun için de imparator, Hamid Beye boş olan Söğüt civarını satmış olmalıydı. Yazar, Söğüt’te darp edilen sikkeleri tartışır. Söğüt, Alexiad’da Sogouda geçer (Anna, 1996: 483), ama bu yer, Hoyran Gölü civarındadır. Türkler, Sogouda’yı Söğüt telâffuz etmiş olmalılar. Bilâhare Yunanlılar “Itaias”, yâni Söğüt demişler (s.81). Sevan Nişanyan, “Thêbasion” diyor (Nişanyan, 2020: 255, Y1231). Yazar, Söğüt ve Bilecik bölgesini, bitki örtüsü, orman, ziraat, hayvancılık, yemek vs. gibi birçok açıdan sorgular ve Malagina, Gaita ve Pithekas gibi birçok tarihî coğrafya hatası yapar. İkinci Haçlı seferinde (1147) imparator Konrad’ın yolunu ve Söğüt’ten geçmiş olabileceğini sorgular, ama incelediği yollar, XV. Asırdan sonraki yollardır. Bursa-İnegöl yanı ve Ertuğrul’un 1240’da kuşattığı, Osman’ın 1288’de zaptettiği (Remsi, 1960: 15) Senirkent-Yassıören olmak üzere iki Malagina vardır. Gaita, Akşehir-Akait (Üçhüyük), Pithekas ise Barla’dır. Türbenin Ertuğrul’a ait olup olmadığını ve Karakeçili Yörüklerinin Osmanlı soydaşlığını sorgular (s.91). Karacahisar (Dorylaion) çevresi ile İt-burnu köyünü sorgular. Osman’ın 1257’de Gelendost civarında doğduğu, 20 yaşlarında evlendiği ve en erken 25 yaşlarında Söğüt civarına gittiği hesabıyla, zikredilen İt-burnu, Hamid livası, Afşar (Gelendost) kazasına tâbi İt-burnu karyesi olması gerekmez mi? (438 Nu. MVAD I, 1993, s.65, 310). Afşar’ın tarihî Balı Mescidi Mahallesi [diğer ikisi Ulucami ve Bali Bey], Şeyh Ede-Balı’yı hatırlatmaz mı? Yazar, döne döne ilk Osmanlı kaynaklarıyla Ertuğrul’un Selçuklu hizmetine girişini, Cimri’yi, Alişir, Kütahya, Yarhisar (İlyas Bey), Ermeni derbendi, Yenişehir ve Alaşehir’i (Filadelfiya) sorgular, ama söz konusu Alaşehir’in Yalvaç olduğunun farkında değildir. O, ha bire birçok menakıp ile doğruyu arar, ama bu gayretler nafiledir. Osmanlı bağımsızlığını, yine Osmanlıların rivayetlerinden, Bafeus savaşını da Sakarya’da Bahar başlığıyla Pahimeris’ten sorgular. Osman’ın üç yıl önce ele geçirdiği bir bölgenin bu denli kuzeyinde ve İzmit yakınlarında olmasının çok şaşırtıcı olduğunu söyler (s.150). İznik’e hâkim tepelerin üzerinde dediği Trikkokkia kalesi, Senirkent-İznik’in (İlegüp) kuzey sırtlarındadır (s.150). İdrîsî’ye göre Bursa-İznik ile Senirkent-İznik arası sekiz merhaledir. Yazar, tarihî coğrafyayı bilmeden sorguladığı Bafeus savaşının içinden çıkamaz. Sadece Lindner değil, İnalcık da çıkamaz, hiçbir tarihçi de çıkamaz! Timurlenk’in Ankara savaşından sonraki yürüyüşü için bk. Har.4. Ankara Savaşı sonrasında Timurlenk'in yürüyüşü Doğru Tarihî Coğrafya İklim, ekonomi vs. her şeyin değiştiğini söyleyen yazar, Anadolu ve bilhassa Göller Bölgesi’ndeki coğrafî değişimi fark edememiştir. Hâlbuki bu değişim 13 yıldır gündemdedir. Yazar, Louis Robert’ten övgüyle söz eder, ama O’nun Parlais keşfini değerlendirmez. Coğrafî değişim bilinmeden yapılan her şey, abesle iştigal değil midir? Malum olduğu gibi isme bakarak Parlais’in Barla olduğunu söyleyen Kiepert, Remsi’nin “Roma, hiçbir zaman göl ile dağ arasına sıkışmış, yolu izi olmayan bir yere koloni kurmaz” (Remsi, 1960: 435) tenkidi karşısında Parlais’i Beyşehir’e yerleştirdi (bk. Kiepert Har. Konya Paf.). Louis Robert, 1948 yılında Parlais’in Barla olduğunu ispat etti. Bunun bir tek anlamı vardır: Eğirdir Gölü, eskiden iki ayrı göldü ve sonradan birleşmişlerdi (bk. Har.1). Yazar, ilerideki araştırmalarda, incelenen bölgenin tarihî coğrafyasına öncelik tanınacaktır der (s.7). Ben o zaman Sn. Lindner’in “Yenice Köyü Köprüsü” (438 Nu. Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri I, s.68-314) ile işe başlamasını rica ediyorum. Bu köprüyü bulmasıyla işi çok kolaylaşacaktır. Ertuğrul ve Osman, bu köprüden geçerek Söğüt ve Bilecik civarına götürüldü. O zaman, Anadolu’daki Anayol ile Bizans askerî yollarının bu köprüden geçtiği, Amourios’un Amorion’lu; Ales Amourios’un Amourion’lu Eles (Elles, Ellez), yâni İlyas olduğu görülecektir. Onun için de arşiv ve kütüphaneye pek gerek yok. Şayet gerek olsaydı, 130 yıldır Türkiye arşiv ve kütüphanelerini kullanan ilim adamları bir şeyler yaparlardı. Onun için lütfen etrafa bir bakın! George Arnakis misali Türkçe yazdığı için dikkat çekmeyen Ramazan Topraklı hariç, yeni bir şey ortaya koyan birilerini görebilecek misiniz? Değil Türkiye, bütün Dünya arşiv ve kütüphanelerinde olmayan bilgiler, aslında kaynak eserlerde pusuya yatmış vaziyette ve anlaşılmak için asırlardır bilim adamlarını bekliyor. Bunlardan birkaç misal sunacağım: 1. Louis Robert’in Parlais’in Barla olduğunu ispat etmesi ne anlama gelir, kendisi dâhil hiç kimse düşünmedi. 2. “Neticeyi bir kelime ile izah edebiliriz: ya benim eserim sırf bir hatadan ibarettir, yahut da Anadolu haritasının büyük bir kısmı tamamiyle değişmelidir” (Remsi, 1960: 106) ve Remsi’nin Asia, Lydia ve Caria haritasındaki İznik, ne anlama gelir? Remsi’nin eseri mi, Anadolu haritası mı, yoksa ikisi de mi hatalıdır? (bk. Har.1 ve Har.2). 3. Mysia, Kiepert’in gösterdiği yer değildir (bk.Har.3). Firikya Hellespontia Kemer Boğazı’dır (bk.Har.1). 4. Strabon, iki Sangarios’tan bahseder, ama ne kendisi, ne de tarihçi bunun farkında değildir. 5. Herodotos da üç ayrı Halis nehrinden bahseder; tarihçi bunun farkında değil, ama Herodotos farkında mı? 6. Pahimeris, Sangarios, Menderes, Skamandros ve Boğazın Asya ırmağı gibi dört ırmak kaydeder. Tarihçi bu ırmakların aynı olduğunu bilmez, acaba kendisi biliyor muydu? Yine Pahimeris, iki Sangarios’tan bahseder. Birisi Sakarya, diğeri ise Pontogefura ile geçilen Sangarios’tur. Pontogefura, beş köprü değil, Boğaz Köprüsü demektir. Bunlar bilinmeden ve bu sorulara makul ve inandırıcı cevaplar verilmeden Anadolu tarihiyle uğraşmak nafiledir. Şüphe yok ki, Osmanlı’nın kuruluş tarihi için çok emek verilmiş, ama tarihî coğrafyasız tarih olmaz. Yar Hisar veya İlyas Bey adının 1912 tarihli Kiepert haritasının Bursa paftasında Eles Bey yazıldığını görecek ve Ales için Ali demekten vaz geçeceksiniz. İşte o vakit yeni bir dünyaya uyanacaksınız. Molly, Clare ve Beile de, Schubert’i gerçek tarihî coğrafyaya ve tarihe dönüştürmenin heyecan ve mutluluğunu yaşayacaklar. O vakit biz, bilemediğimiz birçok şeyi sizden öğreneceğiz ve siz de doğru tarih yazmanın lezzetini tadacaksınız. Süleyman Şah, Bizans imparatoruna verdiği desteğe karşılık, 1075’de, bir antlaşmayla başta Uluborlu, Barla, Eğirdir ve Yalvaç olmak üzere geniş topraklar fethetti. Halep civarından onunla birlikte kalabalık bir Türk, Türkmen de gelmişti. Alexiad, Miryokefalon, ikinci ve üçüncü Haçlı savaşlarından, Kemer Boğazı ve Eğirdir Gölü ile Beyşehir arasında asgari 35-40 bir asker çıkaracak büyük bir Türkmen topluluğu olduğu anlaşılıyor. Bu Türkmenler burada iken, Moğolların önünden kaçan Türkmenlerin, buradaki Türkmenlere baş olması mantıklı mı? O halde Köprülü doğru düşünmektedir. Uc Gazisi Mehmet Bey (Şah Menteş), oğulları Hamid Bey (Amourios), kardeş ve çocukları ve bunlara tâbi bulunan Gündüz Alp, oğlu Kaya Bey ve onun oğlu Ertuğrul, Moğolların önünden kaçanlar değil, 1075’den beri bölgede bulunan Türkmenlerin torunları olmalıdır. Ertuğrul, Osman ve Orhan Beylerin Hamid oğullarına tâbiiyetleri, Dündar Beyin Aralık 1326 tarihinde öldürülmesine kadar devam etmiştir. Söğüt ve Bilecik, kaynaklarda geçmez. Pahimeris, Telemaia ve Bafeus’i zikreder, ancak bunların yerleri belli değildir. Pahimeris ve İbn Battuta Sakarya ırmağını kaydederler, ama iki Sangarios bulunduğu için, Sangarios ile Sakarya iyi ayırt edilmelidir. Bu iki kaynağa göre Türkmenler, malum Sakarya civarına gelmişlerdir. Amourios, imparatorla iki kez antlaşma yaparak, Sakarya ırmağı çevresinden toprak satın almıştır (1285’ler ve 1304 civarı, Pahimeris, 2009: 95). Bu kayıt ve Halizones (İlyas’ın bölgesi), Bafeus savaşının Pazaryeri ile Bilecik civarındaki “Bizans topraklarında yapıldığına” işaret eder (Pahimeris, 2009: 74-76; 94-95). 1302’ler gibi erken bir dönemde yapılan Bafeus savaşı, mantıken Osmanlı kroniklerinin dediği gibi Yenişehir-Koyunhisar yanında yapılmış olabilir mi? Koyunhisar, İlyas’ın bölgesine (Halizones) çok uzaktır. Savaşın, mantıken Halizones bitişiğindeki Pazaryeri ve Bilecik gibi “Bizans topraklarında yapılmış olması gerekmez mi?” (Pahimeris, 2009: 75 ve Har.5). Halizones (İlyas'ın) Bölgesi Kitaptaki Ana Hata En büyük hata, yazar kendinin de söylediği gibi Osmanlı tarihçilerine ve menâkıbnâmelerine geniş yer verilmiş olmasıdır. Ispanaktan yağ çıkmayacağı gibi, Osmanlı tarihçilerinin verdiği bilgilerden de İlk Osmanlılarla ilgili doğru bir tarih çıkmaz. Ben bu konuda yaklaşık on yıldır sağlam kaynaklarla çalışıyor, birbirleriyle çelişmeyen doğru ve mantıklı sonuçlara ulaşıyorum. Ayrıca Köprülü ile aynı düşüncede olmak beni ziyadesiyle sevindirmiştir. Bütün işi askerî ve siyasî faaliyet olan Ertuğrul Beyin oğlu Osman’ın toprak sürmekle bir işi olamaz (s.23). İnalcık, Bafeus savaşı, (Yenişehir)-Koyunhisar’da (Kiepert, 1912, Bursa Kojun Hisar) yapıldı diyen Hammer’in yanıldığını; harbin, Yalova-Karamürsel arasındaki Koyun Hisar kalesi yanında yapıldığını söyler ki yanlıştır (İnalcık, 1997: 96). İnalcık, Kibotos’un yerinde de yanılır. Kibotos, bugünkü Yalavo-Taşköprü denilen yerdir. Sonuç Bir an için Osmanlı tarihçilerini bir kenara çekip; doğru tarihî coğrafya, Pahimeris, Kazvinî, Halkokondiles, Deguines ve dolayısıyla Merakeşî’yi esas alarak, Osmanlı için sil baştan yeni bir yorum yapmaktan başka çıkar yol yoktur. Mezar-ı Türk’ün, Ertuğrul’un babasıyla hiçbir ilgisi olmayıp, Rûm Selçuklu devletinin banisi Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a aittir. Onun iç organları, kanı ve canı Mezar-ı Türk’te, na’şı ise Halep kalesi dışındadır. Ertuğrul’un babasının “fırat” nehrinde boğulduğuna dair rivayet doğru ise, bu “fırat” iki göl arasındaki seyri kısa veya ağzı kaynağına yakın, derin ırmaktır. Çünkü Arapça “fırat” hızlı akan tatlı su demektir. Zira, Uc Gazisi Mehmet Beyin, Kaya Beye verdiği “kıyı nâmında olan diyar”, eski Eğirdir Gölü kıyılarıdır (Şikârî, 2005: 192). Özetle, doğru tarihî coğrafya olmadan değil üç yüz, üç bin eseri de kaynak göstersek sonuç nafiledir. https://www.dikgazete.com/mobil/yazi/rudi-paul-lindner-ve-osmanli-tarihoncesi-5842.html
Makalenin amacı “Exploration in Ottoman Prehistory” adıyla Mişigan Pres (Michigan Press) Üniversitesi tarafından 2021’de yayımlanan Rudi Paul Lindner’e ait, Kronik Kitap’ca Osmanlı Tarihöncesi adıyla Ekim 2022’de yayınlanan eseri tanıtmaya çalışmak ve eleştirmektir.

Ramazan Topraklı/ Yüksek müh.

RUDİ PAUL LİNDNER VE OSMANLI TARİHÖNCESİ

“pas d’histoire sans géographie” historique

Özet

Makalenin amacı “Exploration in Ottoman Prehistory” adıyla Mişigan Pres (Michigan Press) Üniversitesi tarafından 2021’de yayımlanan Rudi Paul Lindner’e ait, Kronik Kitap’ca Osmanlı Tarihöncesi adıyla Ekim 2022’de yayınlanan eseri tanıtmaya çalışmak ve eleştirmektir. Çok emek verilerek ve çok sayıda kaynağa ulaşarak ortaya konulan eserde birçok mühim hususa dikkat çekilir, ama maalesef kitap, birçok tarihî coğrafya hatasıyla doludur. İbn Hordazbih ve el-İdrîsî gibi İslâm coğrafyacılarına hiç; Aksarayî, Kazvinî, Halkokondiles, Deguignes ve sair tarihçilere gerekli yer verilmemiştir. Ayrıca Herodotos, Strabon, Anna Komnena, Kinnamos ve Honiyates gibi tarihçilerin verdiği isimler araziye yerleştirilmeden, Remsi’nin (W. M. Ramsay) Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası adlı eserindeki hataları bilmeden, Osmanlı’nın kuruluşuyla ilgili çok sayıda hatalı ayrıntıya girilmiştir. Lindner’in hataları ancak, doğru tarihî coğrafya nazara alındığında görülebilecektir.

Açar Kelimeler: Rudi Paul Lindner, İlk Osmanlılar, Söğüt, Ammuriye, Amorion, Amurios, İznik, Gaita, Pithekas 

Giriş

Eser, genelde güzel bir Türkçeyle tercüme edilmiştir. Kitapta gözleri yormayan bir yazı biçimi ve kağıt rengi seçmiş oldukları için Kronik ve Ayda Arel’e çok teşekkür ederim. Ancak eser için, Osmanlı Tarihöncesi başlığını anlamakta zorlandım. Yazar bitki, edebiyat, nümismatik, vs kitaplarından tutun da, yemek kitaplarına kadar 300’ün üzerinde eserden yararlanmıştır ki, takdire şayandır. Ama bütün buna rağmen yanlış yapmaktan kurtulamamıştır. Yazarın, bizim kesin sandığımız ve öyle bildiğimiz bazı konularda şüphe belirtmesi okuyucuyu düşünmeye sevk etmektedir. Yazar, bizde pek olmayan bir hasletle, olayları çok sık sorgulamakta ve mantıkî deliller getirmektedir ki, bunlar bize örnek olacak hususlardır. Kendisini de eleştirmekten çekinmeyen Lindner, teşekkürü hak etmektedir.

Louis Robert’in “Coğrafyasız tarih olmaz” sözüne önem atfeden Lindner, coğrafyadan “Tarihî Coğrafyayı”  kastediyor olmalıdır. İkinci baskıdaki önsözünde bunu kendisi de söyler, ama o, hatalı olarak “Tarihsel Coğrafya” tercüme edilmiştir. Bu konuda 1890’da çıkan ilk kitap, 1960’da “Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası” olarak tercüme edilmiştir ki, tarihsel değil, tarihî olmalıdır. Ayda Arel gibi düşünürsek fizikî coğrafya için fiziksel, siyasî coğrafya için siyasal mı diyeceğiz? İlmî kavramları değiştirmek kanaatimce yanlıştır. Yazınsal üretim için edebî üretim (s.32); baniliğin artması için bayındırlığın artması (s.33); değişke için ?; kaynağından pek az yararlanır için eserinden pek az yararlanılır (s.37); varsıl için varlıklı; varsıllık için zenginlik olmalıdır (s.76). Pahimeris yazılması güzel olmuştur.

Lindner, 1985’de Amerika’da bir bildiriyi imzalamadığı için Türk yetkililerin Türkiye arşivleriyle kütüphanelerini kendisine açmadıklarını, bu yüzden de Türk ilgililere teşekkür etmediğini ve esefle karşıladığını söyler (s.7, 28, 40). 2010’da bir Türk akademisyene, Vaşington-NARA “siz bunu görmeye yetkili değilsiniz” diyerek, bir arşiv kutusunu vermez. Demek ki bu gibi olaylar Türklere has değil. Onun için Türk yetkililere esef etmeyiniz. Türkler, Konya, İzmir, Bergama, Barla (Parlais), Isparta ve sair hiçbir yer adını değiştirmediler. Şayet değiştirselerdi tarihte bir arpa boyu yol alamazdık. Son zamanki bazı yer adları değişikliğinin sebebi hikmeti de maalesef yine Batı’dır.

Yazar, girişte “Oyunun yer aldığı sahne” bölümde ilginç bazı bilgiler verir: 1211 Gıyaseddin Keyhüsrev’in şehit düştüğü savaşın, “Pisidya yakınlarındaki Antakya’da” yapıldığını söyler ki, Pisidya yakınındaki Antakya Yalvaç’tır. Bu savaş için merhum Feridun Dirimtekin, 1944’de Yalvaç muharebesi demişti. Bizde tarihçilik ileri gidecekken, geri gittiği için Tuncer Baykara dâhil birçok tarihçi bu savaş için Manisa-Alaşehir savaşı der. Eskiçağ tarihçisi de Yalvaç için Pisidya yakınındaki Antakya veya Firikya Antakyası diyecekken, “Pisidia Antiocheia” der. Bu iki ifade arasında dağlar kadar fark vardır. Atatürk sağ olsaydı, Türkçe yerine “Pisidia Antiocheia” yazanların yüzlerine tükürürdü.

Yazar, yine aynı sayfada “Anadolu Selçukluları’nın 12’inci yüzyıldaki tarihine içeriden bakmamızı sağlayacak kaynakların yokluğu yüzünden Türklerin 1071 ile 1204 tarihleri arasında neler yaptıklarını bilemiyoruz” (s.33) diye yanılır. Çünkü, bu hususta Anna Komnena, Kinnamos, Khoniates ve şark kaylarında yeteri kadar bilgi vardır.

Bu değerli eser, güven vermeyen ilk Osmanlı eserlerinden ziyade, çağdaş eserlere göre eleştirilecektir.

Kitap, Osmanlı milletlerinin kökenleri, Neden Söğüt, Üç şehirli bir masal (Eskişehir, Karacahisar ve Kütahya) Osmanlı bağımsızlığının oluşturulması ve 1302 Sakarya’da bahar gibi beş bölüm hâlinde kaleme alınmıştır.

Rindler’in Sorguladığı Konular

İlk Osmanlıların Anadolu’ya 11 mi, yoksa 13. yy’da mı geldiklerini ve Kayı bağlantısı sorgular. İlk Osmanlı tarihçilerini sorgular. Buna rağmen onlardan birçok alıntı verir. Köprülü’nün ise, Osmanlı tarihçileri yerine, Selçuklu ve Bizans kaynaklarını esas aldığını sorgular. Köprülü’nün, İlk Osmanlılar için Selçuklularla beraber 11 inci yy’da Rûm’a geldikleri ve Kayı boyu iddiası ile Süleyman Şah’a ait olan Mezar-ı Türk’ü sorgular.

Söğüt civarını toprak yapısı, bitki örtüsü, iklim ve eski yerleşimler açısından sorgular. Bizim gözü kapalı kabul ettiğimiz Domaniç’in yaylak olup olamayacağını sorgular. O kadar ayrıntıya girer ki, bir noktadan sonra insan sıkılıyor. Ana kaynakları bırakıp, sinekten yağ çıkarmaya çalışır. Elbette her bilginin bir yararı var; biliyorum. Söğüt çevresinde eski yerleşimlerin olmadığının tesbiti, işime yaradı. Böylece İmparator II. Andronikos’un Amourios’a (Hamid Bey) neden Söğüt çevresini sattığını daha iyi anladım. Türkmenler, Eğirdir Gölü’nün şarkına sıkışmış, yer arıyor ve Bizans’a giriyorlardı. Onun için de imparator, Hamid Beye boş olan Söğüt civarını satmış olmalıydı.

Yazar, Söğüt’te darp edilen sikkeleri tartışır. Söğüt, Alexiad’da Sogouda geçer (Anna, 1996: 483), ama bu yer, Hoyran Gölü civarındadır. Türkler, Sogouda’yı Söğüt telâffuz etmiş olmalılar. Bilâhare Yunanlılar “Itaias”, yâni Söğüt demişler (s.81). Sevan Nişanyan, “Thêbasion” diyor (Nişanyan, 2020: 255, Y1231).

Yazar, Söğüt ve Bilecik bölgesini, bitki örtüsü, orman, ziraat, hayvancılık, yemek vs. gibi birçok açıdan sorgular ve Malagina, Gaita ve Pithekas gibi birçok tarihî coğrafya hatası yapar. İkinci Haçlı seferinde (1147) imparator Konrad’ın yolunu ve Söğüt’ten geçmiş olabileceğini sorgular, ama incelediği yollar, XV. Asırdan sonraki yollardır.

Bursa-İnegöl yanı ve Ertuğrul’un 1240’da kuşattığı, Osman’ın 1288’de zaptettiği (Remsi, 1960: 15) Senirkent-Yassıören olmak üzere iki Malagina vardır. Gaita, Akşehir-Akait (Üçhüyük), Pithekas ise Barla’dır.

Türbenin Ertuğrul’a ait olup olmadığını ve Karakeçili Yörüklerinin Osmanlı soydaşlığını sorgular (s.91).

Karacahisar (Dorylaion) çevresi ile İt-burnu köyünü sorgular. Osman’ın 1257’de Gelendost civarında doğduğu, 20 yaşlarında evlendiği ve en erken 25 yaşlarında Söğüt civarına gittiği hesabıyla, zikredilen İt-burnu, Hamid livası, Afşar (Gelendost) kazasına tâbi İt-burnu karyesi olması gerekmez mi? (438 Nu. MVAD I, 1993, s.65, 310). Afşar’ın tarihî Balı Mescidi Mahallesi [diğer ikisi Ulucami ve Bali Bey], Şeyh Ede-Balı’yı hatırlatmaz mı?

Yazar, döne döne ilk Osmanlı kaynaklarıyla Ertuğrul’un Selçuklu hizmetine girişini, Cimri’yi, Alişir, Kütahya, Yarhisar (İlyas Bey), Ermeni derbendi, Yenişehir ve Alaşehir’i (Filadelfiya) sorgular, ama söz konusu Alaşehir’in Yalvaç olduğunun farkında değildir. O, ha bire birçok menakıp ile doğruyu arar, ama bu gayretler nafiledir.

Osmanlı bağımsızlığını, yine Osmanlıların rivayetlerinden, Bafeus savaşını da Sakarya’da Bahar başlığıyla Pahimeris’ten sorgular. Osman’ın üç yıl önce ele geçirdiği bir bölgenin bu denli kuzeyinde ve İzmit yakınlarında olmasının çok şaşırtıcı olduğunu söyler (s.150). İznik’e hâkim tepelerin üzerinde dediği Trikkokkia kalesi, Senirkent-İznik’in (İlegüp) kuzey sırtlarındadır (s.150). İdrîsî’ye göre Bursa-İznik ile Senirkent-İznik arası sekiz merhaledir.

Yazar, tarihî coğrafyayı bilmeden sorguladığı Bafeus savaşının içinden çıkamaz. Sadece Lindner değil, İnalcık da çıkamaz, hiçbir tarihçi de çıkamaz! Timurlenk’in Ankara savaşından sonraki yürüyüşü için bk. Har.4.

Ankara Savaşı sonrasında Timurlenk'in yürüyüşü

Doğru Tarihî Coğrafya

İklim, ekonomi vs. her şeyin değiştiğini söyleyen yazar, Anadolu ve bilhassa Göller Bölgesi’ndeki coğrafî değişimi fark edememiştir. Hâlbuki bu değişim 13 yıldır gündemdedir. Yazar, Louis Robert’ten övgüyle söz eder, ama O’nun Parlais keşfini değerlendirmez. Coğrafî değişim bilinmeden yapılan her şey, abesle iştigal değil midir?

Malum olduğu gibi isme bakarak Parlais’in Barla olduğunu söyleyen Kiepert, Remsi’nin “Roma, hiçbir zaman göl ile dağ arasına sıkışmış, yolu izi olmayan bir yere koloni kurmaz” (Remsi, 1960: 435) tenkidi karşısında Parlais’i Beyşehir’e yerleştirdi (bk. Kiepert Har. Konya Paf.). Louis Robert, 1948 yılında Parlais’in Barla olduğunu ispat etti. Bunun bir tek anlamı vardır: Eğirdir Gölü, eskiden iki ayrı göldü ve sonradan birleşmişlerdi (bk. Har.1).

Yazar, ilerideki araştırmalarda, incelenen bölgenin tarihî coğrafyasına öncelik tanınacaktır der (s.7). Ben o zaman Sn. Lindner’in “Yenice Köyü Köprüsü” (438 Nu. Muhâsebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri I, s.68-314) ile işe başlamasını rica ediyorum. Bu köprüyü bulmasıyla işi çok kolaylaşacaktır. Ertuğrul ve Osman, bu köprüden geçerek Söğüt ve Bilecik civarına götürüldü. O zaman, Anadolu’daki Anayol ile Bizans askerî yollarının bu köprüden geçtiği, Amourios’un Amorion’lu; Ales Amourios’un Amourion’lu Eles (Elles, Ellez), yâni İlyas olduğu görülecektir. Onun için de arşiv ve kütüphaneye pek gerek yok. Şayet gerek olsaydı, 130 yıldır Türkiye arşiv ve kütüphanelerini kullanan ilim adamları bir şeyler yaparlardı. Onun için lütfen etrafa bir bakın! George Arnakis misali Türkçe yazdığı için dikkat çekmeyen Ramazan Topraklı hariç, yeni bir şey ortaya koyan birilerini görebilecek misiniz?

Değil Türkiye, bütün Dünya arşiv ve kütüphanelerinde olmayan bilgiler, aslında kaynak eserlerde pusuya yatmış vaziyette ve anlaşılmak için asırlardır bilim adamlarını bekliyor. Bunlardan birkaç misal sunacağım:

1. Louis Robert’in Parlais’in Barla olduğunu ispat etmesi ne anlama gelir, kendisi dâhil hiç kimse düşünmedi.

2. “Neticeyi bir kelime ile izah edebiliriz: ya benim eserim sırf bir hatadan ibarettir, yahut da Anadolu haritasının büyük bir kısmı tamamiyle değişmelidir” (Remsi, 1960: 106) ve Remsi’nin Asia, Lydia ve Caria haritasındaki İznik, ne anlama gelir? Remsi’nin eseri mi, Anadolu haritası mı, yoksa ikisi de mi hatalıdır? (bk. Har.1 ve Har.2).

3. Mysia, Kiepert’in gösterdiği yer değildir (bk.Har.3). Firikya Hellespontia Kemer Boğazı’dır (bk.Har.1).

4. Strabon, iki Sangarios’tan bahseder, ama ne kendisi, ne de tarihçi bunun farkında değildir.

5. Herodotos da üç ayrı Halis nehrinden bahseder; tarihçi bunun farkında değil, ama Herodotos farkında mı?

6. Pahimeris, Sangarios, Menderes, Skamandros ve Boğazın Asya ırmağı gibi dört ırmak kaydeder. Tarihçi bu ırmakların aynı olduğunu bilmez, acaba kendisi biliyor muydu? Yine Pahimeris, iki Sangarios’tan bahseder. Birisi Sakarya, diğeri ise Pontogefura ile geçilen Sangarios’tur. Pontogefura, beş köprü değil, Boğaz Köprüsü demektir. Bunlar bilinmeden ve bu sorulara makul ve inandırıcı cevaplar verilmeden Anadolu tarihiyle uğraşmak nafiledir.

Şüphe yok ki, Osmanlı’nın kuruluş tarihi için çok emek verilmiş, ama tarihî coğrafyasız tarih olmaz. Yar Hisar veya İlyas Bey adının 1912 tarihli Kiepert haritasının Bursa paftasında Eles Bey yazıldığını görecek ve Ales için Ali demekten vaz geçeceksiniz. İşte o vakit yeni bir dünyaya uyanacaksınız. Molly, Clare ve Beile de, Schubert’i gerçek tarihî coğrafyaya ve tarihe dönüştürmenin heyecan ve mutluluğunu yaşayacaklar. O vakit biz, bilemediğimiz birçok şeyi sizden öğreneceğiz ve siz de doğru tarih yazmanın lezzetini tadacaksınız.

Süleyman Şah, Bizans imparatoruna verdiği desteğe karşılık, 1075’de, bir antlaşmayla başta Uluborlu, Barla, Eğirdir ve Yalvaç olmak üzere geniş topraklar fethetti. Halep civarından onunla birlikte kalabalık bir Türk, Türkmen de gelmişti. Alexiad, Miryokefalon, ikinci ve üçüncü Haçlı savaşlarından, Kemer Boğazı ve Eğirdir Gölü ile Beyşehir arasında asgari 35-40 bir asker çıkaracak büyük bir Türkmen topluluğu olduğu anlaşılıyor. Bu Türkmenler burada iken, Moğolların önünden kaçan Türkmenlerin, buradaki Türkmenlere baş olması mantıklı mı?

O halde Köprülü doğru düşünmektedir. Uc Gazisi Mehmet Bey (Şah Menteş), oğulları Hamid Bey (Amourios), kardeş ve çocukları ve bunlara tâbi bulunan Gündüz Alp, oğlu Kaya Bey ve onun oğlu Ertuğrul, Moğolların önünden kaçanlar değil, 1075’den beri bölgede bulunan Türkmenlerin torunları olmalıdır. Ertuğrul, Osman ve Orhan Beylerin Hamid oğullarına tâbiiyetleri, Dündar Beyin Aralık 1326 tarihinde öldürülmesine kadar devam etmiştir.

Söğüt ve Bilecik, kaynaklarda geçmez. Pahimeris, Telemaia ve Bafeus’i zikreder, ancak bunların yerleri belli değildir. Pahimeris ve İbn Battuta Sakarya ırmağını kaydederler, ama iki Sangarios bulunduğu için, Sangarios ile Sakarya iyi ayırt edilmelidir. Bu iki kaynağa göre Türkmenler, malum Sakarya civarına gelmişlerdir. Amourios, imparatorla iki kez antlaşma yaparak, Sakarya ırmağı çevresinden toprak satın almıştır (1285’ler ve 1304 civarı, Pahimeris, 2009: 95). Bu kayıt ve Halizones (İlyas’ın bölgesi), Bafeus savaşının Pazaryeri ile Bilecik civarındaki “Bizans topraklarında yapıldığına” işaret eder (Pahimeris, 2009: 74-76; 94-95). 1302’ler gibi erken bir dönemde yapılan Bafeus savaşı, mantıken Osmanlı kroniklerinin dediği gibi Yenişehir-Koyunhisar yanında yapılmış olabilir mi? Koyunhisar, İlyas’ın bölgesine (Halizones) çok uzaktır. Savaşın, mantıken Halizones bitişiğindeki Pazaryeri ve Bilecik gibi “Bizans topraklarında yapılmış olması gerekmez mi?” (Pahimeris, 2009: 75 ve Har.5).

Halizones (İlyas'ın) Bölgesi

Kitaptaki Ana Hata

En büyük hata, yazar kendinin de söylediği gibi Osmanlı tarihçilerine ve menâkıbnâmelerine geniş yer verilmiş olmasıdır. Ispanaktan yağ çıkmayacağı gibi, Osmanlı tarihçilerinin verdiği bilgilerden de İlk Osmanlılarla ilgili doğru bir tarih çıkmaz. Ben bu konuda yaklaşık on yıldır sağlam kaynaklarla çalışıyor, birbirleriyle çelişmeyen doğru ve mantıklı sonuçlara ulaşıyorum. Ayrıca Köprülü ile aynı düşüncede olmak beni ziyadesiyle sevindirmiştir.

Bütün işi askerî ve siyasî faaliyet olan Ertuğrul Beyin oğlu Osman’ın toprak sürmekle bir işi olamaz (s.23).

İnalcık, Bafeus savaşı, (Yenişehir)-Koyunhisar’da (Kiepert, 1912, Bursa Kojun Hisar) yapıldı diyen Hammer’in yanıldığını; harbin, Yalova-Karamürsel arasındaki Koyun Hisar kalesi yanında yapıldığını söyler ki yanlıştır (İnalcık, 1997: 96). İnalcık, Kibotos’un yerinde de yanılır. Kibotos, bugünkü Yalavo-Taşköprü denilen yerdir.

Sonuç

Bir an için Osmanlı tarihçilerini bir kenara çekip; doğru tarihî coğrafya, Pahimeris, Kazvinî, Halkokondiles, Deguines ve dolayısıyla Merakeşî’yi esas alarak, Osmanlı için sil baştan yeni bir yorum yapmaktan başka çıkar yol yoktur. Mezar-ı Türk’ün, Ertuğrul’un babasıyla hiçbir ilgisi olmayıp, Rûm Selçuklu devletinin banisi Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a aittir. Onun iç organları, kanı ve canı Mezar-ı Türk’te, na’şı ise Halep kalesi dışındadır.

Ertuğrul’un babasının “fırat” nehrinde boğulduğuna dair rivayet doğru ise, bu “fırat” iki göl arasındaki seyri kısa veya ağzı kaynağına yakın, derin ırmaktır. Çünkü Arapça “fırat” hızlı akan tatlı su demektir. Zira, Uc Gazisi Mehmet Beyin, Kaya Beye verdiği “kıyı nâmında olan diyar”, eski Eğirdir Gölü kıyılarıdır (Şikârî, 2005: 192).

Özetle, doğru tarihî coğrafya olmadan değil üç yüz, üç bin eseri de kaynak göstersek sonuç nafiledir.

https://www.dikgazete.com/mobil/yazi/rudi-paul-lindner-ve-osmanli-tarihoncesi-5842.html

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.