whatsapp

Haçlılar-3

İZ BIRAKANLAR (SG) - Seydişehir Gündem | 03.02.2023 - 00:58, Güncelleme: 03.02.2023 - 00:58
 

Haçlılar-3

İkinci Haçlı Seferi’nden Sonra Doğu’da Durum. İkinci Haçlı Seferi’nin başarısızlıkla sonuçlanması, Nûreddin Zengî’nin Suriye’de nüfuz ve hâkimiyetini arttırmasına yardım etti.
Tarihçi yazar; Mehmet Kiraz Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud da Franklar’ın bu yenilgisinden faydalanarak Maraş’a saldırdı. Antakya Prinkepsi Raimond de Poitiers Mesud’a karşı harekete hazırlanırken Mesud ile anlaşan Nûreddin, İnab Kalesi önünde savaşa tutuştuğu Antakya birliklerini yenilgiye uğrattı. Raimond bu savaşta öldü (28 Haziran 1149); şehrin idaresini karısı Konstance üstlendi. 1150 yılı ilkbaharında Urfa Kontu II. Joscelin Nûreddin’e esir düşünce karısı Beatrice kontluktan geri kalan toprakları Bizans imparatoruna satıp bölgeden ayrıldı; ancak bu topraklar da kısa zamanda Türkler’in eline geçti. 1151’de Râvendân ve Tel Bâşir Nûreddin, Ayıntab ve Dülûk Mesud, Samsat ve Birecik Artuklu Beyi Timurtaş tarafından zaptedildi. 1152 yılında Trablus Kontu II. Raimond Bâtınîler tarafından öldürülünce yerine oğlu III. Raimond geçti. Aynı yıl III. Baudouin de annesi Mélisende’ı iktidardan uzaklaştırıp Kudüs Krallığı’nın idaresine tek başına hâkim oldu. Onun 1153’te Askalân’ı zaptı Haçlılar’ın son büyük başarısını teşkil etti. Ancak bir yıl sonra Nûreddin’in Dımaşk’a hâkim olması bu başarının önemini azalttı. Çünkü Nûreddin’in bu zaferi, sadece Kudüs Krallığı’nın değil Antakya ve Trablus devletleri sınırlarının da tek bir müslüman güç tarafından çevrelenmesi sonucunu doğurmuştu. 1162’de ölen Kral III. Baudouin’in çocuğu olmadığı için tahta kardeşi Amaury geçti. Amaury bütün dikkatlerini Mısır üzerinde topladı. Zira Nûreddin Zengî, her ne kadar Suriye’deki müslüman gücünü elinde toplamışsa da Mısır’a sahip olamadığı sürece Kudüs Krallığı için hayatî bir tehlike arzetmezdi. Fâtımî hilâfeti ise süratle çökmekteydi. Amaury, 1163 yılı Eylülünde Mısır’a âni bir baskın yaparak Bilbîs’i (Pelusium) kuşattı. Ancak vezir Dırgām b. Âmir, Nil nehrinin bentlerinden birkaçını açarak onu geri çekilmek zorunda bıraktı. Amaury’nin bu teşebbüsünden haberdar olan Nûreddin, eski Fâtımî veziri Şâver b. Mücîr’in sarayına gelerek Kahire’deki mevkiini yeniden elde etmek için kendisinden yardım istemesi üzerine Mısır’a ordu göndermeye karar verdi. 1164 Nisanında Şîrkûh el-Mansûr’un idaresinde Mısır’a birlikler yolladı. Şîrkûh’un yanında genç yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî de vardı. Nûreddin’in ve Amaury’nin Mısır’ı ele geçirmek için giriştikleri mücadele 1169 yılına kadar sürdü. 8 Ocak 1169’da Kahire’ye giren Şîrkûh, birkaç hafta içinde bütün Mısır’a hâkim olduysa da iki ay sonra öldü. Yerine Selâhaddîn-i Eyyûbî geçti. Kral Amaury, Mısır’ı kaybetmiş olmanın Kudüs Krallığı için ne büyük bir tehlike teşkil ettiğini bildiğinden yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesi için Batı’ya elçiler gönderdi. Ancak elçiler Avrupa krallarından olumlu bir cevap alamadılar. Amaury bu arada Bizans imparatoruna da başvurmuştu. İmparator Manuel yardım etmeyi kabul ederek kuvvetli bir donanma ile onu desteklediyse de Mısır’a karşı yapılan sefer başarısızlıkla sonuçlandı. 1171’de Nûreddin’in emriyle Selâhaddin hutbede Fâtımî halifesinin yerine Bağdat halifesinin adını okuttu. Böylece Fâtımî hilâfeti son bulurken müslümanlar da Haçlılar’a karşı birleşmiş oldular. 1174 Mayısında Nûreddin Zengî, iki ay sonra da Kral Amaury öldü. Nûreddin’in oğlu İsmâil henüz on bir yaşında bir çocuk olduğundan devlet idaresi valiler arasında paylaşıldı. İktidar mücadelesini neticede Selâhaddîn-i Eyyûbî kazandı ve birliği yeniden kurdu. Amaury’nin ölümü ise krallığı çaresizlik içine düşürdü. Hânedandan geriye sadece on üç yaşında cüzzamlı oğlu Baudouin kalmıştı. Baudouin hemen kral ilân edildiyse de niyâbet hususunda krallık ileri gelenleri ikiye ayrıldı. Önce Trablus Kontu Raimond nâib oldu; fakat 1176’da Baudouin, karşı grubun başında bulunan dayısı Joscelin de Courtenay’in tarafına döndü. 1177’de rüşdünü ispat eden genç kralın hastalığı gittikçe artıyordu. Tahtın devamını sağlamak için vâris gerekiyordu. Bu sebeple kralın kız kardeşi Sibylle, Guillaume de Montferrat ile evlendirildi. Sibylle 1177 sonbaharında bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk geleceğin V. Baudouin’i olacaktı. Bu arada Guillaume öldü ve Sibylle bu defa Guy de Lusignan ile evlendirildi. Fakat bu evlilik baronlar arasında mevcut rekabeti kızıştırdı. Bu arada Ana Kraliçe Agnes de Countenay, kardeşi Joscelin, kızı Sibylle ve Lusignanlar’ın dahil olduğu bir saray partisi oluştu. Bu parti sık sık yerli baronlar ve eski aileler tarafından sürdürülen muhalefetle karşılaşıyordu. Krallık iç meselelerle uğraşırken dışarıdan gelecek yardım ümitlerini de kaybetmişti. Batı’dan istenen yardım, Papa III. Alexandrus’un (1159-1181) gayretlerine rağmen bir sonuç vermemişti. Bizans da yardım edecek durumda değildi. Zira Anadolu’da kudreti gittikçe artan Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan (1155-1192), İmparator Manuel’in idaresindeki Bizans ordusunu 1176 Eylülünde Miryokefalon’da (Myriokephalon) büyük bir yenilgiye uğratmıştı. 1180’de Manuel öldükten sonra Kudüs Krallığı’nın Bizans İmparatorluğu ile iş birliği ümitleri tamamen söndü. Öte yandan Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1183’te Halep’e de sahip olarak hâkimiyet alanını Mısır’dan Dicle kıyılarına kadar uzattı ve bütün Haçlı devletlerini çember içine aldı. Kudüs Kralı IV. Baudouin 1185 Martında öldü. Önceden varılan anlaşmaya göre, henüz sekiz yaşında bir çocuk olan yeğeni Baudouin Trablus Kontu III. Raimond’un niyâbetinde kral ilân edildi. Krallığın durumu kötüye gittiğinden Raimond Selâhaddin ile dört yıllık bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma sayesinde müslüman komşularla ticaret yeniden başladı. Beklenen Haçlı seferi gerçekleşinceye kadar barış korunabilirse krallığın geleceği güvence altına alınabilirdi. Fakat V. Baudouin 1186’da ölünce, başında Joscelin de Courtenay’in bulunduğu saray partisi anlaşmayı hiçe sayarak nâib III. Raimond ve taraftarlarını idareden uzaklaştırıp Sibylle’e Kudüs’te taç giydirdi. Sibylle de kocası Guy de Lusignan’a taç giydirip onu kral ilân etti. Bu durum krallık ileri gelenlerini ikiye böldü. Kral Guy antlaşmanın sürmesine taraftardı. Fakat eski Antakya prinkepsi olup 1161’de esir alınan ve Halep’te on altı yıllık esaretten sonra Filistin’e gelerek Kerek-Şevbek hâkimi olan Renaud de Châtillon, müslümanlara karşı yıllardan beri sürdürdüğü düşmanlıktan vazgeçmemişti. Renaud daha 1182’de Selâhaddin’in kuzeyde bulunmasından faydalanarak Kızıldeniz’e bir donanma gönderip Mekke’ye giden gemileri vurmak ve hatta İslâm’ın kutsal şehrine saldırmak hususundaki tasarısını uygulamaya başlamıştı. Önce Akabe körfezindeki Eyle’yi eline geçirmiş, fakat şehrin yakınındaki ada üzerinde bulunan kaleyi alamayınca kendisi burada kalıp donanmayı Afrika kıyısı boyunca güneye yollamıştı. Bu donanma küçük şehirleri yağmalamış, Ayzâb’ı yakmış, burada Hindistan’dan gelen ticaret gemilerini zaptetmiş ve sahile çıkarak çöl yoluyla gelen savunmasız bir kervanı da basmıştı. Korsanlar Ayzâb’dan Arabistan kıyısına geçerek Medine’nin limanlarından Yenbu‘daki gemileri ateşe vermiş ve Râgıb’a doğru ilerleyip Cidde’ye giden bir hacı gemisini batırmışlardı. Durumdan haberdar olan Selâhaddin’in kardeşi Mısır Valisi el-Melikü’l-Âdil, Hüsameddin Lü’Iü’ kumandasındaki bir donanmayı Haçlılar’ın üzerine göndermişti. Hüsâmeddin önce adadaki kaleyi kuşatmadan kurtarıp Eyle’yi geri almış, ardından güneye inerek donanmayı imha etmişti. Ele geçirilen esirler Kahire’ye götürülerek öldürülmüştü. Renaud bu defa, anlaşma sayesinde krallık arazisinden geçerek Mısır-Dımaşk arasında gidip gelen kervanlara göz koydu. 1186 sonunda Moab bölgesinde Kahire’den gelen bir kervana saldırıp tâcirleri ve malları Kerek Kalesi’ne götürdü. Selâhaddin antlaşmaya dayanarak esirlerin serbest bırakılmasını ve zararın ödenmesini istedi. İsteğinin yerine getirilmemesi üzerine de antlaşmanın bozulduğunu ve Haçlılar’la savaşın kaçınılmaz olduğunu bildirdi. 1187 ilkbaharında Selâhaddin Havran bölgesinde ordusunu toplarken Kral Guy de bütün asillerini, şövalyelerini maiyetiyle birlikte Akkâ’ya çağırdı. Haziran sonunda 1200 şövalye, çok sayıda atlı ve 10.000 kadar yaya asker Akkâ’da toplandı. Kudüs’ten kutsal haç getirildi. 4 Temmuz 1187 sabahı Hittîn’de meydana gelen savaşta Haçlı piyadeleri göle doğru kuşatmayı yarmaya çalıştılar, fakat hemen hepsi ya kılıçtan geçirildi ya da esir alındı. Şövalyeler ve atlı askerler gayretle savaştılarsa da sonunda yenildiler. Sadece III. Raimond, Renaud de Sidon ve Balian d’Ibelin kuşatmayı yarıp kurtulabildiler. Kral Guy’nin hayatı bağışlandı. Selâhaddin Renaud de Châtillon’u öldürttü. Templier ve Hospitalier tarikatı şövalyeleri de katledildi. Diğer şövalyelere ise iyi davranıldı ve çoğu sonradan fidye ile serbest bırakıldı. Kutsal haç müslümanların eline geçti. Bu savaşta Kudüs Krallığı’nın hemen hemen bütün askerî gücü yok edilmişti. Bundan sonra Taberiye, Akkâ, Nablus, Yafa, Sayda, Beyrut, Cübeyl, Askalân ve Gazze birbiri ardınca zaptedildi. Böylece sıra Kudüs’e gelmişti. Selâhaddin’in 20 Eylül’de kuşattığı şehir sonunda teslim oldu. Selâhaddin Kudüs halkına çok merhametli davrandı ve az bir fidye ödeyerek gitmelerine izin verdi. Ayrıca binlerce kişiyi de serbest bıraktı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, 27 Receb 583’te (2 Ekim 1187) Mi‘rac gecesi Kudüs’e girdi. Kudüs’ten ayrılanlar Sûr, Trablus ve Antakya’ya sığınırken Ortodokslar ve Ya‘kūbîler şehirde kaldılar. Mûsevîler’in de şehre yerleşmesine izin verildi. Hıristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Selâhaddin 1188 yılında fetihlerine devam ederek 1189’da Sûr (Tyrus) dışında bütün Kudüs Krallığı topraklarını eline geçirdi. Trablus Kontluğu ile Antakya Prinkepsliği sadece başşehirle birkaç kasabadan ibaret kaldı. Üçüncü Haçlı Seferi. Hittîn yenilgisi ve Kudüs’ün müslümanlar tarafından zaptı Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Bunu, Konrad ve Montferrat idaresinde Sûr’da toplanan Haçlılar’ın Batı’dan âcil yardım istemek üzere gönderdikleri Sûr başpiskoposu Josias’ın Sicilya’ya gelişi takip etti. Sicilya Kralı II. Guillaume hemen Doğu’ya yardım hazırlıklarına başladı ve Amiral Margaritus kumandasında bir filoyu Suriye sahillerine gönderdi. Josias Sicilya’dan Roma’ya gitti. Hasta olan Papa III. Urbanus duyduğu haberlerin üzüntüsüyle 20 Ekim’de öldü. Halefi VIII. Gregorius bir bildiri yayımlayarak bütün Batı hıristiyanlarını yeni bir Haçlı seferine çağırdı. Ancak Gregorius da iki ay sonra ölünce yerine papa seçilen III. Clemens, Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa ile temasa geçti. Bu arada Josias da Fransa ve İngiltere krallarının yanına gitti. Krallar yeni bir Haçlı seferini kabul ettilerse de ülkelerindeki sorunlar yüzünden ikisi de hemen yola çıkacak durumda değildi. Nihayet Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa 1189 Mayısında büyük bir orduyla yola çıktı. Macaristan’ı geçerek Bizans topraklarına girdi. Ordusu Balkanlar’da birçok olaya sebebiyet veren Friedrich ile Bizans İmparatoru II. Isaakios Angelos arasında önemli anlaşmazlıklar çıktı. Friedrich ordusunu Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçirip güneye ilerledi. Alman ordusu karşısında endişeye kapılan II. Kılıcarslan bunlarla savaşa girişmedi; ordunun peşine takılıp askerleri rahatsız etmekle yetindi. Ancak bu etkili bir taktik oldu. Açlık, susuzluk ve Türkler’in baskını Almanlar’a ağır kayıplar verdirmeye başladı. Friedrich, Kılıcarslan tarafından boşaltılmış olan Konya’ya girdiyse de burada fazla kalmadı ve ordusunu Toros geçitlerinden Silifke’ye doğru yürüttü. 10 Haziran 1190’da ordu Silifke ovasına vardı. Ancak Friedrich’in Silifke çayını geçerken boğulması morali bozulan ordunun dağılmasına yol açtı. Oğlu Friedrich’in idaresinde küçük bir ordu Sûr’a ulaşabildi. Böylece Doğu’daki Haçlılar’ın ümitle beklediği yardım kaybolup gitti. Hittîn Savaşı’nın üzerinden üç yıl geçmişti. Fransa ve İngiltere’den beklenen orduların gelmesine daha bir yıl vardı. Ancak Doğu’daki Haçlılar bu süre içinde tamamen yardımsız kalmamışlardı. Sicilya kralının 1188 yazında gönderdiği yetmiş gemiden oluşan filo, Trablus’un müslümanlar tarafından zaptını önlediği gibi Antakya ve Sûr şehirlerine de gerekli yardımı zamanında yetiştirmişti. Aynı yıl başpiskopos Ubaldo’nun yönetimindeki Pisa donanması ve 1189 yılında arka arkaya Suriye sahillerine gelen Cenova, Venedik, Danimarka ve Flaman filoları da yardıma koşmuşlardı. Bunlar aynı zamanda ihtiyaç duyulan yiyecek maddelerini de Doğu’ya taşıyorlardı. Bu arada Selâhaddîn-i Eyyûbî, Doğu’yu terketmek ve İslâm’a karşı bir daha silâh kullanmamak şartıyla Kral Guy de Lusignan’ı 1188 Temmuzunda serbest bırakmıştı. Fakat Guy sözünde durmamış, taraftarlarını toplayarak krallığından artakalan yerleri tekrar eline geçirmek üzere Sûr’a gitmişti. Konrad ise Guy’nin isteğini reddetmiş, onu şehre sokmamıştı. Bunun üzerine Guy kendi hâkimiyetini kurmak için birlikleriyle güneye yürüyerek Akkâ’yı kuşattı. Kuşatma devam ederken kralları Richard ve Philippe Auguste’ün hareketini beklemeden yola çıkan Champagne Kontu Henri, Dreux Kontu Robert, Blois Kontu Thibaut, Sancerre Kontu Etienne gibi birçok asilzade kendi kuvvetleriyle birlikte 1189 sonbaharında Akkâ önüne gelmişti. Avrupa’da başpiskopos Josius sonunda Fransa Kralı II. Philippe Auguste ve İngiltere Kralı II. Henri’yi Haçlı seferi için ikna etti. Fakat Henri 1189’da öldü, yerine oğlu I. Richard (Aslan Yürekli) geçti. Öte yandan Fransa ile İngiltere arasındaki sorunlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Nihayet iki kral 4 Temmuz 1190’da Vézelay’de ordularıyla beraber bir araya geldiler. Üçüncü Haçlı Seferi’ne kumanda eden bu iki kral çok değişik yaratılışlara sahipti. Richard genelde dengesiz bir adamdı. Babasına isyan etmişti ve kardeşlerine güvenmiyordu. İdare kabiliyeti olmamasına rağmen savaşta bir dâhi sayılırdı. II. Philippe ise becerikli ve hilebaz bir politikacıydı. Sefere isteksiz katılmıştı, asıl amacı Avrupa’da kendi topraklarını genişletmekti. Vézelay’den ayrı ayrı yola çıkan Fransa ve İngiltere kralları Messina’da buluştular. Haçlı seferinin bundan sonraki kısmı üzerinde ortak şartları içeren bir anlaşma imzaladılar. Ayrıca ele geçirilecek yerlerin iki kral arasında eşit olarak bölüşülmesi konusunda karara vardılar. Ardından Fransız donanmasıyla Doğu’ya hareket eden Philippe, kuzeni Konrad de Montferrat tarafından karşılandıktan sonra 20 Nisan 1191’de Akkâ önüne gelerek kuşatmaya katıldı. Fakat surların zaptedilmesi Richard’ın gelişine kadar ertelendi. Richard deniz yoluyla Kıbrıs’a ulaştı ve adaya asker çıkardı. Kıbrıs’ın hâkimi Isaakios Dukas Komnenos, Richard’a karşı çıktıysa da sonunda mağlûp olarak esir düştü. Adayı ele geçirdikten sonra yoluna devam eden Richard 8 Haziran 1191’de Akkâ’ya geldi ve kuşatmaya katıldı. Bütün Haçlı kuvvetlerinin şiddetli hücumu üzerine Akkâ’nın müslüman garnizonu 11 Temmuz 1191’de Selâhaddin’in izni olmadan şehri Haçlılar’a teslime mecbur kaldı. Selâhaddin antlaşma şartları gereğince esirlerin mübadelesini ve Hittîn Savaşı’nda ele geçirilen kutsal haçı iadeyi kabul etti. Haçlılar Akkâ’ya girerken şehrin bölüşülmesi hususunda aralarında anlaşamadılar. Richard, Avusturya Herzogu Leopold’e hakarette bulundu, Philippe’i de kızdırdı. Bunun üzerine Leopold ile Philippe, Akkâ’nın zaptıyla Haçlı yeminlerini yerine getirdiklerini söyleyerek Avrupa’ya döndüler. Böylece bütün idare Richard’ın elinde toplanmış oluyordu. Selâhaddin anlaşmaya uygun olarak ilk grup esirleri serbest bırakınca Richard asillerin hepsinin teslim edilmediğini ileri sürerek müslüman esirleri serbest bırakmadı. Daha sonra yapılan pazarlıklardan da sonuç alınamadı ve Akkâ’dan Kudüs’e gitmek için sabırsızlanan Richard, Akkâ Garnizonu’ndan geriye kalmış olan 2700 kişiyi eşleri ve çocuklarıyla birlikte öldürttü (20 Ağustos 1191). Bu katliam barış görüşmelerine son verdi. Richard güneye ilerlerken müslüman atlıları ordunun artçılarına hücum edip geride kalanları yakalıyor ve Akkâ katliamına misilleme olarak öldürüyorlardı. Richard’ın Arsuf’ta yapılan savaşı kazanması, Yafa’yı ele geçirmesi ve Daron’u almasına rağmen Kudüs’e ulaşmak için yaptığı bütün teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Öte yandan ülkesine geri dönmesi için haberler alıyordu. Richard, Selâhaddin ve kardeşi el-Melikü’l-Âdil ile sürekli haberleşiyordu. Nihayet 2 Eylül 1192’de Richard ile Selâhaddin arasında beş yıllık bir barış antlaşması imzalandı. Askalân müslümanlarda, Yafa’nın kuzeyindeki sahil şeridi hıristiyanlarda kalacaktı. Hıristiyan hacıları kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebilecek ve müslümanlarla hıristiyanlar karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerinden geçebileceklerdi. 9 Ekim’de ülkesine dönmek üzere Doğu’dan ayrılan Richard, Viyana yakınlarında Leopold’ün adamları tarafından yakalanarak Alman İmparatoru VI. Heinrich’e teslim edildi. Richard, büyük bir fidye ödeyerek ancak 1194 Martında yurduna dönebildi. Kudüs’ü geri almak amacıyla düzenlenen Üçüncü Haçlı Seferi hedefine ulaşamamıştı. Fakat Akkâ’nın ele geçirilmesi ve Haçlılar’ın kıyı bölgelerinde tutunabilmeleri krallığın devamını sağladı. Richard ayrılmadan önce hemen bütün baronların ve halkın desteğini kaybetmiş olan Guy de Lusignan’ın yerine Konrad’ın kral olmasını kabul etmişti. Ancak kısa süre sonra Konrad bir suikast sonucu öldürülünce bu defa Isabella, Henri de Champagne ile evlendirilerek Henri kral ilân edildi. Guy ise Kıbrıs’ın idaresiyle görevlendirildi. Üçüncü Haçlı Seferi’nin en uzun süren başarısı Kıbrıs’ın zaptı oldu. Kıbrıs sonraki yıllarda kendi başına bir krallık haline gelecek ve önemi daha da artacaktı. Üçüncü Haçlı Seferi ordularının Doğu’dan ayrılışından kısa bir müddet sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî Dımaşk’ta vefat etti (27 Safer 589 / 4 Mart 1193). Onun ölümünün ardından hâkimiyet oğulları, kardeşleri ve akrabaları arasında bölüşülünce İslâm birliği parçalandı. Eyyûbîler arasındaki bu anlaşmazlık, müslümanları Akkâ merkezi etrafında varlığını sürdüren Haçlılar’a karşı harekete geçmekten alıkoydu. Eyyûbîler genelde Haçlılar’la barış içinde yaşamayı tercih ettiğinden Kral Henri ülkesinde düzeni yeniden kurarken kendi konumunu da güçlendirdi. 1194’te Kıbrıs Kralı Guy öldü ve yerine kardeşi Amaury de Lusignan geçti. Amaury ile Henri arasında dostluk kuruldu. 1197 yılında Amaury, hâkimiyetini tanıdığı İmparator VI. Heinrich tarafından kral ilân edildi. Kuzeyde sınırları iyice küçülmüş Antakya-Trablus hâkimiyetini elinde tutan III. Bohemund, Kilikya Ermeni hâkimi II. Leo tarafından rahatsız edilmekle birlikte idaresini bağımsız olarak sürdürmekteydi. Leo ise gücünü arttırmak istiyordu. Amaury gibi Leo da VI. Heinrich’e ve papaya başvurarak 1198’de krallık tacını elde etti. Bu arada Heinrich, kutsal ülkede Alman üstünlüğünü sağlamak için 1197’de bir Alman ordusunu deniz yoluyla Akkâ’ya gönderdi. Almanlar’ın gelişiyle Haçlılar Beyrut’u ele geçirme imkânı buldular. Buna karşılık müslümanlar da Yafa’yı zaptettiler. Henri de Champagne’ın 1197’de ölümünden sonra krallık tahtına Kıbrıs Kralı Amaury getirildi (1198). Amaury Kıbrıs ve Akkâ krallıklarını ayrı ayrı idare etti. Alman ordusunun gelişi, Haçlılar’ın Doğu’daki durumunun güçlendirilmesi bakımından pek yarar sağlamadı; Beyrut’un alınması ve Alman şövalye tarikatının kurulmasıyla sınırlı kaldı. Haçlılar’ın Kudüs’ü ele geçirip krallığı genişletebilmeleri için yeni bir Haçlı seferine ihtiyaç vardı. Dördüncü Haçlı Seferi. 1198’de papalık tahtına çıkan III. Innocentius Doğu’ya yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istiyor ve bunu gerçekleştirmeyi papalığın görevi sayıyordu. Bu sebeple yolladığı elçi heyetleri ve yazdığı mektuplarla Avrupa’nın söz sahibi kişilerini bu harekete katılmaya çağırdı. Başta her yerde sevilen vâiz Foulques de Neuilly olmak üzere birçok din adamı bu konuda vaazlar veriyordu. 1199’da papa sefere malî güç temini için yeni bir vergi koydu (bu vergi daha sonra papalık gelir vergisi haline dönüşmüştür). Kudüs Kralı Henri’nin kardeşi Champagne Kontu Thibaut tarafından 1199 Kasımında düzenlenen şövalyeler arası yarışma oyunları sırasında Fransız asillerinin Haçlı yemini etmesi ve daha sonra buna başkalarının da katılmasıyla yeni bir Haçlı seferi hazırlıkları fiilen başlamış oldu. Thibaut seferin reisi seçildi ve bu seferin o sırada İslâm dünyasının merkezi haline gelmiş bulunan Mısır üzerine yapılması kararlaştırıldı. Mısır’a gidebilmek için Venedik ile temas kurulup gemi teminine çalışıldı. Fakat Venedik’in Mısır ile ticarî bağlantıları olduğundan Mısır’a yapılacak bir Haçlı seferi çıkarlarına uygun düşmüyordu. Bizans’tan nefret eden Venedik hâkimi Enrico Dandolo, Mısır yerine İstanbul üzerine yapılacak bir seferin Venedik açısından çok daha yararlı olacağını düşünüyordu. Başlangıçta papa ve Haçlılar bu görüşe katılmadıysa da 1201’de Thibaut’nun ölümünden sonra yerine reis seçilen Boniface de Montferrat Enrico Dandolo ile anlaşınca seferin yönlendirilmesi tamamen Venedik’in eline geçti. 1202 yazında Haçlılar Venedik’te toplandılar. Ancak antlaşma uyarınca yolculuk için Venedik’e ödenmesi gereken para yeterli değildi. Sonuçta Haçlılar, para ödemek yerine Venedik’in Macar hâkimiyetindeki Zara şehrini zaptına yardım etmeyi kabul ettiler. Zara bir hıristiyan şehri olmasına rağmen Haçlılar tarafından 15 Kasım 1202’de ele geçirilip yağmalandı. Daha seferin başında Haçlılar’ın bu şekilde davranması, aslında Haçlı seferlerinin başından beri Doğu’daki din kardeşlerine yardım amacıyla değil sadece kendi çıkarlarına uygun olarak Doğu’da hâkimiyet kurmak üzere planlandığını bir defa daha ortaya koyuyordu. Haçlı ordusuna henüz Zara’da bulunurken, kardeşi III. Aleksios Angelos tarafından Bizans tahtından indirilmiş olan eski imparator II. Isaakios Angelos’un oğlu Aleksios’tan bir mesaj geldi. Aleksios Haçlılar’a, amcasının yerine kendisini tahta çıkardıkları takdirde Venedik’e olan borçlarını ödemeye, Mısır seferi için para ve yiyecek yardımı yapmaya, ayrıca kendilerine 10.000 kişilik bir Bizans kuvveti vermeye hazır olduğunu bildiriyordu. Haçlılar, Batı dünyasının uzun zamandır Bizans’a karşı beslediği kızgınlık ve kıskançlık duygularını tatmin etme fırsatı veren bu teklifi kabul ettiler. Haçlı filosu 24 Haziran 1203’te İstanbul önlerine geldi. Galata’da karaya çıkan Haçlılar gemilerini Haliç’e soktular. İmparator III. Aleksios Haçlılar’ın gelişine karşı önlem almamıştı. Ancak Haçlılar Haliç surlarına karşı hücuma geçince askerlerle birlikte halk da şehri savundu. Fakat 17 Temmuz günü Venedikliler surlarda gedik açınca imparator şehirden kaçtı. Hükümet bunun üzerine hapiste bulunan eski imparator II. Isaakios’u tahta çıkararak Enrico Dandolo’ya, taht iddiacısının babası tahta çıkarıldığı için artık savaşa gerek kalmadığını bildirdi. Haçlı saldırısı durduruldu ve Aleksios, 1 Ağustos 1203’te IV. Aleksios Angelos unvanını alarak babası ile beraber imparator ilân edildi. Bu arada II. Isaakios, Venedikliler’in istediği ve oğlunun daha önce yaptığı vaadleri kabul ettiğine dair antlaşmayı imzaladı. Fakat bunların yerine getirilmesi mümkün değildi. Öte yandan IV. Aleksios’un ısrarlarına rağmen İstanbul kilisesi Roma’nın üstünlüğünü ve Latin âdetlerini benimsemeyi kesinlikle kabul etmiyordu. Haçlılar’a ödenecek para da temin edilemiyordu. Çapulcu Haçlılar civar köylere saldırıyor, her şeyi yağmalıyordu. Surların dışında hiç kimsenin can güvenliği kalmamıştı. Birkaç Fransız’ın müslümanlara ait bir mescidi ateşe vermesiyle çıkan yangında şehrin büyük bir mahallesi kül oldu. IV. Aleksios’un parayı ödeyemeyip geciktirmesi Haçlılar’ı öfkelendiriyordu. Nihayet şehri zaptetmek hususunda Haçlılar’ı tahrik eden Venedikliler’in beklediği fırsat bir saray ihtilâli sayesinde gerçekleşti. 1204 Şubatında IV. Aleksios’u ve babasını tahttan indiren bu saray ihtilâli sonunda III. Aleksios’un damadı Murtzuphlos, V. Aleksios unvanıyla Bizans tahtına çıktı. Taht değişikliğini kendilerine karşı bir meydan okuma olarak değerlendiren Haçlılar şehri zaptetmeye karar verdiler. 6 Nisan’da yapılan ilk Haçlı saldırısı durduruldu, fakat bir hafta sonraki saldırıda şehir düştü (13 Nisan 1204). İmparator, patrik ve pek çok asilin kaçıp terkettiği savunmadan yoksun şehir, Enrico Dandolo ve Haçlı reislerinin izniyle üç gün boyunca yağmalanıp tahrip edildi. Haçlılar İstanbul’u, 1099’da Kudüs’ü zaptettiklerinde yaptıkları korkunç katliama pek uygun düşen bir vahşetle yağmaladılar. Onların çılgınlığından dehşete düşen olayın şahidi Batılı yazarlar kaleme aldıkları eserlerde duydukları utancı açıkça belli etmişlerdir. 900 yıl boyunca hıristiyan dünyasının merkezi olan İstanbul bu yağma sonunda bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini kaybetti. Kiliseler, manastırlar, saraylar ve kütüphaneler yağma edildi. Sayısız ikon, kutsal emanet ve değerli eşya üzerlerindeki kıymetli taşlar sökülüp alınarak tahrip edildi veya çalınıp götürüldü. Hıristiyanlığın en kutsal kilisesi Ayasofya’ya atlarıyla giren Haçlı savaşçıları ikonları, ipekli halıları çaldılar; aziz tasvirleri ve kutsal kitaplar üzerinde tepinip şarkı söylediler. Blakhernae’deki Kutsal Meryem Kilisesi de aynı âkıbete uğradı. Venedikliler, imparatorluk merkezindeki kültür ve sanat eserlerinin birçoğunu toplayıp kendi şehirlerine götürürken Fransız ve Flamanlar da taşıyabilecekleri eşya dışında her şeyi vahşice tahrip ettiler. Sokaklarda koşuşan yaya Haçlı askerleri ve yere diz çöküp merhamet dilenen halkın üzerine atlarını süren Haçlılar kadın, yaşlı, çocuk demeden herkesi öldürüyor, fakirlerin evlerini bile tahrip ediyordu. Saraylılar, asiller, hatta rahibeler bile gözü dönmüş Haçlılar’ın tecavüzüne mâruz kaldılar. Üçüncü günün sonunda “şehirler kraliçesi” İstanbul bir harabeye dönmüştü. Haçlılar İstanbul’da Latin İmparatorluğu adıyla elli yedi yıl sürecek (1204-1261) bir hâkimiyet kurdular. Baudouin de Flandre imparator seçildi. İstanbul’un ilk Latin patriği Venedikli Thomas Morosini oldu. Bizans toprakları Haçlılar’la Venedikliler arasında paylaşıldı. Venedikliler, ticarî bakımdan kendileri için önem taşıyan kıyı şehirlerini ve adaları alırken Haçlılar Selânik, Yunanistan ve Pelopones’te küçük devletler kurdular. İstanbul’dan kaçan Bizans ileri gelenleri de Epiros bölgesinde ve İznik’te iki devlet tesis ettiler. Bu iki devlet yanında Bulgar Çarlığı ile de mücadele etmek zorunda kalan İstanbul İmparatorluğu’na 25 Temmuz 1261’de İznik Bizans Devleti son verdi. Ortadoğu’daki müslümanlar bakımından herhangi bir tehlike meydana getirmemiş olan Dördüncü Haçlı Seferi, Bizans İmparatorluğu’na vurduğu darbe ile Anadolu’daki Türk hâkimiyetinin güçlenmesine yardımcı oldu. Anadolu Selçuklu Devleti artık Batı’dan gelecek önemli bir tehlike kalmadığından sınırlarını genişletme imkânı buldu. Antalya ile birlikte Akdeniz kıyılarını, ayrıca Karadeniz’de Samsun ve Sinop’u ele geçirerek ihtiyaç duyduğu limanlara kavuştu. Selçuklular, Anadolu ticaret yollarının taşıdığı önem sayesinde dünya ticaretinde söz sahibi oldular. Aynı zamanda Doğu Anadolu’dan Suriye’ye kadar uzanan bölgelerde devletin siyasî nüfuzu kuvvetlendi.
İkinci Haçlı Seferi’nden Sonra Doğu’da Durum. İkinci Haçlı Seferi’nin başarısızlıkla sonuçlanması, Nûreddin Zengî’nin Suriye’de nüfuz ve hâkimiyetini arttırmasına yardım etti.

Tarihçi yazar; Mehmet Kiraz

Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud da Franklar’ın bu yenilgisinden faydalanarak Maraş’a saldırdı. Antakya Prinkepsi Raimond de Poitiers Mesud’a karşı harekete hazırlanırken Mesud ile anlaşan Nûreddin, İnab Kalesi önünde savaşa tutuştuğu Antakya birliklerini yenilgiye uğrattı. Raimond bu savaşta öldü (28 Haziran 1149); şehrin idaresini karısı Konstance üstlendi. 1150 yılı ilkbaharında Urfa Kontu II. Joscelin Nûreddin’e esir düşünce karısı Beatrice kontluktan geri kalan toprakları Bizans imparatoruna satıp bölgeden ayrıldı; ancak bu topraklar da kısa zamanda Türkler’in eline geçti. 1151’de Râvendân ve Tel Bâşir Nûreddin, Ayıntab ve Dülûk Mesud, Samsat ve Birecik Artuklu Beyi Timurtaş tarafından zaptedildi. 1152 yılında Trablus Kontu II. Raimond Bâtınîler tarafından öldürülünce yerine oğlu III. Raimond geçti. Aynı yıl III. Baudouin de annesi Mélisende’ı iktidardan uzaklaştırıp Kudüs Krallığı’nın idaresine tek başına hâkim oldu. Onun 1153’te Askalân’ı zaptı Haçlılar’ın son büyük başarısını teşkil etti. Ancak bir yıl sonra Nûreddin’in Dımaşk’a hâkim olması bu başarının önemini azalttı. Çünkü Nûreddin’in bu zaferi, sadece Kudüs Krallığı’nın değil Antakya ve Trablus devletleri sınırlarının da tek bir müslüman güç tarafından çevrelenmesi sonucunu doğurmuştu.

1162’de ölen Kral III. Baudouin’in çocuğu olmadığı için tahta kardeşi Amaury geçti. Amaury bütün dikkatlerini Mısır üzerinde topladı. Zira Nûreddin Zengî, her ne kadar Suriye’deki müslüman gücünü elinde toplamışsa da Mısır’a sahip olamadığı sürece Kudüs Krallığı için hayatî bir tehlike arzetmezdi. Fâtımî hilâfeti ise süratle çökmekteydi. Amaury, 1163 yılı Eylülünde Mısır’a âni bir baskın yaparak Bilbîs’i (Pelusium) kuşattı. Ancak vezir Dırgām b. Âmir, Nil nehrinin bentlerinden birkaçını açarak onu geri çekilmek zorunda bıraktı. Amaury’nin bu teşebbüsünden haberdar olan Nûreddin, eski Fâtımî veziri Şâver b. Mücîr’in sarayına gelerek Kahire’deki mevkiini yeniden elde etmek için kendisinden yardım istemesi üzerine Mısır’a ordu göndermeye karar verdi. 1164 Nisanında Şîrkûh el-Mansûr’un idaresinde Mısır’a birlikler yolladı. Şîrkûh’un yanında genç yeğeni Selâhaddîn-i Eyyûbî de vardı. Nûreddin’in ve Amaury’nin Mısır’ı ele geçirmek için giriştikleri mücadele 1169 yılına kadar sürdü. 8 Ocak 1169’da Kahire’ye giren Şîrkûh, birkaç hafta içinde bütün Mısır’a hâkim olduysa da iki ay sonra öldü. Yerine Selâhaddîn-i Eyyûbî geçti. Kral Amaury, Mısır’ı kaybetmiş olmanın Kudüs Krallığı için ne büyük bir tehlike teşkil ettiğini bildiğinden yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesi için Batı’ya elçiler gönderdi. Ancak elçiler Avrupa krallarından olumlu bir cevap alamadılar. Amaury bu arada Bizans imparatoruna da başvurmuştu. İmparator Manuel yardım etmeyi kabul ederek kuvvetli bir donanma ile onu desteklediyse de Mısır’a karşı yapılan sefer başarısızlıkla sonuçlandı. 1171’de Nûreddin’in emriyle Selâhaddin hutbede Fâtımî halifesinin yerine Bağdat halifesinin adını okuttu. Böylece Fâtımî hilâfeti son bulurken müslümanlar da Haçlılar’a karşı birleşmiş oldular.

1174 Mayısında Nûreddin Zengî, iki ay sonra da Kral Amaury öldü. Nûreddin’in oğlu İsmâil henüz on bir yaşında bir çocuk olduğundan devlet idaresi valiler arasında paylaşıldı. İktidar mücadelesini neticede Selâhaddîn-i Eyyûbî kazandı ve birliği yeniden kurdu. Amaury’nin ölümü ise krallığı çaresizlik içine düşürdü. Hânedandan geriye sadece on üç yaşında cüzzamlı oğlu Baudouin kalmıştı. Baudouin hemen kral ilân edildiyse de niyâbet hususunda krallık ileri gelenleri ikiye ayrıldı. Önce Trablus Kontu Raimond nâib oldu; fakat 1176’da Baudouin, karşı grubun başında bulunan dayısı Joscelin de Courtenay’in tarafına döndü. 1177’de rüşdünü ispat eden genç kralın hastalığı gittikçe artıyordu. Tahtın devamını sağlamak için vâris gerekiyordu. Bu sebeple kralın kız kardeşi Sibylle, Guillaume de Montferrat ile evlendirildi. Sibylle 1177 sonbaharında bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk geleceğin V. Baudouin’i olacaktı. Bu arada Guillaume öldü ve Sibylle bu defa Guy de Lusignan ile evlendirildi. Fakat bu evlilik baronlar arasında mevcut rekabeti kızıştırdı. Bu arada Ana Kraliçe Agnes de Countenay, kardeşi Joscelin, kızı Sibylle ve Lusignanlar’ın dahil olduğu bir saray partisi oluştu. Bu parti sık sık yerli baronlar ve eski aileler tarafından sürdürülen muhalefetle karşılaşıyordu. Krallık iç meselelerle uğraşırken dışarıdan gelecek yardım ümitlerini de kaybetmişti. Batı’dan istenen yardım, Papa III. Alexandrus’un (1159-1181) gayretlerine rağmen bir sonuç vermemişti. Bizans da yardım edecek durumda değildi. Zira Anadolu’da kudreti gittikçe artan Selçuklu Sultanı II. Kılıcarslan (1155-1192), İmparator Manuel’in idaresindeki Bizans ordusunu 1176 Eylülünde Miryokefalon’da (Myriokephalon) büyük bir yenilgiye uğratmıştı. 1180’de Manuel öldükten sonra Kudüs Krallığı’nın Bizans İmparatorluğu ile iş birliği ümitleri tamamen söndü. Öte yandan Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1183’te Halep’e de sahip olarak hâkimiyet alanını Mısır’dan Dicle kıyılarına kadar uzattı ve bütün Haçlı devletlerini çember içine aldı.

Kudüs Kralı IV. Baudouin 1185 Martında öldü. Önceden varılan anlaşmaya göre, henüz sekiz yaşında bir çocuk olan yeğeni Baudouin Trablus Kontu III. Raimond’un niyâbetinde kral ilân edildi. Krallığın durumu kötüye gittiğinden Raimond Selâhaddin ile dört yıllık bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma sayesinde müslüman komşularla ticaret yeniden başladı. Beklenen Haçlı seferi gerçekleşinceye kadar barış korunabilirse krallığın geleceği güvence altına alınabilirdi. Fakat V. Baudouin 1186’da ölünce, başında Joscelin de Courtenay’in bulunduğu saray partisi anlaşmayı hiçe sayarak nâib III. Raimond ve taraftarlarını idareden uzaklaştırıp Sibylle’e Kudüs’te taç giydirdi. Sibylle de kocası Guy de Lusignan’a taç giydirip onu kral ilân etti. Bu durum krallık ileri gelenlerini ikiye böldü.

Kral Guy antlaşmanın sürmesine taraftardı. Fakat eski Antakya prinkepsi olup 1161’de esir alınan ve Halep’te on altı yıllık esaretten sonra Filistin’e gelerek Kerek-Şevbek hâkimi olan Renaud de Châtillon, müslümanlara karşı yıllardan beri sürdürdüğü düşmanlıktan vazgeçmemişti. Renaud daha 1182’de Selâhaddin’in kuzeyde bulunmasından faydalanarak Kızıldeniz’e bir donanma gönderip Mekke’ye giden gemileri vurmak ve hatta İslâm’ın kutsal şehrine saldırmak hususundaki tasarısını uygulamaya başlamıştı. Önce Akabe körfezindeki Eyle’yi eline geçirmiş, fakat şehrin yakınındaki ada üzerinde bulunan kaleyi alamayınca kendisi burada kalıp donanmayı Afrika kıyısı boyunca güneye yollamıştı. Bu donanma küçük şehirleri yağmalamış, Ayzâb’ı yakmış, burada Hindistan’dan gelen ticaret gemilerini zaptetmiş ve sahile çıkarak çöl yoluyla gelen savunmasız bir kervanı da basmıştı. Korsanlar Ayzâb’dan Arabistan kıyısına geçerek Medine’nin limanlarından Yenbu‘daki gemileri ateşe vermiş ve Râgıb’a doğru ilerleyip Cidde’ye giden bir hacı gemisini batırmışlardı. Durumdan haberdar olan Selâhaddin’in kardeşi Mısır Valisi el-Melikü’l-Âdil, Hüsameddin Lü’Iü’ kumandasındaki bir donanmayı Haçlılar’ın üzerine göndermişti. Hüsâmeddin önce adadaki kaleyi kuşatmadan kurtarıp Eyle’yi geri almış, ardından güneye inerek donanmayı imha etmişti. Ele geçirilen esirler Kahire’ye götürülerek öldürülmüştü. Renaud bu defa, anlaşma sayesinde krallık arazisinden geçerek Mısır-Dımaşk arasında gidip gelen kervanlara göz koydu. 1186 sonunda Moab bölgesinde Kahire’den gelen bir kervana saldırıp tâcirleri ve malları Kerek Kalesi’ne götürdü. Selâhaddin antlaşmaya dayanarak esirlerin serbest bırakılmasını ve zararın ödenmesini istedi. İsteğinin yerine getirilmemesi üzerine de antlaşmanın bozulduğunu ve Haçlılar’la savaşın kaçınılmaz olduğunu bildirdi.

1187 ilkbaharında Selâhaddin Havran bölgesinde ordusunu toplarken Kral Guy de bütün asillerini, şövalyelerini maiyetiyle birlikte Akkâ’ya çağırdı. Haziran sonunda 1200 şövalye, çok sayıda atlı ve 10.000 kadar yaya asker Akkâ’da toplandı. Kudüs’ten kutsal haç getirildi. 4 Temmuz 1187 sabahı Hittîn’de meydana gelen savaşta Haçlı piyadeleri göle doğru kuşatmayı yarmaya çalıştılar, fakat hemen hepsi ya kılıçtan geçirildi ya da esir alındı. Şövalyeler ve atlı askerler gayretle savaştılarsa da sonunda yenildiler. Sadece III. Raimond, Renaud de Sidon ve Balian d’Ibelin kuşatmayı yarıp kurtulabildiler. Kral Guy’nin hayatı bağışlandı. Selâhaddin Renaud de Châtillon’u öldürttü. Templier ve Hospitalier tarikatı şövalyeleri de katledildi. Diğer şövalyelere ise iyi davranıldı ve çoğu sonradan fidye ile serbest bırakıldı. Kutsal haç müslümanların eline geçti. Bu savaşta Kudüs Krallığı’nın hemen hemen bütün askerî gücü yok edilmişti. Bundan sonra Taberiye, Akkâ, Nablus, Yafa, Sayda, Beyrut, Cübeyl, Askalân ve Gazze birbiri ardınca zaptedildi. Böylece sıra Kudüs’e gelmişti. Selâhaddin’in 20 Eylül’de kuşattığı şehir sonunda teslim oldu. Selâhaddin Kudüs halkına çok merhametli davrandı ve az bir fidye ödeyerek gitmelerine izin verdi. Ayrıca binlerce kişiyi de serbest bıraktı.

Selâhaddîn-i Eyyûbî, 27 Receb 583’te (2 Ekim 1187) Mi‘rac gecesi Kudüs’e girdi. Kudüs’ten ayrılanlar Sûr, Trablus ve Antakya’ya sığınırken Ortodokslar ve Ya‘kūbîler şehirde kaldılar. Mûsevîler’in de şehre yerleşmesine izin verildi. Hıristiyanlara ait kutsal yerlerin idaresi Ortodoks kilisesine teslim edildi. Selâhaddin 1188 yılında fetihlerine devam ederek 1189’da Sûr (Tyrus) dışında bütün Kudüs Krallığı topraklarını eline geçirdi. Trablus Kontluğu ile Antakya Prinkepsliği sadece başşehirle birkaç kasabadan ibaret kaldı.

Üçüncü Haçlı Seferi. Hittîn yenilgisi ve Kudüs’ün müslümanlar tarafından zaptı Avrupa’da büyük yankı uyandırdı. Bunu, Konrad ve Montferrat idaresinde Sûr’da toplanan Haçlılar’ın Batı’dan âcil yardım istemek üzere gönderdikleri Sûr başpiskoposu Josias’ın Sicilya’ya gelişi takip etti. Sicilya Kralı II. Guillaume hemen Doğu’ya yardım hazırlıklarına başladı ve Amiral Margaritus kumandasında bir filoyu Suriye sahillerine gönderdi. Josias Sicilya’dan Roma’ya gitti. Hasta olan Papa III. Urbanus duyduğu haberlerin üzüntüsüyle 20 Ekim’de öldü. Halefi VIII. Gregorius bir bildiri yayımlayarak bütün Batı hıristiyanlarını yeni bir Haçlı seferine çağırdı. Ancak Gregorius da iki ay sonra ölünce yerine papa seçilen III. Clemens, Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa ile temasa geçti. Bu arada Josias da Fransa ve İngiltere krallarının yanına gitti. Krallar yeni bir Haçlı seferini kabul ettilerse de ülkelerindeki sorunlar yüzünden ikisi de hemen yola çıkacak durumda değildi.

Nihayet Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa 1189 Mayısında büyük bir orduyla yola çıktı. Macaristan’ı geçerek Bizans topraklarına girdi. Ordusu Balkanlar’da birçok olaya sebebiyet veren Friedrich ile Bizans İmparatoru II. Isaakios Angelos arasında önemli anlaşmazlıklar çıktı. Friedrich ordusunu Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçirip güneye ilerledi. Alman ordusu karşısında endişeye kapılan II. Kılıcarslan bunlarla savaşa girişmedi; ordunun peşine takılıp askerleri rahatsız etmekle yetindi. Ancak bu etkili bir taktik oldu. Açlık, susuzluk ve Türkler’in baskını Almanlar’a ağır kayıplar verdirmeye başladı. Friedrich, Kılıcarslan tarafından boşaltılmış olan Konya’ya girdiyse de burada fazla kalmadı ve ordusunu Toros geçitlerinden Silifke’ye doğru yürüttü. 10 Haziran 1190’da ordu Silifke ovasına vardı. Ancak Friedrich’in Silifke çayını geçerken boğulması morali bozulan ordunun dağılmasına yol açtı. Oğlu Friedrich’in idaresinde küçük bir ordu Sûr’a ulaşabildi. Böylece Doğu’daki Haçlılar’ın ümitle beklediği yardım kaybolup gitti.

Hittîn Savaşı’nın üzerinden üç yıl geçmişti. Fransa ve İngiltere’den beklenen orduların gelmesine daha bir yıl vardı. Ancak Doğu’daki Haçlılar bu süre içinde tamamen yardımsız kalmamışlardı. Sicilya kralının 1188 yazında gönderdiği yetmiş gemiden oluşan filo, Trablus’un müslümanlar tarafından zaptını önlediği gibi Antakya ve Sûr şehirlerine de gerekli yardımı zamanında yetiştirmişti. Aynı yıl başpiskopos Ubaldo’nun yönetimindeki Pisa donanması ve 1189 yılında arka arkaya Suriye sahillerine gelen Cenova, Venedik, Danimarka ve Flaman filoları da yardıma koşmuşlardı. Bunlar aynı zamanda ihtiyaç duyulan yiyecek maddelerini de Doğu’ya taşıyorlardı. Bu arada Selâhaddîn-i Eyyûbî, Doğu’yu terketmek ve İslâm’a karşı bir daha silâh kullanmamak şartıyla Kral Guy de Lusignan’ı 1188 Temmuzunda serbest bırakmıştı. Fakat Guy sözünde durmamış, taraftarlarını toplayarak krallığından artakalan yerleri tekrar eline geçirmek üzere Sûr’a gitmişti. Konrad ise Guy’nin isteğini reddetmiş, onu şehre sokmamıştı. Bunun üzerine Guy kendi hâkimiyetini kurmak için birlikleriyle güneye yürüyerek Akkâ’yı kuşattı. Kuşatma devam ederken kralları Richard ve Philippe Auguste’ün hareketini beklemeden yola çıkan Champagne Kontu Henri, Dreux Kontu Robert, Blois Kontu Thibaut, Sancerre Kontu Etienne gibi birçok asilzade kendi kuvvetleriyle birlikte 1189 sonbaharında Akkâ önüne gelmişti.

Avrupa’da başpiskopos Josius sonunda Fransa Kralı II. Philippe Auguste ve İngiltere Kralı II. Henri’yi Haçlı seferi için ikna etti. Fakat Henri 1189’da öldü, yerine oğlu I. Richard (Aslan Yürekli) geçti. Öte yandan Fransa ile İngiltere arasındaki sorunlar bir türlü bitmek bilmiyordu. Nihayet iki kral 4 Temmuz 1190’da Vézelay’de ordularıyla beraber bir araya geldiler. Üçüncü Haçlı Seferi’ne kumanda eden bu iki kral çok değişik yaratılışlara sahipti. Richard genelde dengesiz bir adamdı. Babasına isyan etmişti ve kardeşlerine güvenmiyordu. İdare kabiliyeti olmamasına rağmen savaşta bir dâhi sayılırdı. II. Philippe ise becerikli ve hilebaz bir politikacıydı. Sefere isteksiz katılmıştı, asıl amacı Avrupa’da kendi topraklarını genişletmekti.

Vézelay’den ayrı ayrı yola çıkan Fransa ve İngiltere kralları Messina’da buluştular. Haçlı seferinin bundan sonraki kısmı üzerinde ortak şartları içeren bir anlaşma imzaladılar. Ayrıca ele geçirilecek yerlerin iki kral arasında eşit olarak bölüşülmesi konusunda karara vardılar. Ardından Fransız donanmasıyla Doğu’ya hareket eden Philippe, kuzeni Konrad de Montferrat tarafından karşılandıktan sonra 20 Nisan 1191’de Akkâ önüne gelerek kuşatmaya katıldı. Fakat surların zaptedilmesi Richard’ın gelişine kadar ertelendi.

Richard deniz yoluyla Kıbrıs’a ulaştı ve adaya asker çıkardı. Kıbrıs’ın hâkimi Isaakios Dukas Komnenos, Richard’a karşı çıktıysa da sonunda mağlûp olarak esir düştü. Adayı ele geçirdikten sonra yoluna devam eden Richard 8 Haziran 1191’de Akkâ’ya geldi ve kuşatmaya katıldı.

Bütün Haçlı kuvvetlerinin şiddetli hücumu üzerine Akkâ’nın müslüman garnizonu 11 Temmuz 1191’de Selâhaddin’in izni olmadan şehri Haçlılar’a teslime mecbur kaldı. Selâhaddin antlaşma şartları gereğince esirlerin mübadelesini ve Hittîn Savaşı’nda ele geçirilen kutsal haçı iadeyi kabul etti. Haçlılar Akkâ’ya girerken şehrin bölüşülmesi hususunda aralarında anlaşamadılar. Richard, Avusturya Herzogu Leopold’e hakarette bulundu, Philippe’i de kızdırdı. Bunun üzerine Leopold ile Philippe, Akkâ’nın zaptıyla Haçlı yeminlerini yerine getirdiklerini söyleyerek Avrupa’ya döndüler. Böylece bütün idare Richard’ın elinde toplanmış oluyordu. Selâhaddin anlaşmaya uygun olarak ilk grup esirleri serbest bırakınca Richard asillerin hepsinin teslim edilmediğini ileri sürerek müslüman esirleri serbest bırakmadı. Daha sonra yapılan pazarlıklardan da sonuç alınamadı ve Akkâ’dan Kudüs’e gitmek için sabırsızlanan Richard, Akkâ Garnizonu’ndan geriye kalmış olan 2700 kişiyi eşleri ve çocuklarıyla birlikte öldürttü (20 Ağustos 1191). Bu katliam barış görüşmelerine son verdi. Richard güneye ilerlerken müslüman atlıları ordunun artçılarına hücum edip geride kalanları yakalıyor ve Akkâ katliamına misilleme olarak öldürüyorlardı.

Richard’ın Arsuf’ta yapılan savaşı kazanması, Yafa’yı ele geçirmesi ve Daron’u almasına rağmen Kudüs’e ulaşmak için yaptığı bütün teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Öte yandan ülkesine geri dönmesi için haberler alıyordu. Richard, Selâhaddin ve kardeşi el-Melikü’l-Âdil ile sürekli haberleşiyordu. Nihayet 2 Eylül 1192’de Richard ile Selâhaddin arasında beş yıllık bir barış antlaşması imzalandı. Askalân müslümanlarda, Yafa’nın kuzeyindeki sahil şeridi hıristiyanlarda kalacaktı. Hıristiyan hacıları kutsal yerleri serbestçe ziyaret edebilecek ve müslümanlarla hıristiyanlar karşılıklı olarak birbirlerinin ülkelerinden geçebileceklerdi. 9 Ekim’de ülkesine dönmek üzere Doğu’dan ayrılan Richard, Viyana yakınlarında Leopold’ün adamları tarafından yakalanarak Alman İmparatoru VI. Heinrich’e teslim edildi. Richard, büyük bir fidye ödeyerek ancak 1194 Martında yurduna dönebildi.

Kudüs’ü geri almak amacıyla düzenlenen Üçüncü Haçlı Seferi hedefine ulaşamamıştı. Fakat Akkâ’nın ele geçirilmesi ve Haçlılar’ın kıyı bölgelerinde tutunabilmeleri krallığın devamını sağladı. Richard ayrılmadan önce hemen bütün baronların ve halkın desteğini kaybetmiş olan Guy de Lusignan’ın yerine Konrad’ın kral olmasını kabul etmişti. Ancak kısa süre sonra Konrad bir suikast sonucu öldürülünce bu defa Isabella, Henri de Champagne ile evlendirilerek Henri kral ilân edildi. Guy ise Kıbrıs’ın idaresiyle görevlendirildi. Üçüncü Haçlı Seferi’nin en uzun süren başarısı Kıbrıs’ın zaptı oldu. Kıbrıs sonraki yıllarda kendi başına bir krallık haline gelecek ve önemi daha da artacaktı.

Üçüncü Haçlı Seferi ordularının Doğu’dan ayrılışından kısa bir müddet sonra Selâhaddîn-i Eyyûbî Dımaşk’ta vefat etti (27 Safer 589 / 4 Mart 1193). Onun ölümünün ardından hâkimiyet oğulları, kardeşleri ve akrabaları arasında bölüşülünce İslâm birliği parçalandı. Eyyûbîler arasındaki bu anlaşmazlık, müslümanları Akkâ merkezi etrafında varlığını sürdüren Haçlılar’a karşı harekete geçmekten alıkoydu. Eyyûbîler genelde Haçlılar’la barış içinde yaşamayı tercih ettiğinden Kral Henri ülkesinde düzeni yeniden kurarken kendi konumunu da güçlendirdi. 1194’te Kıbrıs Kralı Guy öldü ve yerine kardeşi Amaury de Lusignan geçti. Amaury ile Henri arasında dostluk kuruldu. 1197 yılında Amaury, hâkimiyetini tanıdığı İmparator VI. Heinrich tarafından kral ilân edildi. Kuzeyde sınırları iyice küçülmüş Antakya-Trablus hâkimiyetini elinde tutan III. Bohemund, Kilikya Ermeni hâkimi II. Leo tarafından rahatsız edilmekle birlikte idaresini bağımsız olarak sürdürmekteydi. Leo ise gücünü arttırmak istiyordu. Amaury gibi Leo da VI. Heinrich’e ve papaya başvurarak 1198’de krallık tacını elde etti. Bu arada Heinrich, kutsal ülkede Alman üstünlüğünü sağlamak için 1197’de bir Alman ordusunu deniz yoluyla Akkâ’ya gönderdi. Almanlar’ın gelişiyle Haçlılar Beyrut’u ele geçirme imkânı buldular. Buna karşılık müslümanlar da Yafa’yı zaptettiler. Henri de Champagne’ın 1197’de ölümünden sonra krallık tahtına Kıbrıs Kralı Amaury getirildi (1198). Amaury Kıbrıs ve Akkâ krallıklarını ayrı ayrı idare etti. Alman ordusunun gelişi, Haçlılar’ın Doğu’daki durumunun güçlendirilmesi bakımından pek yarar sağlamadı; Beyrut’un alınması ve Alman şövalye tarikatının kurulmasıyla sınırlı kaldı. Haçlılar’ın Kudüs’ü ele geçirip krallığı genişletebilmeleri için yeni bir Haçlı seferine ihtiyaç vardı.

Dördüncü Haçlı Seferi. 1198’de papalık tahtına çıkan III. Innocentius Doğu’ya yeni bir Haçlı seferi düzenlenmesini istiyor ve bunu gerçekleştirmeyi papalığın görevi sayıyordu. Bu sebeple yolladığı elçi heyetleri ve yazdığı mektuplarla Avrupa’nın söz sahibi kişilerini bu harekete katılmaya çağırdı. Başta her yerde sevilen vâiz Foulques de Neuilly olmak üzere birçok din adamı bu konuda vaazlar veriyordu. 1199’da papa sefere malî güç temini için yeni bir vergi koydu (bu vergi daha sonra papalık gelir vergisi haline dönüşmüştür). Kudüs Kralı Henri’nin kardeşi Champagne Kontu Thibaut tarafından 1199 Kasımında düzenlenen şövalyeler arası yarışma oyunları sırasında Fransız asillerinin Haçlı yemini etmesi ve daha sonra buna başkalarının da katılmasıyla yeni bir Haçlı seferi hazırlıkları fiilen başlamış oldu. Thibaut seferin reisi seçildi ve bu seferin o sırada İslâm dünyasının merkezi haline gelmiş bulunan Mısır üzerine yapılması kararlaştırıldı. Mısır’a gidebilmek için Venedik ile temas kurulup gemi teminine çalışıldı. Fakat Venedik’in Mısır ile ticarî bağlantıları olduğundan Mısır’a yapılacak bir Haçlı seferi çıkarlarına uygun düşmüyordu. Bizans’tan nefret eden Venedik hâkimi Enrico Dandolo, Mısır yerine İstanbul üzerine yapılacak bir seferin Venedik açısından çok daha yararlı olacağını düşünüyordu. Başlangıçta papa ve Haçlılar bu görüşe katılmadıysa da 1201’de Thibaut’nun ölümünden sonra yerine reis seçilen Boniface de Montferrat Enrico Dandolo ile anlaşınca seferin yönlendirilmesi tamamen Venedik’in eline geçti.

1202 yazında Haçlılar Venedik’te toplandılar. Ancak antlaşma uyarınca yolculuk için Venedik’e ödenmesi gereken para yeterli değildi. Sonuçta Haçlılar, para ödemek yerine Venedik’in Macar hâkimiyetindeki Zara şehrini zaptına yardım etmeyi kabul ettiler. Zara bir hıristiyan şehri olmasına rağmen Haçlılar tarafından 15 Kasım 1202’de ele geçirilip yağmalandı. Daha seferin başında Haçlılar’ın bu şekilde davranması, aslında Haçlı seferlerinin başından beri Doğu’daki din kardeşlerine yardım amacıyla değil sadece kendi çıkarlarına uygun olarak Doğu’da hâkimiyet kurmak üzere planlandığını bir defa daha ortaya koyuyordu. Haçlı ordusuna henüz Zara’da bulunurken, kardeşi III. Aleksios Angelos tarafından Bizans tahtından indirilmiş olan eski imparator II. Isaakios Angelos’un oğlu Aleksios’tan bir mesaj geldi. Aleksios Haçlılar’a, amcasının yerine kendisini tahta çıkardıkları takdirde Venedik’e olan borçlarını ödemeye, Mısır seferi için para ve yiyecek yardımı yapmaya, ayrıca kendilerine 10.000 kişilik bir Bizans kuvveti vermeye hazır olduğunu bildiriyordu. Haçlılar, Batı dünyasının uzun zamandır Bizans’a karşı beslediği kızgınlık ve kıskançlık duygularını tatmin etme fırsatı veren bu teklifi kabul ettiler. Haçlı filosu 24 Haziran 1203’te İstanbul önlerine geldi. Galata’da karaya çıkan Haçlılar gemilerini Haliç’e soktular. İmparator III. Aleksios Haçlılar’ın gelişine karşı önlem almamıştı. Ancak Haçlılar Haliç surlarına karşı hücuma geçince askerlerle birlikte halk da şehri savundu. Fakat 17 Temmuz günü Venedikliler surlarda gedik açınca imparator şehirden kaçtı. Hükümet bunun üzerine hapiste bulunan eski imparator II. Isaakios’u tahta çıkararak Enrico Dandolo’ya, taht iddiacısının babası tahta çıkarıldığı için artık savaşa gerek kalmadığını bildirdi. Haçlı saldırısı durduruldu ve Aleksios, 1 Ağustos 1203’te IV. Aleksios Angelos unvanını alarak babası ile beraber imparator ilân edildi. Bu arada II. Isaakios, Venedikliler’in istediği ve oğlunun daha önce yaptığı vaadleri kabul ettiğine dair antlaşmayı imzaladı. Fakat bunların yerine getirilmesi mümkün değildi. Öte yandan IV. Aleksios’un ısrarlarına rağmen İstanbul kilisesi Roma’nın üstünlüğünü ve Latin âdetlerini benimsemeyi kesinlikle kabul etmiyordu. Haçlılar’a ödenecek para da temin edilemiyordu. Çapulcu Haçlılar civar köylere saldırıyor, her şeyi yağmalıyordu. Surların dışında hiç kimsenin can güvenliği kalmamıştı. Birkaç Fransız’ın müslümanlara ait bir mescidi ateşe vermesiyle çıkan yangında şehrin büyük bir mahallesi kül oldu. IV. Aleksios’un parayı ödeyemeyip geciktirmesi Haçlılar’ı öfkelendiriyordu. Nihayet şehri zaptetmek hususunda Haçlılar’ı tahrik eden Venedikliler’in beklediği fırsat bir saray ihtilâli sayesinde gerçekleşti. 1204 Şubatında IV. Aleksios’u ve babasını tahttan indiren bu saray ihtilâli sonunda III. Aleksios’un damadı Murtzuphlos, V. Aleksios unvanıyla Bizans tahtına çıktı. Taht değişikliğini kendilerine karşı bir meydan okuma olarak değerlendiren Haçlılar şehri zaptetmeye karar verdiler. 6 Nisan’da yapılan ilk Haçlı saldırısı durduruldu, fakat bir hafta sonraki saldırıda şehir düştü (13 Nisan 1204). İmparator, patrik ve pek çok asilin kaçıp terkettiği savunmadan yoksun şehir, Enrico Dandolo ve Haçlı reislerinin izniyle üç gün boyunca yağmalanıp tahrip edildi.

Haçlılar İstanbul’u, 1099’da Kudüs’ü zaptettiklerinde yaptıkları korkunç katliama pek uygun düşen bir vahşetle yağmaladılar. Onların çılgınlığından dehşete düşen olayın şahidi Batılı yazarlar kaleme aldıkları eserlerde duydukları utancı açıkça belli etmişlerdir. 900 yıl boyunca hıristiyan dünyasının merkezi olan İstanbul bu yağma sonunda bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini kaybetti. Kiliseler, manastırlar, saraylar ve kütüphaneler yağma edildi. Sayısız ikon, kutsal emanet ve değerli eşya üzerlerindeki kıymetli taşlar sökülüp alınarak tahrip edildi veya çalınıp götürüldü. Hıristiyanlığın en kutsal kilisesi Ayasofya’ya atlarıyla giren Haçlı savaşçıları ikonları, ipekli halıları çaldılar; aziz tasvirleri ve kutsal kitaplar üzerinde tepinip şarkı söylediler. Blakhernae’deki Kutsal Meryem Kilisesi de aynı âkıbete uğradı. Venedikliler, imparatorluk merkezindeki kültür ve sanat eserlerinin birçoğunu toplayıp kendi şehirlerine götürürken Fransız ve Flamanlar da taşıyabilecekleri eşya dışında her şeyi vahşice tahrip ettiler. Sokaklarda koşuşan yaya Haçlı askerleri ve yere diz çöküp merhamet dilenen halkın üzerine atlarını süren Haçlılar kadın, yaşlı, çocuk demeden herkesi öldürüyor, fakirlerin evlerini bile tahrip ediyordu. Saraylılar, asiller, hatta rahibeler bile gözü dönmüş Haçlılar’ın tecavüzüne mâruz kaldılar. Üçüncü günün sonunda “şehirler kraliçesi” İstanbul bir harabeye dönmüştü.

Haçlılar İstanbul’da Latin İmparatorluğu adıyla elli yedi yıl sürecek (1204-1261) bir hâkimiyet kurdular. Baudouin de Flandre imparator seçildi. İstanbul’un ilk Latin patriği Venedikli Thomas Morosini oldu. Bizans toprakları Haçlılar’la Venedikliler arasında paylaşıldı. Venedikliler, ticarî bakımdan kendileri için önem taşıyan kıyı şehirlerini ve adaları alırken Haçlılar Selânik, Yunanistan ve Pelopones’te küçük devletler kurdular. İstanbul’dan kaçan Bizans ileri gelenleri de Epiros bölgesinde ve İznik’te iki devlet tesis ettiler. Bu iki devlet yanında Bulgar Çarlığı ile de mücadele etmek zorunda kalan İstanbul İmparatorluğu’na 25 Temmuz 1261’de İznik Bizans Devleti son verdi. Ortadoğu’daki müslümanlar bakımından herhangi bir tehlike meydana getirmemiş olan Dördüncü Haçlı Seferi, Bizans İmparatorluğu’na vurduğu darbe ile Anadolu’daki Türk hâkimiyetinin güçlenmesine yardımcı oldu. Anadolu Selçuklu Devleti artık Batı’dan gelecek önemli bir tehlike kalmadığından sınırlarını genişletme imkânı buldu. Antalya ile birlikte Akdeniz kıyılarını, ayrıca Karadeniz’de Samsun ve Sinop’u ele geçirerek ihtiyaç duyduğu limanlara kavuştu. Selçuklular, Anadolu ticaret yollarının taşıdığı önem sayesinde dünya ticaretinde söz sahibi oldular. Aynı zamanda Doğu Anadolu’dan Suriye’ye kadar uzanan bölgelerde devletin siyasî nüfuzu kuvvetlendi.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.