whatsapp

Kaybolmaya yüz tutmuş bir âşık:

KÜLTÜR - SANAT 19.08.2019 - 00:01, Güncelleme: 09.09.2021 - 14:46
 

Kaybolmaya yüz tutmuş bir âşık:

“Âşık Bekir Doğan”
Modern çağın orta yerinde eski zamanlardan kalmış bir adam. Çok şey görmüş geçirmiş, yaşamış, tam anlamıyla yaşadığı tüm zorluklara rağmen insan kalabilmiş biri Âşık Bekir Doğan. Günümüzde bu geleneği devam ettirebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kalmış durumda. Seydişehir halk müziği sanatçılarından kaybolmaya yüz tutmuş âşıklık geleneğinin yaşayan son isimlerinden biri olan Âşık Bekir Doğan, üniversite tezlerine konu olan hayat hikâyesini bizimle paylaştı. Bir garip âşık Bekir Doğan Âşık Bekir Doğan 1940 yılında Zekeriya köyünde doğdu ailesi daha 9 yaşındayken köyde bir kıza nişanladılar. Bu yaş aynı zamanda hayat serüveninin çileli başlayış noktasıdır. İsterseniz gerisini Âşık Bekir’in kendisinden dinleyelim! ‘’O yaşta Zekeriya Köyü’nün çobanı oldum. Çoban ya ne çoban! Yarı aç, yarı tok bazen de tamamen aç yürüdüm dağlarda. Çocukluğumu yaşayamadan, arkadaşlarımla oyun oynayamadan büyüdüm. Dağların çocuğu oldum. Okul yok ki okuyayım. Okuma yazmadan da mahrum kaldım. Bir köpeğimiz vardı o zamanlarda akıllı mı akıllı idi. Annem yaptığı ekmekleri onun sırtına sarar o da beni arar bulur getirirdi. Anlayacağınız, ilk arkadaşım bir köpek olmuştu. Derken babam vefat etti, annem bir başkasıyla evlenip gitti. Tam yedi kardeş orta da kaldık. Önce ağabeyimiz bize babalık etmeye çalıştı. O askere gidince yük benim üzerime bindi. Bir süre sonra askerlik gelip çatmış, nişanlımı, kardeşlerimi gerilerde bırakıp gitmiştim. Yıllar geçti izine bile gidememiştim. Nasıl gidecektim. “Para yok akıl yok.” derler ya işte öyle… Gün oldu çar naçar askerlik dönüşü köyüme döndüm. Bir de ne göreyim; Filimler de görülen hal başıma gelmişti. O gün, nişanlım kaçırılmış, düğünü yapılıyormuş. Üzülsem ne olacak olan olmuş, bana ağlamak düşmüştü. Zaten öyle değil mi? Garipler hep ağlarlar, ağlatılırlar. İçimde bir hırs oluşmuş bir an evvel evlenmek istemiştim. Ancak param yok ki birinin kapısını çalıp isteyeyim. Önümde rehberlik yapacak bir kimse de olmadı. Çalışmak için Antalya’ya gittim. Elbette lüks arabalara binip gidecek değildim. Zaten o zamanlarda öylesi arabalarda yoktu.  Günlerce yürüyüp aç sefil Antalya’ya ulaştım. Çalıştım çabaladım, üç beş kuruş kazandım. Köye dönecektim. O zamanlar Akseki’ye çalışan bir otobüs vardı. Akseki’ye kadar olsun binmeyi düşünemeyip yaya çıktım yola. Yol da ne yol ki tam üç gün üç gece dere tepe demeyip aştım. Kimi sulara battım, kimi bir mağarada sabahladım. Mevsim kış dağlar kar doluydu. Nihayetinde donmayıp perişan bir vaziyette köyüme ulaştım. “Avrat yok akıl yok.” derler ya işte öyle böyle perişan bir vaziyetten kurtulmak için hayaller kurmaya başladım. Çoğu kişiler gibi ben de bir kız kaçırıp evlendim. Köye çoban çıktım evimi idare etmenin yollarını aramaya başladım. Bu arada saz çalmasını öğrenip düğünlerde saz çalıp oynamaya, insanları eğlendirerek hayata tutunmaya çalıştım. Ne mümkün? Bu işe eşim ve ailesi karşı çıkınca başımı bozmaya çalıştılar. Hasta kızımı doktora götürürken yolda ölünce “Çocuğunu öldürdü” iftirasına maruz kalıp bir müddet hapishanelerde süründüm. Sonra arınıp hâkimin tavsiyesine uyup eşime sahip çıkmaya çalıştım. Yedi sene içerisinde üç çocuğumuz daha oldu ancak günlerin sonunda yine araya fitneler girdi boşandık. Ben yeniden evlendim. Kızlarım büyüdü birisini evlendirdim. Ancak bir fitnenin kurbanı oldu. Damadım askerdeyken annesinin de katkılarıyla eş üstüne verildi ve daha sonra öldürüldü. Dünya bana zindan olmuştu, ancak hayata tutunmaya devam ediyordum. Askerde öğrendiğim az buçuk okuma yazmamla söylediğim şiirleri yazıp topladım. Köyümü çoktan terk edip Seydişehir de yaşamaya devam ettim ve yine garibanı bir hayatı sürdürüp gidiyorum. Şimdilerde saz çalmalar, oynamalar gerilerde kaldı. Güzel görüp güzel düşünüyor ebedi bir hayata doğru yol alıp gidiyorum. Tıpkı Âşık Veysel’in dediği gibi… O “bilmiyorum” demiş ancak ben Onun gibi demiyorum derim ki: Biliyorum ne haldeyim     “Gidiyorum gündüz gece.” İşte böyle! Yaşadıklarımın belki yüzde birisini dahi yazamadım. Çünkü yaşadıklarımı buraya sığdırmam mümkün değildi. Ancak istedim ki yazdığım şiirlerimi sizlerle paylaşayım Kısaca bir garip âşıktı Zekeri yalı Âşık Bekir Doğan Acı ve kederini feryat eden garipti Âşık Bekir’in Yaşamı’’
“Âşık Bekir Doğan”

Modern çağın orta yerinde eski zamanlardan kalmış bir adam. Çok şey görmüş geçirmiş, yaşamış, tam anlamıyla yaşadığı tüm zorluklara rağmen insan kalabilmiş biri Âşık Bekir Doğan. Günümüzde bu geleneği devam ettirebilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kalmış durumda.

Seydişehir halk müziği sanatçılarından kaybolmaya yüz tutmuş âşıklık geleneğinin yaşayan son isimlerinden biri olan Âşık Bekir Doğan, üniversite tezlerine konu olan hayat hikâyesini bizimle paylaştı.

Bir garip âşık Bekir Doğan

Âşık Bekir Doğan 1940 yılında Zekeriya köyünde doğdu ailesi daha 9 yaşındayken köyde bir kıza nişanladılar. Bu yaş aynı zamanda hayat serüveninin çileli başlayış noktasıdır.

İsterseniz gerisini Âşık Bekir’in kendisinden dinleyelim!

‘’O yaşta Zekeriya Köyü’nün çobanı oldum. Çoban ya ne çoban! Yarı aç, yarı tok bazen de tamamen aç yürüdüm dağlarda. Çocukluğumu yaşayamadan, arkadaşlarımla oyun oynayamadan büyüdüm. Dağların çocuğu oldum.

Okul yok ki okuyayım. Okuma yazmadan da mahrum kaldım. Bir köpeğimiz vardı o zamanlarda akıllı mı akıllı idi. Annem yaptığı ekmekleri onun sırtına sarar o da beni arar bulur getirirdi. Anlayacağınız, ilk arkadaşım bir köpek olmuştu.

Derken babam vefat etti, annem bir başkasıyla evlenip gitti. Tam yedi kardeş orta da kaldık. Önce ağabeyimiz bize babalık etmeye çalıştı. O askere gidince yük benim üzerime bindi. Bir süre sonra askerlik gelip çatmış, nişanlımı, kardeşlerimi gerilerde bırakıp gitmiştim. Yıllar geçti izine bile gidememiştim. Nasıl gidecektim. “Para yok akıl yok.” derler ya işte öyle…

Gün oldu çar naçar askerlik dönüşü köyüme döndüm. Bir de ne göreyim; Filimler de görülen hal başıma gelmişti. O gün, nişanlım kaçırılmış, düğünü yapılıyormuş.

Üzülsem ne olacak olan olmuş, bana ağlamak düşmüştü. Zaten öyle değil mi? Garipler hep ağlarlar, ağlatılırlar. İçimde bir hırs oluşmuş bir an evvel evlenmek istemiştim. Ancak param yok ki birinin kapısını çalıp isteyeyim. Önümde rehberlik yapacak bir kimse de olmadı.

Çalışmak için Antalya’ya gittim. Elbette lüks arabalara binip gidecek değildim. Zaten o zamanlarda öylesi arabalarda yoktu.  Günlerce yürüyüp aç sefil Antalya’ya ulaştım. Çalıştım çabaladım, üç beş kuruş kazandım. Köye dönecektim. O zamanlar Akseki’ye çalışan bir otobüs vardı. Akseki’ye kadar olsun binmeyi düşünemeyip yaya çıktım yola. Yol da ne yol ki tam üç gün üç gece dere tepe demeyip aştım. Kimi sulara battım, kimi bir mağarada sabahladım. Mevsim kış dağlar kar doluydu. Nihayetinde donmayıp perişan bir vaziyette köyüme ulaştım.

“Avrat yok akıl yok.” derler ya işte öyle böyle perişan bir vaziyetten kurtulmak için hayaller kurmaya başladım. Çoğu kişiler gibi ben de bir kız kaçırıp evlendim. Köye çoban çıktım evimi idare etmenin yollarını aramaya başladım. Bu arada saz çalmasını öğrenip düğünlerde saz çalıp oynamaya, insanları eğlendirerek hayata tutunmaya çalıştım. Ne mümkün? Bu işe eşim ve ailesi karşı çıkınca başımı bozmaya çalıştılar. Hasta kızımı doktora götürürken yolda ölünce “Çocuğunu öldürdü” iftirasına maruz kalıp bir müddet hapishanelerde süründüm. Sonra arınıp hâkimin tavsiyesine uyup eşime sahip çıkmaya çalıştım. Yedi sene içerisinde üç çocuğumuz daha oldu ancak günlerin sonunda yine araya fitneler girdi boşandık. Ben yeniden evlendim.

Kızlarım büyüdü birisini evlendirdim. Ancak bir fitnenin kurbanı oldu. Damadım askerdeyken annesinin de katkılarıyla eş üstüne verildi ve daha sonra öldürüldü. Dünya bana zindan olmuştu, ancak hayata tutunmaya devam ediyordum. Askerde öğrendiğim az buçuk okuma yazmamla söylediğim şiirleri yazıp topladım. Köyümü çoktan terk edip Seydişehir de yaşamaya devam ettim ve yine garibanı bir hayatı sürdürüp gidiyorum.

Şimdilerde saz çalmalar, oynamalar gerilerde kaldı. Güzel görüp güzel düşünüyor ebedi bir hayata doğru yol alıp gidiyorum. Tıpkı Âşık Veysel’in dediği gibi… O “bilmiyorum” demiş ancak ben Onun gibi demiyorum derim ki:

Biliyorum ne haldeyim    

“Gidiyorum gündüz gece.”

İşte böyle! Yaşadıklarımın belki yüzde birisini dahi yazamadım. Çünkü yaşadıklarımı buraya sığdırmam mümkün değildi. Ancak istedim ki yazdığım şiirlerimi sizlerle paylaşayım

Kısaca bir garip âşıktı Zekeri yalı Âşık Bekir Doğan

Acı ve kederini feryat eden garipti Âşık Bekir’in Yaşamı’’

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.