whatsapp

Seydişehir bölgesinde eşkıyalık ve asayiş sorunları(1614-1800)

İZ BIRAKANLAR 29.09.2022 - 11:52, Güncelleme: 29.09.2022 - 11:52
 

Seydişehir bölgesinde eşkıyalık ve asayiş sorunları(1614-1800)

Eşkıya, bedbaht, talihsiz, fena hareketli, günahkâr, asi anlamına gelen “şaki” teriminin çoğulu olan bir kelimedir. Osmanlı Dönemi’nde celalî, eşirra, haramî, haramzade, türedi ve haydut kelimeleri de kullanılmıştır. Eşkıyalık, mevcut siyasî iktidara karşı başkaldırma niteliği taşımaz.
Araştırmacı yazar tarihçi; Mehmet Kiraz Hanefi fıkhı hariç diğer ekollere mensup fakihlerin çoğu, kadın-erkek ayırımı yapmadan en az üç kişinin, şehir, kasaba ve köy gibi meskûn mahaller dışında işlediği saldırı ve soygunları eşkıyalık sayar. Ancak bazı İslam hukukçuları sayı şartı aramaz ve şehir eşkıyalığını da eşkıyalık kategorisinde değerlendirir. Hobsbawm, “Görevlilere ücret dağıtmak için para götüren mutemedi köşe başında basıp soyanlardan teşkilatlanmış asilere ve vur kaç taktiği uygulayan gerillalara kadar, saldıran ve zor kullanarak soygun yapan herkes kanunlar önünde eşkıyadır.” demek suretiyle bu kavrama daha kapsamlı bir anlam yükleyerek tanımlama yapmıştır. Seydişehir, Horasanlı bir alperen olan Seyyid Harun tarafından Eşrefoğulları Beyliği zamanında 1300’lerin başında kurulmuş bir Türk kentidir. Karamanoğulları Dönemi’nde vilayet statüsünde olup, Osmanlılar kenti 1467’de ele geçirdikten kısa bir süre sonra (1483) Kaza olarak yeniden yapılandırılmış; Tanzimat’tan sonra işlevi değişmiş olmasına rağmen kaza statüsü 1920’ye kadar devam etmiştir. Aşağıda öncelikle Seydişehir ve çevresinde faaliyet Göstermiş olan yedi eşkıyadan; daha sonra çeşitli asayiş problemlerinden bahsedilecektir. I. Seydişehir Eşkıyaları Celali İsyanları, Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik ve sosyal buhranla birlikte ortaya çıkıp özellikle XVI. ve XVII. yüzyılda etkili olan ayaklanmalardır. Yönetim açısından zor bir dönem olup bastırılmakta güçlük yaşanmıştır. Seydişehir’deki eşkıyalık hareketlerini, Celali İsyanları’nın bir yansıması olarak düşünmek gerekir. XVII. yüzyıldan itibaren Seydişehir gibi başkentten uzak yerlerde merkezi otoritenin zayıfladığı; beldenin önde gelen kimseleri olan ayanların nüfuzunun arttığı anlaşılmaktadır. 1. Dağlar Delisi Süleyman Toplumu derinden etkileyen bir kargaşanın Seydişehir’de görülmemesi söz konusu değildir. Nitekim Osmanlı tarihinde XVII. yüzyılın meşhur Celalilerinden ve en kudretli zorbalarından biri olarak anılan Dağlar Delisi Süleyman, 1614 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Seydişehir’in Kavak köyündendi.1608 tarihinden önce bir Celali olarak tanındığı ve Kalenderoğlu Mehmed Paşa’nın etrafında toplananlardan biri olduğu tespit edilmiştir. Naima, sipahiler arasında nüfuz sahibi olan Dağlar Delisi’nin Beyşehir, Seydişehir, Bozkır ve belki Lârende ile Konya şakilerinin de başı olduğunu yazmaktadır. Önder de eserinde XVII. yüzyılın Seydişehir için talihsiz bir dönem olduğu, kentin Celali ayaklanmasından hayli Etkilendiği, bazı elebaşlarının burada yaşamasından dolayı halkın çok çektiği ve başka yerlere göç ettiği, kalanların da çiftçilik, debbağlık, nakliyecilik, bez ve kilim dokumacılığı gibi mesleklerle geçimini sürdürmeye çalıştığı bilgisini verir. 2. Deli İlâhi Dağlar Delisi Süleyman’ın 1624’te Seydişehir’de ölmesinden sonra , Seydişehir ve çevresinde eşkıyalık hareketini kardeşi Deli İlahî sürdürmüştür. Koçu, Deli İlahî’nin ağabeyinin sağlığında ve onun sayesinde sipahi olduğunu, Seydişehir’in âyân ve eşrafını adeta “bir kuru hasır üstünde bırakırcasına” soyduğunu yazmıştır. Deli İlahî kentin zenginlerine yersiz isnatlar ve iftiralarla saldırmış, mal varlıklarına el koymuş, Seydişehir kadısı bu zorba karşısında aciz kalmıştır. Naima, Deli İlahi hakkında “Benî İsrail’in Firavun elinden çektiğini Seydişehir halkı bu zâlimden çekti” demektedir. Deli İlahi’nin bu denli nüfuz kazanmasında merkezî hükümetten kimselerin rüşvet alıp susması yatmaktadır. Kendisine muhalefet eden bir yeniçeri neferine meydan dayağı attırıp çarşıda astırmış ve bu hareketi karşısında ne Seydişehir kadısı ne de İstanbul’dan bir yetkili ses çıkarmıştır. Ayrıca dönemin Karaman Valisi Çerkes Ahmed Paşa vergileri toplamakta sıkıntı yaşayınca, Deli İlahi’den yardım isteyerek onun zorbalığını bir nevi tasdik etmiştir. Deli İlahi’nin sonu 1628 yılında İstanbul’a gitmesiyle gelmiştir. Başkentte bir konağa yerleşerek padişah huzuruna kabul edilmeyi beklerken, Seydişehir’de zulmettiği kişilerden oluşan bir topluluk konağı basmış; Topal Receb Paşa’nın da yardımıyla Deli İlahi, Vezir İskelesi’ne götürülmüş; oradan Rumelihisarı zindanına getirilip boğdurtulmuştur. 3. Dereli Halil Seydişehir’in Dere köyünden olan Dereli Halil, etrafına topladığı birkaç yüz adamla dağa çıkmış, yol kesip kervan soymuştur. Bademli Hüseyin adlı birinin evini gece vakti adamlarıyla basmış, eviyle birlikte Hüseyin’i yakmıştır. Deli İlahi ile zaman zaman çatışmışsa da o hayattayken Dereli Halil’in pek sesi çıkmamıştır. 1628’de Deli İlahi’nin ölümünden sonra Seydişehir’de Hoşanzadeler’in konağına yerleşmiştir. 13 Zilhicce 1038/14 Ağustos 1629 tarihli bir berat ile kendisine Seydişehir, Beyşehir, Niğde, Kayseri, Akşehir, Kırşehir ve Aksaray’da asker toplayabilme yetkisi verilmiştir. Naima’nın verdiği bilgiye göre, Dereli Halil Seydişehir kadısı ile birlikte mahkeme salonuna gider, davaları dinler ve kadıdan ziyade o meseleleri hükme bağlardı. Halil hakkında “İlâhi Bey’in yerine geçerek halka bir gazâb-ı ilâhi oldu.” diye yazmıştır. Seydişehir ahalisinin İstanbul’a gönderdiği şikâyet dilekçeleri sonucu IV. Murad (1623-1640), Dereli Halil’in yakalanıp idam edilmesini Bolvadin Beyi Küçük Ahmed Paşa’ya bildirmiş; bir gece Halil’in evi basılarak öldürülmüş ve kesilen başı İstanbul’a gönderilirken başsız cesedi Seydişehir çarşısında üç gün boyunca halka gösterilmiştir. 4. Seyyid Ahmed Seydişehir’de eşkıyalık adı verilen büyük çaplı toplumsal olaylar dışında zorba denebilecek insanların çıkıp çevreyi rahatsız ettiği olurdu. Seyyid Ahmed de bunlardan biriydi. Evasıt-ı Receb 1099/12-21 Mayıs 1688 tarihli bir kayda göre; aslen Boyalı köyünden olan Seyyid Ahmed Seydişehir dışında da eşkıyalık yapmış, Kütahya mütesellimi ile birlik olup Ankara ve Bolu sancaklarına giderek Murtazaâbad Kazası’nda bir kişinin evini basmış, ev sahibini ve oğlunu öldürmüş, kendisi namına 50 kuruş, kardeşi için de 43 kuruş alıp oradan ayrılmıştır. Seydişehir’de yerli bir Arap’ı katletmiştir. Kaza merkezinde sakin Ali adlı bir kişiye saldırıp zorla 110 kuruşunu almıştır. Yanına topladığı 20-30 levent taifesiyle bazen ağa bazen bölükbaşı kıyafeti giyip evleri ve köyleri dolaşmış; ahalinin eşek ve öküzlerine el koymuş; insanların konaklarına girip günlerce oturmuş; evlerinde bedava yiyip içmiştir. Olayların üstesinden gelemeyen Seydişehir kadısı merkeze durumu yazarak yardım istemiştir. Seyyid Ahmed’in ne şekilde cezalandırıldığına dair bir kayda şimdilik rastlanamamıştır. 5. Uzun Ali Ordunun sefere çıktığı zamanlarda eyalet ve kazalarda üst düzey yönetici kalmadığından eşkıya, kent ve köylere inerek savunmasız masum insanlara saldırır, onları soyar, her türlü zulmü yapardı. XVIII. yüzyıl şakilerinden Uzun Ali’ye bu bağlamda belgelerde rastlanmıştır. Konya naibine hitaben, Evail-i Safer 1126/16-25 Şubat 1714’te İstanbul’dan gönderilen bir hüküm, Beyşehir sancağı mutasarrıfı Şaban Paşa ve kethüdası Seyyid Mustafa’nın şikâyetine dairdir. Seydişehir Kazası sakinlerinden olan Uzun Ali, etrafına 70-80 tane tüfekli adam toplayıp hem Seydişehir kent merkezinde hem de köylerinde halka türlü eziyetler yapmaya başlamıştı. Bunlar insanların zorla malını parasını alıp şiddet uygulamışlar; pek çok hatuna tecavüz etmişlerdi. Ayrıca pazar yerlerini de basarak malları yağmalamışlardı. Beyşehir mutasarrıfı, Hotin seferinden döndüğünde ahali tüm olanlardan dolayı şikâyette bulunmuş; suçlulardan bazıları zabitler aracılığıyla yakalanmıştı. Ancak eşkıyanın taşkınlıkları devam etmiş; Uzun Ali ve maiyetindeki Haşim oğlu Topal Ahmed, Direkli Ahmed, Topal Bektaş, Emir oğlu Mehmed ve Sefer Efendi oğlu Ahmed, Seydişehir mahkemesini basıp kadı ve naibini darp etmişler; “mîr-i miran bizim ahvâlimizi sorduğunda arzu etdiğimiz gibi cevab virmezseniz ikinizi de katlederiz” şeklinde tehdit etmişlerdi. Seydişehir kadısından aldıkları iyi hal yazısını mutasarrıfa sunarak cezalandırılmaktan kurtulmaya çalışmışlar; ancak mutasarrıf ve Beyşehir kadısı Lütfullah bu belgeye itimat etmeyerek durumu İstanbul’a bir mektupla duyurmuşlardı.18 Uzun Ali ve yandaşları hakkında başkaca bir kayda şimdilik rastlanamadığından sonlarına dair bir hükme varmak mümkün değildir. 6. Bıyıklı Ahmed Aslen Seydişehir’in Gevrekli köyünden olan Bıyıklı Ahmed, hakkında pek çok suç kaydına rastlanan kimselerden biridir. Ulaşılabilen ilk belge Evail-i Rebiyülahir 1163/10-19 Mart 1750 tarihli olmakla birlikte, 1762 yılına kadar olan pek çok hükümde bu şahsın eylemlerine sıkça rastlanmakta ve bertaraf edilmesinde güçlük çekildiği anlaşılmaktadır. Bıyıklı Ahmed halka olmadık zulümler yapmış; mahalli idarecilere ve İstanbul’a adeta kafa tutmuştur. Seydişehir sakinlerinden Mustafa’nın kardeşi Mehmed’i zorla yanına alıp Yörük taifesinden kimselerin yanına götüren Bıyıklı Ahmed, adamlarıyla birlik olup Mehmed’i katletmiştir. Konya kadısı Mevlâna Mehmed Müftizade’nin Kırili Kazası’nda görevlendirdiği Delibaşı Mehmed’e, Seydişehir’in Çavuş köyünden geçerken Bıyıklı Ahmed ve adamları saldırmış; zorla 40 kuruşunu alıp iki adamını katletmiş; beş adet atını da helak ederek Mehmed’i sol kolundan üç ve sağ böğründen bir kurşunla vurup yaralamışlardı. Bu yaralanmalardan dolayı Mehmed vefat etmişti. Ayrıca Bıyıklı Ahmed, Seydişehir’in hemen her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar onbeşer adamını yerleştirmişti. Bunlar tüccara saldırıp öldürüyor ve mallarını ele geçiriyorlardı. Seydişehir ahalisi üzerine düşen tekâlifi zamanında ve tam olarak ödediği halde ayan olan Bıyıklı Ahmed 1150/1737 senesinden beri vergi işine de karışır olmuştu. Evahir-i Zilhicce 1164/10-19 Kasım 1751 tarihli hükümden anlaşıldığı kadarıyla, on yılı aşkın bir zamandır, vergi toplama zamanında kent sakini olan vergi yükümlülerinin her birinden kendisi için iki üç kese akçe topluyordu. Ayrıca bir süre önce öldürülen eşkıya Hacı Şeyhoğlu’nun sekbanlarınıda yanına alan Bıyıklı Ahmed, kazada görevlendirilen kadılara iş gördürmeyip bir şekilde azillerini sağlıyor ve mallarını yağmalıyordu.21 1165/1751 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir sakini birkaç kişinin Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olup 1160/1747 senesinden kalma ve kendilerinden zorla alınmış olan ikişer kese akçe haklarını istedikleri yazılıdır. Bıyıklı Ahmed zimmetinde olan akçeleri iade etmediği gibi Beyşehir mutasarrıfı ile birlik olup kaza merkezinde pek çok kimsenin evini basmış, mal ve eşyasına el koymuş ve 30-40 kese akçe toplamıştır. Üretim yapılan dükkânları da yağmalayıp ürünlerine el koymuştur. İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilerek durumun mahallince incelenmesi uygun görülmüştür. Evail-i Ramazan 1167/22 Haziran-1 Temmuz 1754 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir Kazası sakinlerinin hazeriye ve zeametle ilgili vergileri Abdurrahman ve İbrahim’e ödedikleri, buna rağmen 1154/1741 yılında Bıyıklı Ahmed’in kendisi için bu vergileri bahane ederek zorla 2000 kuruş tahsil ettiği yazılıdır. Evahir-i Rebiyülahir 1169/24 Ocak-1 Şubat 1756 tarihli bir kayıtta ise Seydişehirli Seyyid Mustafa’nın Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olduğu görülür. 24 senedir ayan olan Bıyıklı Ahmed, o sene vergi toplama zamanında kendisi için Mustafa’dan fazladan 3.000 kuruş tahsil etmişti. Ayrıca 1148/1735-1158/1745 yılları arası on yıllık dönemde haksız yere aldığı akçelerin toplamı 25.000 kuruşa ulaşmıştı. Bu akçeleri iadesi Seydişehir kadısı tarafından istendiğinde, Osman ve Bodi Hasan adlı kimselerin de yardımıyla Bıyıklı Ahmed emre karşı gelmiştir. İstanbul’dan durumu incelemek üzere gönderilen mübaşir Zeynel de Bıyıklı Ahmed’le baş edememiştir. Kara Mahmud ve Ali liderliğinde Bıyıklı Ahmed’in 10 adamı Seyyid Mustafa’nın evine gitmişler; o sırada bahçesinde çalışmakta olan Mustafa’nın orakla başını ve kolunu kesip katletmişler; bir at, üç eşek, bir inek, bir manda, bir buzağı ile tüm mahsulatına ve pek çok eşyasına el koymuşlardı. Bunun üzerine İstanbul’dan yeni bir mübaşir tayin edilmişti. Mübaşir Hüseyin, Seydişehir’e ulaştığında Bıyıklı Ahmed beraberindeki 100 adamla birlikte Seydişehir mahkemesini basmıştır.Seyyid Mustafa’nın ölümünden sonra da annesi Saime’ye düşmanlık güden Bıyıklı Ahmed, onu da uzun yıllar rahatsız etmiştir. Evail-i Cemaziyülahir 1173/20-29 Ocak 1760 tarihli bir hükümde, Bıyıklı Ahmed’in işi daha da ileri götürüp her ay kendisi için halktan akçe toplamaya başladığı yazılıdır. Beraberindeki 40-50 eşkıya ile 25 seneden daha fazla bir zaman Seydişehir’de ikamet eden Bıyıklı Ahmed halka epey zulmetmiş, mallarını gasp edip pek çok hatuna tecavüzetmiştir. Evail-i Ramazan 1173/17-26 Nisan 1760 tarihli bir kayda göre; Seyyid Harun Hamamı’nda Derviş Hüsam oğlu Ali katledilmişti. Katilin kim olduğunu araştırdığını bahane ederek Ali’nin hanımı Şerife’yi evine davet eden Bıyıklı Ahmed, hatuna tecavüz etmişti. Sonra da maktul Ali’nin akrabalarını kışkırtarak kâtilin Şerife olduğu yönünde söylentiler çıkartmıştı. Birkaç adamını Şerife’nin evine gönderip iki bakire kızını ve bir cariyesini zorla alarak kendi evine getirtmiş; bunlara da tecavüz ettikten sonra 10-15 gün hapsetmişti.27 İstanbul’dan mübaşir gönderilerek Ahmed’in yakalanıp getirilmesi istendiği sırada, Karaman’da tutuklu bulunan Bıyıklı Ahmed, 8000 kuruş rüşvet ödeyerek Evasıt-ı Zilkade 1173/25 Haziran-4 Temmuz 1760’da tahliye edilmeyi başarmıştır. Mübaşir Seydişehir’e ulaşmadan Bıyıklı Ahmed Şam’a firar etmiştir. Bıyıklı Ahmed hakkında ulaşılabilen son kayıt Evail-i Ramazan 1175/26 Mart-4 Nisan 1762 tarihli olup Şam’a firar ettikten sonra da adamları vasıtasıyla Seydişehir’deki zulmünü devam ettirdiği, mal gasp ettirip insanların canına ve namusuna zarar verdiği anlaşılmaktadır. 7. Bıyıklı Ahmed oğlu Numan Bıyıklı Ahmed’in Şam’a kaçmasından bir süre sonra (1180/1767’de) Seydişehir ve çevresinde bu defa onun oğlu Numan eşkıya olarak ortaya çıkmış; babasının bıraktığı yerden zulme devam etmiştir. Bıyıklı Ahmed’in oğlu Numan’la ilgili Evahir-i Cemaziyülahir 1189/19-27 Ağustos 1775 tarihli bir hüküm, Seydişehir ahalisinden ve Onüç Bölüğü’nün neferlerinden eski serdâr Hacı Ali’nin şikâyetine dairdir. Bıyıklı Ahmedoğlu Numan yanına Seyyid Ali ve Kara Naip Abdurrahman’ı da alarak Hacı Ali’ye saldırmış ve 6500 kuruşluk eşyasını gasbetmişti. Etrafına topladığı 400-500 kişilik eşkıya güruhu ile hem kaza merkezinde hem de bu kazaya bağlı köylerde halkı huzursuz etmiş, her sene vergi toplama zamanında kendisi için fazladan akçe istemiştir. Numan’ın adamları özellikle kadınları rahat bırakmıyor ve sık sık tecavüz vakaları yaşanıyordu. Bu sırada Numan’ın kardeşi Mehmed, Beyşehir mütesellimi idi. Böylece kardeşinin de yardımıyla haksız yere insanları hapsettirip 300-400 kuruşu rüşvet olarak aldıktan sonra serbest bırakıyorlardı. Yukarıda adı geçen Hacı Ali’nin Seyyid Abdülkadir adında genç bir oğlu vardı. Numan ve yandaşları Kara Abdurrahman, Seyyid Mustafa, Seyyid Abdullah ve İkizoğlu Seyyid İbrahim birlik olup yatsı namazı vaktinde Ali’nin evini basmışlar ve oğlu Abdülkadir’i öldürmüşlerdi. Ancak 21 Ramazan 1190/3 Kasım 1776 tarihli İstanbul’a gönderilen bir yazıda Numan’ın günahsız olduğu ve kendisine iftira atıldığı yazılıydı. 16 Safer 1191/26 Mart 1777 tarihli yazıdan anlaşıldığı kadarıyla kardeşi mütesellim Mehmed, Numan’ı korumuş ve iyi haline dair bir evrak hazırlanmasını sağlamıştı.31 Yine İstanbul’dan gönderilen bir yazıda, Numan ve kardeşi Mehmed, Kara Naip Abdurrahman, Hacı Abdürrezzak, Sevgün Mehmed, Gök Mehmed, İsmail ve Boyacı İsmail adlı kişilerin haksız yere halktan para topladığı, İstanbul’dan gönderilen mübaşirin yolunu kesip iki adamını öldürüp beş adamını da yaraladıkları, mübaşirin maiyetinde olan at ve katırlarla pek çok eşyayı yağmaladıkları, Seydişehir’de emniyet nâmına bir şey kalmadığı yazılıdır. Sadece kaza merkezinde değil köylerde de huzur bırakmayan Numan, Akçalar köyü ahalisinden zorla 10.500 kuruş toplamıştı. Pek çok kişi çareyi başka şehirlere göç edip kaçmakta bulmuştur. Seydişehir sakinlerinden Hacı Esir’in açtığı ve Evahir-i Safer 1190/11-19 Nisan 1776 tarihli dava kaydına göre, Hacı Esir 1188/1774 yılında hac vazifesi ile Arabistan’a gittiği sırada ambarında bulunan tüm mahsul, Numan ve adamları tarafından yağmalanmıştır. Bu dava kaydından iki ay sonra Beyşehir Sancağı Mutasarrıfı Alâeddin, Numan ve yandaşlarını yakalamak gayesiyle Seydişehir’e gelmiş; ancak bunu haber alıp firar eden Numan, gece vakti adamlarıyla Alâeddin’in konakladığı yeri basıp 10.000 kuruş kıymetinde mal ve eşyayı yağmalamış; Alâeddin’in üç adamını öldürmüştür. Numan ile ilgili ulaşılabilen son kayıt Evasıt-ı Cemaziyülahir 1193/26 Haziran-5 Temmuz 1779 tarihlidir. Seydişehir sakinlerinden ve ulemadan olan Abdülhalim Efendi, Numan’ın halka zulmetmesine karşı çıktığı için Numan ve kardeşleri Sadık, Burhan, Çolak Mustafa yanlarına 80 adam alarak sokakta Abdülhalim Efendi’ye saldırmışlar; büyük bir bıçakla yaralayıp öldürmüşlerdir. Abdülhalim Efendi’nin evladı Mehmed, Mustafa, Hasan, Ayşe, Havva ve Emine babalarının ölümü sonrası dava açınca mesele İstanbul’a kadar ulaşmış ve Numan’ın yakalanması emredilmiştir. Temmuz 1779’dan sonra Numan’la ilgili kayda rastlanamamıştır. Yetkililerce yakalanıp cezalandırılmış olması muhtemeldir. II. Seydişehir’de Diğer Asayiş Sorunları: Kurulmuş olan nizamın sarsılması veya bozulması, her dönem her coğrafyada var olan durumlardır. Nitekim Seydişehir’de de çeşitli asayiş sorunları yaşanmış; emniyetin sağlanması için alınan tedbirlerin yetersiz kaldığı olmuştur. 1614-1800 yılları arası Osmanlı Seydişehiri’nde reayaya yönelik ve esasında sultanın adalet anlayışını zedeleyen bazı olumsuzluklar yaşanmıştır. Bunlar ayrı başlıklar altında incelenecektir. 1. Ev Basma, Darb ve Yaralama, Adam Öldürme: Arşiv kayıtlarında, Seydişehir’de ev basma olaylarında genellikle ya darp, ya yaralama ya da katl suçunun beraber işlendiği görülür. Evdeki mal varlığının yağmalanması da bunlarla birlikte gerçekleşebilmekteydi. Bu olaylara dair Karaman Ahkâm, Şikâyet, Mühimme defterleriyle Konya Kadı Sicilleri’nde çok sayıda örnek mevcuttur. Görevi gereği Seydişehir kadısı, kent güvenliğini ve ehl-i örf vasıtasıyla suçluların cezalandırılmasını sağlardı. Ancak bu hususta bazen güçlük çeker ve merkeze mektup yazıp yardım istemek zorunda kalırdı. Seydişehirli sipahilerden Hüseyin ile hizmetkârı Nurullah’ın evleri basılarak katledilmiş, mal ve eşyaları gasbedilmiş ve sonra da evleri yakılmıştı.  Zilkade 1027/20 Ekim 1618 tarihli hükümde, bu eylemi gerçekleştiren 25 kişinin yakalanması için kefillerinin sorgulanarak suçluların saklandıkları yerin öğrenilmesi, suçu işleyenler içinde maddi anlamda sıkıntı çektiği için bu işe kalkışanlar varsa hapsedilerek cezalandırılmaları, ekonomik manada muhtaç olmadığı halde suça iştirak edenlerin ise idam edilmesi Seydişehir kadısından istenmiştir. Seydişehir kent merkezinde bazen adam dövme, ev basma ve gasp olayları yaşanırdı. Seydişehir’in Cami-i Kebir Mahallesi’nden Abdullah oğlu Şahin mahkemeye gelerek Serikli Ahmed, Sekban Mustafa ve kardeşi Fakih, Bayrakdaroğlu Mehmed, İbrahim, hizmetkarı Veli, Berber Himmet ve Hamza’dan şikâyetçi olmuştu. Evail-i Zilhicce 1121/1-10 Şubat 1710 tarihli hükümden anlaşıldığına göre; adı geçen kimseler Hacı Mustafa’yı boyahane dükkânı önünde kazma, bıçak ve sopa ile darp etmişler, sol elinin bir parmağını kırıp bir dişini sökmüşler ve dükkânından 100 kuruşluk malını gasbetmişlerdi. Karaman Valisi ile Seydişehir kadısına hitaben yazılan ve Evasıt-ı Ramazan 1138/13- 22 Mayıs 1726 tarihli bir emr-i şerif, Seydişehirli Ali’nin şikâyeti ile ilgili idi. Ali kendi halinde biri olduğu halde Seydişehirli Sefer Beşe, kardeşi Mehmed, oğulları Hüseyin ile Mustafa birlik olup 1130/1717-1718 yılında Ali’nin evini başmışlardı. Ali’yi ve çocuklarını darp etmişler, hanımı evin içinde olup bitenlerden çok korkmuş ve olaylar sırasında ödü patlamış, üç ay yatakta kalıp vefat etmişti. Ali hanımının vefatından sonra Şark seferine gittiğinden adı geçen şahısları dava etmeye imkân bulamamıştı. Sefer bitince Seydişehir’e dönmüş ve eşinin ölümünden bu kimseleri sorumlu tutarak açtığı davada diyet talep etmişti. Merkezden gelen emirde Ali haklı görülmüş ve hanımının vefatından dolayı sorumlu kişilerden diyet alınmasına karar verilmiştir. Suçluların cezalandırılması zaman alabiliyordu. Evahir-i Safer 1156/16-24 Nisan 1743 tarihli bir kayıtta, Seydişehirli Ali’nin evini 1150/1737-1738 yılında basıp, “yatağan” tabir olunan büyük bir bıçakla Ali’nin kafasına vurup yaralayan ve hane halkından birkaç kişiyi öldüren Abdülmuttalip ile oğlu Mehmed’in henüz bir cezaya çarptırılmadığı anlaşılmaktadır. Durumun merkeze ulaşması üzerine Seydişehir kadısı ile Konya mütesellimininden acilen gereğinin yapılması emredilmiştir. Bazı kimseler mahkemede problem çözülmezse, olayı kendi usulünce halletme yönüne giderdi. Seydişehirli Ali ile Ali oğlu Hükkâmoğlu Halil arasında 1150/1737-1738 yılına dayanan bir anlaşmazlık söz konusu idi. Birkaç kez mahkemeye çıktılarsa da aralarındaki arazi davası çözümlenememişti. Halil yanına topladığı birkaç adamla gece vakti Ali’nin evini basıp bir bandon saat, bir sim rahne, bir tüfek, iki sarık, bir sim bıçak ile çiftliğindeki sekiz çift kara sığır ve camız öküzünü gasbetmişti. Ayrıca Ali’nin babasını bıçakla yaralamışlar ve Ali’nin kardeşi İbrahim’in hanımı Ayşe’yi dövmüşlerdi. Bunun üzerine açılan yeni davaya dair Rebiyülevvel 1161/Mart 1748 tarihli hükümde, Ali oğlu Halil’in ve yandaşlarının cezalandırılmaları emredilmiştir. Kent merkezinde katl olayları da eksik olmazdı. Seydişehirli Mehmed oğlu Abdülaziz’in şikâyetine dair ve Evasıt-ı Şevval 1161/4-13 Ekim 1748 tarihli olan hüküm ise cinayet suçuyla ilgilidir. Seydişehir sakinlerinden Abdülbaki, kardeşleri Hasan ve Ahmed ile Hacı Mehmed bin Abdi Hasan birlik olup 1150/1737-1738 yılında Abdülaziz’in babası Mehmed’i öldürmüşlerdi. Durumun mahallince incelenip gereken cezanın verilmesi Karaman Valisi ve Seydişehir kadısından istenmiştir. Suçluların mahkemeyi yanılttıkları olur, mağdur insanlar bir de mahkeme görevlilerince hırpalanırdı. Seydişehirli Mehmed ve Osman ellerinde bıçakla Seyyid Murtaza’nın evini basmışlar, öldürmek gayesiyle üzerine yürümüşler, hem Murtaza’yı hem de hanımını dövüp küfretmişlerdi. Bununla da yetinmeyerek mahkemeye giden Osman ve Mehmed, yalan yanlış ifadelerle Murtaza’yı suçlamışlar ve bir mübaşir eşliğinde tekrar mağdurun evine gelmişlerdi. 100 kuruşuyla birlikte evdeki pek çok eşyayı da almaları üzerine Seyyid Murtaza durumu İstanbul’a bir arzuhalle bildirmişti. Evasıt-ı Safer 1164/9-18 Ocak 1751 tarihli hükümde Karaman valisi ile Seydişehir kadısının adaletle hükmedip Seyyid Murtaza’nın para ve eşyalarının iadesini sağlamaları emredilmiştir. Seydişehir sakinlerinden Tuğlu Ali adlı kişi, Nasuh Bey’in evini gece vakti yakmış,malını mülkünü yağmalamış ve 1167/1753-1754 tarihli hükümden anlaşıldığına göre, daha sonra bu yanmış evin yerine kendi hanesini yapmaya kalkışmıştır.43 Yine Molla Hasan oğlu Süleyman, Evahir-i Muharrem 1168/7-16 Kasım 1754’te yanına aldığı 10-15 kişiyle Seydişehir ahalisinden Demirci Ali’nin evini gece vakti basmış; Ali’yi ve ailesini darp edip zorla 150 kuruşunu almıştır. 2. Mal ve Para Gasbetme: İftira ve haksız suçlamalarla kişilerin malına, parasına el konulduğu olurdu. Evahir-i Zilhicce 1132/24 Ekim-1 Kasım 1720 tarihli bir hükümde Seydişehir’de sakin ulema, imamlar, hatipler, sadat-ı kiram ve ahaliden pek çok kimsenin birlikte gelip mahkemeye başvurdukları ve şikâyetçi oldukları görülür. Seydişehirli Veli ve Sarı Hacı Mustafa adlı kimseler birkaç kişiyi de yanlarına alarak, ortada bir sebep yokken kendi halinde olan insanlara iftiralar atıp suçlar isnat etmekte, dava açıp yalancı şahitlik ederek masum insanların mal ve parasına konmakta idiler. İki sene önce uyarıldıkları halde bu hal ve tavırları devam ettirmişler, günden güne zulümlerini artırmışlardır. Yine Evahir-i Şevval 1133/15-23 Ağustos 1721 tarihli bir hükümde, Kumcuoğlu Mustafa ve Topal Ali adlı kimselerin suçlarından bahsedilir. Adı geçen kimseler yanlarına aldıkları birkaç adamla birlikte “... sizi ehl-i örfe tecrîm etdiririz deyu ilkā-i şer‘ ile tahvîf” ifadeleriyle halkı tehdit etmekteydiler. Hâkim ve valiler de çoğu zaman Mustafa ve Ali’nin yalan söylediğini bildiği halde rüşvet aldıkları için susup masum insanların aleyhine hükümler vermekteydiler. Zor durumda kalan halk çoğu kez bu ikisine boyun eğip istedikleri parayı ödemiştir. Bu durum üç yıl kadar devam etmiş ve nihayetinde İstanbul’a gönderilen arzuhal ile merkez haberdar edilmiştir.52 Evasıt-ı Şevval 1138/12-21 Haziran 1726 tarihli bir başka hüküm, Seydişehirli Ali’nin şikâyetine dairdi. Hacı Mustafa oğlu Bekir, kaynı İsmail, dayıları Mehmed, Sefer ve Molla Halil birlik olup Ali’ye iftira atmışlar; Bekir’in hanımı Rukiye’yi rahatsız ettiğini iddia edip suçlamışlar ve 256 kuruşunu almışlardı. Ali’nin açtığı dava sonucu suçsuz olduğu anlaşılıp şeyhülislamdan fetva çıkmış ve 256 kuruşunun iadesi emredilmişti. Ticaret için Seydişehir’e dışarıdan gelenlerin saldırıya ve mal kaybına uğradığı oluyordu. Bu yüzden ticaret sekteye uğruyordu. Alanya Sancağı’nda ikamet eden yeniçerilerden Muslı ve Ahmed’in şikâyetini içeren ve Evasıt-ı Muharrem 1164/10-19 Aralık 1750 tarihli kayda göre; adı geçen yeniçeriler tüccar taifesinden olup Alanya’dan satın aldıkları malları hayvanlarına yükleyip satmak gayesiyle Seydişehir’e gelmişlerdi. Seydişehir sakinlerinden Hancı Deli Osman ile Tozlu ve Sava adında iki zımmi bu iki yeniçeriye saldırıp hapsetmiş; “sizinle Alanya tarafından gelen bazı kimselerden alacak hakkımız vardır, lakin  onlar firar ettiğinden sizden alacağız” deyip iki katır, 120 kuruşla birlikte pek çok eşya ve mallarını almışlardır. Hırsızlık: Hırsızlık her dönemde olabilecek bir hadisedir. Nitekim Osmanlı Dönemi Seydişehiri’nde yaşananlar arşiv belgelerine yansımıştır. Seydişehir ahalisi İstanbul’a bir adamla birlikte arzuhal gönderip şikâyette bulunmuştu. Evail-i Safer 1126/16-25 Şubat 1714 tarihli hükümden anlaşıldığına göre; aslen Kavak köyünden olup beş altı yıl önce Seydişehir kaza merkezine yerleşmiş olan Deli Abdullah Ağa, hemen her gece insanların evine gizlice girip eşyalarını çalan hırsızlara sahip çıkıp korumakta idi. Kent ahalisinin huzuru kalmamıştı. Bundan evvel ıslah olması için kalebentlikle cezalandırılan Abdullah Ağa’nın tavrından vazgeçmediği ve hırsızlarla birlik olup onları koruduğu bildirilmekte ve Karaman Valisi ile Seydişehir kadısının Abdullah Ağa ve hırsızlar hakkında gereken muameleyi yapmasıemredilmekteydi. Bazen hırsızlık yapanlar başkalarına iftira ederek suçu onların üzerine atıyorlardı. Karaman Valisi ile Seydişehir kadısına hitaben gönderilen ve Evahir-i Receb 1134/7-16 Mayıs 1722 tarihli bir hükümde Abdülbaki ve kardeşi Derviş’in işlediği hırsızlık suçundan bahsedilmektedir. Seydişehir’de ikamet eden Derviş bir süre önce kardeşi Abdülbaki’nin bir sandığını çalmış ve bunu da ahaliden birkaç kişinin yanında söylemişti. Buna rağmen Abdülbaki kardeşinden davacı olmamış, aksine onunla birlik olup ahaliden birkaç kişiye iftira atarak sandığını çaldıklarını iddia etmiş ve 400 kuruşlarına el koymuştur. İnceleme sonucu iki kardeşin suçlu olduğu hükmüne varılıp ahaliden aldıkları parayı iade etmeleri emredilmiştir. Seydişehir’de hırsızlık yaptığı bilinen bazı kimseler, şehirde oturanlardan toplanan örfi vergileri vermezler, ayrıca malını çaldığı kişiler şikâyetçi olduklarında onlara zulmederlerdi. Seydişehir Kazası sakinlerinden Kör Hasan, Derviş Ali ve Kumanoğlu Abdullah adlı kimseler üzerlerine düşen tekâlifi vermedikleri gibi mevsimlik olarak Seydişehir’e gelen Yörük taifesine saldırıp eşyalarını ve hayvanlarını çalıyorlardı. Kendilerinden hırsızlıkla aldıkları mal ve para istendiğinde daha da zulmedip her bir kişiden zorla 20-30 kuruş almışlardı. Evail-i Safer 1157/16-25 Mart 1744 tarihli hükümde, durumun mahallince incelenip gereken cezanın verilmesi Seydişehir Kazası naibi Mevlâna Yahya’dan istenmiştir. Sonuç: Seydişehir, Karamanoğulları idaresinde bir vilayet iken 1467’de Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış; kısa bir süre sonra yeniden yapılanmaya gidilerek 1483’te kaza statüsü kazandırılmıştır. Tanzimat’tan sonra niteliği değişmekle birlikte 1920’ye kadar kaza olarak adlandırılmaya devam etmiş; Cumhuriyet Dönemi’nde Konya’ya bağlı bir ilçe olmuştur. Bu makalede incelemeye esas olan Seydişehir Kazası, Akdeniz limanlarına inen ve Anadolu içlerinden gelen yolların kavşağında idi. Devletin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik karmaşanın yansımaları Seydişehir’de de görüldü. Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketleri ve çeşitli asayiş problemleri, diğer kentlerde olduğu gibi Seydişehir’de de yaşanmıştır. Bazen devletin resmî görevlilerinin de rol aldığı bu hareketler, yörenin güvenliğini sarsmıştır. Devletin içinde bulunduğu bu zor dönemde, merkezî otoritenin zayıfladığı anlaşılmaktadır. Eşkıyalık hareketleri daha çok şahsi çıkar ve menfaatlere ulaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Eşkıyalar, saldırı düzenledikleri kişi ya da kitlelerin seçiminde etnik aidiyet veya din eksenli bir ayrıma gitmemişlerdir. Diğer asayiş problemlerinde ise, kadınların mağduriyetlerini giderip haklarını almak konusunda çekimser davrandıkları görülmektedir. Bu esasında sultanın adalet anlayışına ve dönemin hukuk işleyişine duyulan güvenin sorgulanmasını da gerektirmektedir. Ayrıca Seydişehir’de emniyet sorunlarına dair pek çok kaydın bulunması, merkez tarafından üretilen çözümlerin o dönemde pek de caydırıcı olmadığını göstermektedir. KAYNAKÇA: AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri,1.Kitap, Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, OSAV Yayınevi, İstanbul 1990. AKDAĞ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975. BARDAKOĞLU, Ali, “Eşkıya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XI, İstanbul 1995, s. 463-466. DEĞERLİ, Ayşe, Seydişehir -Fiziki ve Sosyoekonomik Yapı- (1305-1920), Çizgi Kitabevi, Konya 2013. DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, İstanbul 1962. ERGEN, Rüştü, “Seydişehir’de Yaşayan İlk Derebeyi”, Yeni Konya Gazetesi, (12 Mayıs 1951). Gelibolulu Mustafa Âli, Kitâbü’t-Târih-i Künhü’l-Ahbâr, (hzl. Ahmet Uğur, Mustafa Çuhadar, Ahmet Gül, Hakkı Çuhadar), I., Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997. GRISWOLD, William J., Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611, (çev. Ülkü Tansel), Kırmızı Yayınları, İstanbul 2000. HOBSBAWM, Eric J., Eşkıyalar, (çev. Orhan Akalın-Necdet Hasgül), Agora Yayınevi, İstanbul 1997. KOÇU, Reşat Ekrem, Dağ Padişahları, Doğan Kitap Yayıncılık, İstanbul 2001. Komisyon, TDK Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2005. Naima Mustafa Efendi, Târih, II-III, (hzl. Mehmet İpşirli), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2007. ÖNDER, Mehmet, Seydişehir Tarihi, Seydişehir Belediyesi Yayınları, Seydişehir 1986.. SÜMER, Faruk, “Dağlar Delisi Süleyman”, Resmi Tarih Mecmuası, S. 37(1953), s.2000-2003. TEZCAN, Baki, “The 1622 Military Rebellion in Istanbul: a Historiographical Journey,” International Journal of Turkish Studies, S. 8 (2002), s. 25-43. ÜÇOK, Coşkun, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler, III”, AÜHFD, IV(1947), s.48-73.
Eşkıya, bedbaht, talihsiz, fena hareketli, günahkâr, asi anlamına gelen “şaki” teriminin çoğulu olan bir kelimedir. Osmanlı Dönemi’nde celalî, eşirra, haramî, haramzade, türedi ve haydut kelimeleri de kullanılmıştır. Eşkıyalık, mevcut siyasî iktidara karşı başkaldırma niteliği taşımaz.

Araştırmacı yazar tarihçi; Mehmet Kiraz

Hanefi fıkhı hariç diğer ekollere mensup fakihlerin çoğu, kadın-erkek ayırımı yapmadan en az üç kişinin, şehir, kasaba ve köy gibi meskûn mahaller dışında işlediği saldırı

ve soygunları eşkıyalık sayar. Ancak bazı İslam hukukçuları sayı şartı aramaz ve şehir eşkıyalığını da eşkıyalık kategorisinde değerlendirir. Hobsbawm, “Görevlilere ücret dağıtmak için para götüren mutemedi köşe başında basıp soyanlardan teşkilatlanmış asilere ve vur kaç taktiği uygulayan gerillalara kadar, saldıran ve zor kullanarak soygun yapan herkes kanunlar önünde eşkıyadır.” demek suretiyle bu kavrama daha kapsamlı bir anlam yükleyerek tanımlama yapmıştır.

Seydişehir, Horasanlı bir alperen olan Seyyid Harun tarafından Eşrefoğulları Beyliği zamanında 1300’lerin başında kurulmuş bir Türk kentidir. Karamanoğulları Dönemi’nde vilayet statüsünde olup, Osmanlılar kenti 1467’de ele geçirdikten kısa bir süre sonra (1483)

Kaza olarak yeniden yapılandırılmış; Tanzimat’tan sonra işlevi değişmiş olmasına rağmen kaza statüsü 1920’ye kadar devam etmiştir. Aşağıda öncelikle Seydişehir ve çevresinde faaliyet

Göstermiş olan yedi eşkıyadan; daha sonra çeşitli asayiş problemlerinden bahsedilecektir.

I. Seydişehir Eşkıyaları

Celali İsyanları, Osmanlı Devleti’ndeki ekonomik ve sosyal buhranla birlikte ortaya çıkıp özellikle XVI. ve XVII. yüzyılda etkili olan ayaklanmalardır. Yönetim açısından zor bir dönem olup bastırılmakta güçlük yaşanmıştır. Seydişehir’deki eşkıyalık hareketlerini, Celali İsyanları’nın bir yansıması olarak düşünmek gerekir. XVII. yüzyıldan itibaren Seydişehir gibi başkentten uzak yerlerde merkezi otoritenin zayıfladığı; beldenin önde gelen kimseleri olan ayanların nüfuzunun arttığı anlaşılmaktadır.

1. Dağlar Delisi Süleyman

Toplumu derinden etkileyen bir kargaşanın Seydişehir’de görülmemesi söz konusu değildir. Nitekim Osmanlı tarihinde XVII. yüzyılın meşhur Celalilerinden ve en kudretli zorbalarından biri olarak anılan Dağlar Delisi Süleyman, 1614 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere Seydişehir’in Kavak köyündendi.1608 tarihinden önce bir Celali olarak tanındığı ve Kalenderoğlu Mehmed Paşa’nın etrafında toplananlardan biri olduğu tespit edilmiştir. Naima,

sipahiler arasında nüfuz sahibi olan Dağlar Delisi’nin Beyşehir, Seydişehir, Bozkır ve belki Lârende ile Konya şakilerinin de başı olduğunu yazmaktadır. Önder de eserinde XVII. yüzyılın Seydişehir için talihsiz bir dönem olduğu, kentin Celali ayaklanmasından hayli

Etkilendiği, bazı elebaşlarının burada yaşamasından dolayı halkın çok çektiği ve başka yerlere göç ettiği, kalanların da çiftçilik, debbağlık, nakliyecilik, bez ve kilim dokumacılığı gibi mesleklerle geçimini sürdürmeye çalıştığı bilgisini verir.

2. Deli İlâhi

Dağlar Delisi Süleyman’ın 1624’te Seydişehir’de ölmesinden sonra

, Seydişehir ve çevresinde eşkıyalık hareketini kardeşi Deli İlahî sürdürmüştür. Koçu, Deli İlahî’nin ağabeyinin sağlığında ve onun sayesinde sipahi olduğunu, Seydişehir’in âyân ve eşrafını adeta

“bir kuru hasır üstünde bırakırcasına” soyduğunu yazmıştır. Deli İlahî kentin zenginlerine yersiz isnatlar ve iftiralarla saldırmış, mal varlıklarına el koymuş, Seydişehir kadısı bu zorba karşısında aciz kalmıştır. Naima, Deli İlahi hakkında “Benî İsrail’in Firavun elinden çektiğini Seydişehir halkı bu zâlimden çekti” demektedir. Deli İlahi’nin bu denli nüfuz kazanmasında merkezî hükümetten kimselerin rüşvet alıp susması yatmaktadır. Kendisine muhalefet eden bir yeniçeri neferine meydan dayağı attırıp çarşıda astırmış ve bu hareketi karşısında ne Seydişehir kadısı ne de İstanbul’dan bir yetkili ses çıkarmıştır. Ayrıca dönemin Karaman Valisi Çerkes Ahmed Paşa vergileri toplamakta sıkıntı yaşayınca, Deli İlahi’den yardım isteyerek onun zorbalığını bir nevi tasdik etmiştir. Deli İlahi’nin sonu 1628 yılında İstanbul’a gitmesiyle gelmiştir. Başkentte bir konağa

yerleşerek padişah huzuruna kabul edilmeyi beklerken, Seydişehir’de zulmettiği kişilerden oluşan bir topluluk konağı basmış; Topal Receb Paşa’nın da yardımıyla Deli İlahi, Vezir İskelesi’ne götürülmüş; oradan Rumelihisarı zindanına getirilip boğdurtulmuştur.

3. Dereli Halil

Seydişehir’in Dere köyünden olan Dereli Halil, etrafına topladığı birkaç yüz adamla dağa çıkmış, yol kesip kervan soymuştur. Bademli Hüseyin adlı birinin evini gece vakti adamlarıyla basmış, eviyle birlikte Hüseyin’i yakmıştır. Deli İlahi ile zaman zaman çatışmışsa

da o hayattayken Dereli Halil’in pek sesi çıkmamıştır. 1628’de Deli İlahi’nin ölümünden sonra Seydişehir’de Hoşanzadeler’in konağına yerleşmiştir. 13 Zilhicce 1038/14 Ağustos 1629 tarihli bir berat ile kendisine Seydişehir, Beyşehir, Niğde, Kayseri, Akşehir, Kırşehir ve

Aksaray’da asker toplayabilme yetkisi verilmiştir. Naima’nın verdiği bilgiye göre, Dereli Halil Seydişehir kadısı ile birlikte mahkeme

salonuna gider, davaları dinler ve kadıdan ziyade o meseleleri hükme bağlardı. Halil hakkında “İlâhi Bey’in yerine geçerek halka bir gazâb-ı ilâhi oldu.” diye yazmıştır.

Seydişehir ahalisinin İstanbul’a gönderdiği şikâyet dilekçeleri sonucu IV. Murad (1623-1640), Dereli Halil’in yakalanıp idam edilmesini Bolvadin Beyi Küçük Ahmed Paşa’ya bildirmiş; bir gece Halil’in evi basılarak öldürülmüş ve kesilen başı İstanbul’a gönderilirken

başsız cesedi Seydişehir çarşısında üç gün boyunca halka gösterilmiştir.

4. Seyyid Ahmed

Seydişehir’de eşkıyalık adı verilen büyük çaplı toplumsal olaylar dışında zorba denebilecek insanların çıkıp çevreyi rahatsız ettiği olurdu. Seyyid Ahmed de bunlardan biriydi. Evasıt-ı Receb 1099/12-21 Mayıs 1688 tarihli bir kayda göre; aslen Boyalı köyünden olan

Seyyid Ahmed Seydişehir dışında da eşkıyalık yapmış, Kütahya mütesellimi ile birlik olup Ankara ve Bolu sancaklarına giderek Murtazaâbad Kazası’nda bir kişinin evini basmış, ev sahibini ve oğlunu öldürmüş, kendisi namına 50 kuruş, kardeşi için de 43 kuruş alıp oradan ayrılmıştır. Seydişehir’de yerli bir Arap’ı katletmiştir. Kaza merkezinde sakin Ali adlı bir kişiye saldırıp zorla 110 kuruşunu almıştır. Yanına topladığı 20-30 levent taifesiyle bazen ağa bazen bölükbaşı kıyafeti giyip evleri ve köyleri dolaşmış; ahalinin eşek ve öküzlerine el koymuş; insanların konaklarına girip günlerce oturmuş; evlerinde bedava yiyip içmiştir. Olayların üstesinden gelemeyen Seydişehir kadısı merkeze durumu yazarak yardım istemiştir. Seyyid Ahmed’in ne şekilde cezalandırıldığına dair bir kayda şimdilik

rastlanamamıştır.

5. Uzun Ali

Ordunun sefere çıktığı zamanlarda eyalet ve kazalarda üst düzey yönetici kalmadığından eşkıya, kent ve köylere inerek savunmasız masum insanlara saldırır, onları soyar, her türlü zulmü yapardı. XVIII. yüzyıl şakilerinden Uzun Ali’ye bu bağlamda belgelerde rastlanmıştır. Konya naibine hitaben, Evail-i Safer 1126/16-25 Şubat 1714’te İstanbul’dan gönderilen bir hüküm, Beyşehir sancağı mutasarrıfı Şaban Paşa ve kethüdası Seyyid Mustafa’nın şikâyetine dairdir. Seydişehir Kazası sakinlerinden olan Uzun Ali, etrafına

70-80 tane tüfekli adam toplayıp hem Seydişehir kent merkezinde hem de köylerinde halka türlü eziyetler yapmaya başlamıştı. Bunlar insanların zorla malını parasını alıp şiddet uygulamışlar; pek çok hatuna tecavüz etmişlerdi. Ayrıca pazar yerlerini de basarak malları

yağmalamışlardı. Beyşehir mutasarrıfı, Hotin seferinden döndüğünde ahali tüm olanlardan dolayı şikâyette bulunmuş; suçlulardan bazıları zabitler aracılığıyla yakalanmıştı. Ancak

eşkıyanın taşkınlıkları devam etmiş; Uzun Ali ve maiyetindeki Haşim oğlu Topal Ahmed, Direkli Ahmed, Topal Bektaş, Emir oğlu Mehmed ve Sefer Efendi oğlu Ahmed, Seydişehir mahkemesini basıp kadı ve naibini darp etmişler; “mîr-i miran bizim ahvâlimizi sorduğunda

arzu etdiğimiz gibi cevab virmezseniz ikinizi de katlederiz” şeklinde tehdit etmişlerdi. Seydişehir kadısından aldıkları iyi hal yazısını mutasarrıfa sunarak cezalandırılmaktan kurtulmaya çalışmışlar; ancak mutasarrıf ve Beyşehir kadısı Lütfullah bu belgeye itimat

etmeyerek durumu İstanbul’a bir mektupla duyurmuşlardı.18 Uzun Ali ve yandaşları hakkında başkaca bir kayda şimdilik rastlanamadığından sonlarına dair bir hükme varmak mümkün

değildir.

6. Bıyıklı Ahmed

Aslen Seydişehir’in Gevrekli köyünden olan Bıyıklı Ahmed, hakkında pek çok suç kaydına rastlanan kimselerden biridir. Ulaşılabilen ilk belge Evail-i Rebiyülahir 1163/10-19 Mart 1750 tarihli olmakla birlikte, 1762 yılına kadar olan pek çok hükümde bu şahsın

eylemlerine sıkça rastlanmakta ve bertaraf edilmesinde güçlük çekildiği anlaşılmaktadır. Bıyıklı Ahmed halka olmadık zulümler yapmış; mahalli idarecilere ve İstanbul’a adeta kafa tutmuştur. Seydişehir sakinlerinden Mustafa’nın kardeşi Mehmed’i zorla yanına alıp Yörük taifesinden kimselerin yanına götüren Bıyıklı Ahmed, adamlarıyla birlik olup Mehmed’i katletmiştir. Konya kadısı Mevlâna Mehmed Müftizade’nin Kırili Kazası’nda görevlendirdiği Delibaşı Mehmed’e, Seydişehir’in Çavuş köyünden geçerken Bıyıklı Ahmed ve adamları saldırmış; zorla 40 kuruşunu alıp iki adamını katletmiş; beş adet atını da helak ederek Mehmed’i sol kolundan üç ve sağ böğründen bir kurşunla vurup yaralamışlardı. Bu yaralanmalardan dolayı Mehmed vefat etmişti. Ayrıca Bıyıklı Ahmed, Seydişehir’in hemen her mahallesine ve kervanların geçeceği yerlere onar onbeşer adamını yerleştirmişti. Bunlar tüccara saldırıp öldürüyor ve mallarını ele geçiriyorlardı. Seydişehir ahalisi üzerine düşen tekâlifi zamanında ve tam olarak ödediği halde ayan olan Bıyıklı Ahmed 1150/1737 senesinden beri vergi işine de karışır olmuştu. Evahir-i Zilhicce 1164/10-19 Kasım 1751 tarihli hükümden anlaşıldığı kadarıyla, on yılı aşkın bir zamandır, vergi toplama zamanında kent sakini olan vergi yükümlülerinin her birinden kendisi için iki üç

kese akçe topluyordu. Ayrıca bir süre önce öldürülen eşkıya Hacı Şeyhoğlu’nun sekbanlarınıda yanına alan Bıyıklı Ahmed, kazada görevlendirilen kadılara iş gördürmeyip bir şekilde azillerini sağlıyor ve mallarını yağmalıyordu.21 1165/1751 tarihli bir başka hükümde,

Seydişehir sakini birkaç kişinin Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olup 1160/1747 senesinden kalma ve kendilerinden zorla alınmış olan ikişer kese akçe haklarını istedikleri yazılıdır. Bıyıklı Ahmed zimmetinde olan akçeleri iade etmediği gibi Beyşehir mutasarrıfı ile birlik olup kaza merkezinde pek çok kimsenin evini basmış, mal ve eşyasına el koymuş ve 30-40 kese akçe toplamıştır. Üretim yapılan dükkânları da yağmalayıp ürünlerine el koymuştur.

İstanbul’dan bir mübaşir tayin edilerek durumun mahallince incelenmesi uygun görülmüştür. Evail-i Ramazan 1167/22 Haziran-1 Temmuz 1754 tarihli bir başka hükümde, Seydişehir Kazası sakinlerinin hazeriye ve zeametle ilgili vergileri Abdurrahman ve İbrahim’e ödedikleri, buna rağmen 1154/1741 yılında Bıyıklı Ahmed’in kendisi için bu vergileri bahane ederek zorla

2000 kuruş tahsil ettiği yazılıdır. Evahir-i Rebiyülahir 1169/24 Ocak-1 Şubat 1756 tarihli bir kayıtta ise Seydişehirli Seyyid Mustafa’nın Bıyıklı Ahmed’den şikâyetçi olduğu görülür. 24 senedir ayan olan Bıyıklı Ahmed, o sene vergi toplama zamanında kendisi için Mustafa’dan fazladan 3.000 kuruş tahsil etmişti. Ayrıca 1148/1735-1158/1745 yılları arası on yıllık dönemde haksız yere aldığı akçelerin toplamı 25.000 kuruşa ulaşmıştı. Bu akçeleri iadesi Seydişehir kadısı tarafından istendiğinde, Osman ve Bodi Hasan adlı kimselerin de yardımıyla Bıyıklı Ahmed emre karşı gelmiştir. İstanbul’dan durumu incelemek üzere gönderilen mübaşir Zeynel de Bıyıklı Ahmed’le baş edememiştir. Kara Mahmud ve Ali liderliğinde Bıyıklı Ahmed’in 10 adamı Seyyid Mustafa’nın evine gitmişler; o sırada bahçesinde çalışmakta olan Mustafa’nın orakla başını ve kolunu kesip katletmişler; bir at, üç eşek, bir inek, bir manda, bir buzağı ile tüm mahsulatına ve pek çok eşyasına el koymuşlardı. Bunun üzerine İstanbul’dan yeni bir mübaşir tayin edilmişti. Mübaşir Hüseyin, Seydişehir’e ulaştığında Bıyıklı Ahmed beraberindeki 100 adamla birlikte Seydişehir mahkemesini basmıştır.Seyyid Mustafa’nın

ölümünden sonra da annesi Saime’ye düşmanlık güden Bıyıklı Ahmed, onu da uzun yıllar rahatsız etmiştir. Evail-i Cemaziyülahir 1173/20-29 Ocak 1760 tarihli bir hükümde, Bıyıklı Ahmed’in işi daha da ileri götürüp her ay kendisi için halktan akçe toplamaya başladığı

yazılıdır.

Beraberindeki 40-50 eşkıya ile 25 seneden daha fazla bir zaman Seydişehir’de ikamet eden Bıyıklı Ahmed halka epey zulmetmiş, mallarını gasp edip pek çok hatuna tecavüzetmiştir. Evail-i Ramazan 1173/17-26 Nisan 1760 tarihli bir kayda göre; Seyyid Harun

Hamamı’nda Derviş Hüsam oğlu Ali katledilmişti. Katilin kim olduğunu araştırdığını bahane ederek Ali’nin hanımı Şerife’yi evine davet eden Bıyıklı Ahmed, hatuna tecavüz etmişti. Sonra

da maktul Ali’nin akrabalarını kışkırtarak kâtilin Şerife olduğu yönünde söylentiler çıkartmıştı. Birkaç adamını Şerife’nin evine gönderip iki bakire kızını ve bir cariyesini zorla alarak kendi

evine getirtmiş; bunlara da tecavüz ettikten sonra 10-15 gün hapsetmişti.27 İstanbul’dan mübaşir gönderilerek Ahmed’in yakalanıp getirilmesi istendiği sırada, Karaman’da tutuklu

bulunan Bıyıklı Ahmed, 8000 kuruş rüşvet ödeyerek Evasıt-ı Zilkade 1173/25 Haziran-4 Temmuz 1760’da tahliye edilmeyi başarmıştır. Mübaşir Seydişehir’e ulaşmadan Bıyıklı Ahmed Şam’a firar etmiştir.

Bıyıklı Ahmed hakkında ulaşılabilen son kayıt Evail-i Ramazan 1175/26 Mart-4 Nisan 1762 tarihli olup Şam’a firar ettikten sonra da adamları vasıtasıyla Seydişehir’deki zulmünü devam ettirdiği, mal gasp ettirip insanların canına ve namusuna zarar verdiği anlaşılmaktadır.

7. Bıyıklı Ahmed oğlu Numan

Bıyıklı Ahmed’in Şam’a kaçmasından bir süre sonra (1180/1767’de) Seydişehir ve çevresinde bu defa onun oğlu Numan eşkıya olarak ortaya çıkmış; babasının bıraktığı yerden zulme devam etmiştir.

Bıyıklı Ahmed’in oğlu Numan’la ilgili Evahir-i Cemaziyülahir 1189/19-27 Ağustos 1775 tarihli bir hüküm, Seydişehir ahalisinden ve Onüç Bölüğü’nün neferlerinden eski serdâr Hacı Ali’nin şikâyetine dairdir. Bıyıklı Ahmedoğlu Numan yanına Seyyid Ali ve Kara Naip Abdurrahman’ı da alarak Hacı Ali’ye saldırmış ve 6500 kuruşluk eşyasını gasbetmişti. Etrafına topladığı 400-500 kişilik eşkıya güruhu ile hem kaza merkezinde hem de bu kazaya

bağlı köylerde halkı huzursuz etmiş, her sene vergi toplama zamanında kendisi için fazladan akçe istemiştir. Numan’ın adamları özellikle kadınları rahat bırakmıyor ve sık sık tecavüz vakaları

yaşanıyordu. Bu sırada Numan’ın kardeşi Mehmed, Beyşehir mütesellimi idi. Böylece kardeşinin de yardımıyla haksız yere insanları hapsettirip 300-400 kuruşu rüşvet olarak aldıktan sonra serbest bırakıyorlardı. Yukarıda adı geçen Hacı Ali’nin Seyyid Abdülkadir adında genç bir oğlu vardı. Numan ve yandaşları Kara Abdurrahman, Seyyid Mustafa, Seyyid Abdullah ve İkizoğlu Seyyid İbrahim birlik olup yatsı namazı vaktinde Ali’nin evini basmışlar

ve oğlu Abdülkadir’i öldürmüşlerdi. Ancak 21 Ramazan 1190/3 Kasım 1776 tarihli İstanbul’a gönderilen bir yazıda Numan’ın günahsız olduğu ve kendisine iftira atıldığı yazılıydı. 16 Safer

1191/26 Mart 1777 tarihli yazıdan anlaşıldığı kadarıyla kardeşi mütesellim Mehmed, Numan’ı korumuş ve iyi haline dair bir evrak hazırlanmasını sağlamıştı.31 Yine İstanbul’dan gönderilen

bir yazıda, Numan ve kardeşi Mehmed, Kara Naip Abdurrahman, Hacı Abdürrezzak, Sevgün Mehmed, Gök Mehmed, İsmail ve Boyacı İsmail adlı kişilerin haksız yere halktan para topladığı, İstanbul’dan gönderilen mübaşirin yolunu kesip iki adamını öldürüp beş adamını da yaraladıkları, mübaşirin maiyetinde olan at ve katırlarla pek çok eşyayı yağmaladıkları, Seydişehir’de emniyet nâmına bir şey kalmadığı yazılıdır. Sadece kaza merkezinde değil köylerde de huzur bırakmayan Numan, Akçalar köyü ahalisinden zorla 10.500 kuruş

toplamıştı. Pek çok kişi çareyi başka şehirlere göç edip kaçmakta bulmuştur. Seydişehir sakinlerinden Hacı Esir’in açtığı ve Evahir-i Safer 1190/11-19 Nisan 1776 tarihli dava kaydına göre, Hacı Esir 1188/1774 yılında hac vazifesi ile Arabistan’a gittiği sırada ambarında bulunan tüm mahsul, Numan ve adamları tarafından yağmalanmıştır. Bu dava kaydından iki ay sonra Beyşehir Sancağı Mutasarrıfı Alâeddin, Numan ve yandaşlarını yakalamak gayesiyle Seydişehir’e gelmiş; ancak bunu haber alıp firar eden Numan, gece vakti adamlarıyla Alâeddin’in konakladığı yeri basıp 10.000 kuruş kıymetinde mal ve eşyayı yağmalamış; Alâeddin’in üç adamını öldürmüştür. Numan ile ilgili ulaşılabilen son kayıt Evasıt-ı Cemaziyülahir 1193/26 Haziran-5 Temmuz 1779 tarihlidir. Seydişehir sakinlerinden ve ulemadan olan Abdülhalim Efendi, Numan’ın halka zulmetmesine karşı çıktığı için Numan ve kardeşleri Sadık, Burhan, Çolak Mustafa yanlarına 80 adam alarak sokakta Abdülhalim Efendi’ye saldırmışlar; büyük bir bıçakla yaralayıp öldürmüşlerdir. Abdülhalim Efendi’nin evladı Mehmed, Mustafa, Hasan, Ayşe, Havva ve Emine babalarının ölümü sonrası dava açınca mesele İstanbul’a kadar ulaşmış ve Numan’ın yakalanması emredilmiştir. Temmuz 1779’dan sonra Numan’la ilgili kayda rastlanamamıştır. Yetkililerce yakalanıp cezalandırılmış olması muhtemeldir.

II. Seydişehir’de Diğer Asayiş Sorunları:

Kurulmuş olan nizamın sarsılması veya bozulması, her dönem her coğrafyada var olan durumlardır. Nitekim Seydişehir’de de çeşitli asayiş sorunları yaşanmış; emniyetin sağlanması için alınan tedbirlerin yetersiz kaldığı olmuştur. 1614-1800 yılları arası Osmanlı

Seydişehiri’nde reayaya yönelik ve esasında sultanın adalet anlayışını zedeleyen bazı olumsuzluklar yaşanmıştır. Bunlar ayrı başlıklar altında incelenecektir.

1. Ev Basma, Darb ve Yaralama, Adam Öldürme:

Arşiv kayıtlarında, Seydişehir’de ev basma olaylarında genellikle ya darp, ya yaralama ya da katl suçunun beraber işlendiği görülür. Evdeki mal varlığının yağmalanması da bunlarla birlikte gerçekleşebilmekteydi. Bu olaylara dair Karaman Ahkâm, Şikâyet, Mühimme defterleriyle Konya Kadı Sicilleri’nde çok sayıda örnek mevcuttur. Görevi gereği Seydişehir kadısı, kent güvenliğini ve ehl-i örf vasıtasıyla suçluların cezalandırılmasını sağlardı. Ancak bu hususta bazen güçlük çeker ve merkeze mektup yazıp yardım istemek zorunda kalırdı. Seydişehirli sipahilerden Hüseyin ile hizmetkârı Nurullah’ın evleri basılarak katledilmiş, mal ve eşyaları gasbedilmiş ve sonra da evleri yakılmıştı.  Zilkade 1027/20 Ekim 1618 tarihli hükümde, bu eylemi gerçekleştiren 25 kişinin yakalanması için kefillerinin sorgulanarak suçluların saklandıkları yerin öğrenilmesi, suçu işleyenler içinde maddi anlamda sıkıntı çektiği için bu işe kalkışanlar varsa hapsedilerek cezalandırılmaları,

ekonomik manada muhtaç olmadığı halde suça iştirak edenlerin ise idam edilmesi Seydişehir kadısından istenmiştir. Seydişehir kent merkezinde bazen adam dövme, ev basma ve gasp olayları yaşanırdı.

Seydişehir’in Cami-i Kebir Mahallesi’nden Abdullah oğlu Şahin mahkemeye gelerek Serikli Ahmed, Sekban Mustafa ve kardeşi Fakih, Bayrakdaroğlu Mehmed, İbrahim, hizmetkarı Veli,

Berber Himmet ve Hamza’dan şikâyetçi olmuştu. Evail-i Zilhicce 1121/1-10 Şubat 1710 tarihli hükümden anlaşıldığına göre; adı geçen kimseler Hacı Mustafa’yı boyahane dükkânı önünde

kazma, bıçak ve sopa ile darp etmişler, sol elinin bir parmağını kırıp bir dişini sökmüşler ve dükkânından 100 kuruşluk malını gasbetmişlerdi. Karaman Valisi ile Seydişehir kadısına hitaben yazılan ve Evasıt-ı Ramazan 1138/13- 22 Mayıs 1726 tarihli bir emr-i şerif, Seydişehirli Ali’nin şikâyeti ile ilgili idi. Ali kendi halinde biri olduğu halde Seydişehirli Sefer Beşe, kardeşi Mehmed, oğulları Hüseyin ile Mustafa birlik olup 1130/1717-1718 yılında Ali’nin evini başmışlardı. Ali’yi ve çocuklarını darp etmişler, hanımı evin içinde olup bitenlerden çok korkmuş ve olaylar sırasında ödü patlamış, üç ay yatakta kalıp vefat etmişti. Ali hanımının vefatından sonra Şark seferine gittiğinden adı geçen şahısları dava etmeye imkân bulamamıştı. Sefer bitince Seydişehir’e dönmüş ve eşinin ölümünden bu kimseleri sorumlu tutarak açtığı davada diyet talep etmişti. Merkezden gelen emirde Ali haklı görülmüş ve hanımının vefatından dolayı sorumlu kişilerden diyet alınmasına karar verilmiştir.

Suçluların cezalandırılması zaman alabiliyordu. Evahir-i Safer 1156/16-24 Nisan 1743 tarihli bir kayıtta, Seydişehirli Ali’nin evini 1150/1737-1738 yılında basıp, “yatağan” tabir olunan büyük bir bıçakla Ali’nin kafasına vurup yaralayan ve hane halkından birkaç kişiyi öldüren Abdülmuttalip ile oğlu Mehmed’in henüz bir cezaya çarptırılmadığı anlaşılmaktadır. Durumun merkeze ulaşması üzerine Seydişehir kadısı ile Konya mütesellimininden acilen gereğinin yapılması emredilmiştir. Bazı kimseler mahkemede problem çözülmezse, olayı kendi usulünce halletme yönüne giderdi. Seydişehirli Ali ile Ali oğlu Hükkâmoğlu Halil arasında 1150/1737-1738 yılına dayanan bir anlaşmazlık söz konusu idi. Birkaç kez mahkemeye çıktılarsa da aralarındaki arazi davası çözümlenememişti. Halil yanına topladığı birkaç adamla gece vakti Ali’nin evini basıp bir bandon saat, bir sim rahne, bir tüfek, iki sarık, bir sim bıçak ile çiftliğindeki sekiz çift kara sığır ve camız öküzünü gasbetmişti. Ayrıca Ali’nin babasını bıçakla yaralamışlar ve Ali’nin

kardeşi İbrahim’in hanımı Ayşe’yi dövmüşlerdi. Bunun üzerine açılan yeni davaya dair Rebiyülevvel 1161/Mart 1748 tarihli hükümde, Ali oğlu Halil’in ve yandaşlarının cezalandırılmaları emredilmiştir. Kent merkezinde katl olayları da eksik olmazdı. Seydişehirli Mehmed oğlu Abdülaziz’in şikâyetine dair ve Evasıt-ı Şevval 1161/4-13 Ekim 1748 tarihli olan hüküm ise cinayet suçuyla ilgilidir. Seydişehir sakinlerinden Abdülbaki, kardeşleri Hasan ve Ahmed ile Hacı Mehmed bin Abdi Hasan birlik olup 1150/1737-1738 yılında Abdülaziz’in babası Mehmed’i öldürmüşlerdi. Durumun mahallince incelenip gereken cezanın verilmesi Karaman Valisi ve Seydişehir kadısından istenmiştir. Suçluların mahkemeyi yanılttıkları olur, mağdur insanlar bir de mahkeme görevlilerince hırpalanırdı. Seydişehirli Mehmed ve Osman ellerinde bıçakla Seyyid

Murtaza’nın evini basmışlar, öldürmek gayesiyle üzerine yürümüşler, hem Murtaza’yı hem de hanımını dövüp küfretmişlerdi. Bununla da yetinmeyerek mahkemeye giden Osman ve Mehmed, yalan yanlış ifadelerle Murtaza’yı suçlamışlar ve bir mübaşir eşliğinde tekrar

mağdurun evine gelmişlerdi. 100 kuruşuyla birlikte evdeki pek çok eşyayı da almaları üzerine Seyyid Murtaza durumu İstanbul’a bir arzuhalle bildirmişti. Evasıt-ı Safer 1164/9-18 Ocak 1751 tarihli hükümde Karaman valisi ile Seydişehir kadısının adaletle hükmedip Seyyid Murtaza’nın para ve eşyalarının iadesini sağlamaları emredilmiştir. Seydişehir sakinlerinden Tuğlu Ali adlı kişi, Nasuh Bey’in evini gece vakti yakmış,malını mülkünü yağmalamış ve 1167/1753-1754 tarihli hükümden anlaşıldığına göre, daha sonra bu yanmış evin yerine kendi hanesini yapmaya kalkışmıştır.43 Yine Molla Hasan oğlu Süleyman, Evahir-i Muharrem 1168/7-16 Kasım 1754’te yanına aldığı 10-15 kişiyle Seydişehir ahalisinden Demirci Ali’nin evini gece vakti basmış; Ali’yi ve ailesini darp edip

zorla 150 kuruşunu almıştır.

2. Mal ve Para Gasbetme:

İftira ve haksız suçlamalarla kişilerin malına, parasına el konulduğu olurdu. Evahir-i Zilhicce 1132/24 Ekim-1 Kasım 1720 tarihli bir hükümde Seydişehir’de sakin ulema, imamlar, hatipler, sadat-ı kiram ve ahaliden pek çok kimsenin birlikte gelip mahkemeye başvurdukları ve şikâyetçi oldukları görülür. Seydişehirli Veli ve Sarı Hacı Mustafa adlı kimseler birkaç kişiyi de yanlarına alarak, ortada bir sebep yokken kendi halinde olan insanlara iftiralar atıp

suçlar isnat etmekte, dava açıp yalancı şahitlik ederek masum insanların mal ve parasına konmakta idiler. İki sene önce uyarıldıkları halde bu hal ve tavırları devam ettirmişler, günden güne zulümlerini artırmışlardır. Yine Evahir-i Şevval 1133/15-23 Ağustos 1721 tarihli bir hükümde, Kumcuoğlu Mustafa ve Topal Ali adlı kimselerin suçlarından bahsedilir. Adı geçen kimseler yanlarına aldıkları birkaç adamla birlikte “... sizi ehl-i örfe tecrîm etdiririz deyu ilkā-i şer‘ ile tahvîf” ifadeleriyle halkı tehdit etmekteydiler. Hâkim ve valiler de çoğu zaman Mustafa ve Ali’nin yalan söylediğini bildiği halde rüşvet aldıkları için susup masum insanların aleyhine hükümler vermekteydiler. Zor durumda kalan halk çoğu kez bu ikisine boyun eğip istedikleri parayı ödemiştir. Bu durum üç yıl kadar devam etmiş ve nihayetinde İstanbul’a gönderilen arzuhal ile merkez haberdar edilmiştir.52 Evasıt-ı Şevval 1138/12-21 Haziran 1726 tarihli bir

başka hüküm, Seydişehirli Ali’nin şikâyetine dairdi. Hacı Mustafa oğlu Bekir, kaynı İsmail, dayıları Mehmed, Sefer ve Molla Halil birlik olup Ali’ye iftira atmışlar; Bekir’in hanımı Rukiye’yi rahatsız ettiğini iddia edip suçlamışlar ve 256 kuruşunu almışlardı. Ali’nin açtığı

dava sonucu suçsuz olduğu anlaşılıp şeyhülislamdan fetva çıkmış ve 256 kuruşunun iadesi emredilmişti. Ticaret için Seydişehir’e dışarıdan gelenlerin saldırıya ve mal kaybına uğradığı oluyordu. Bu yüzden ticaret sekteye uğruyordu. Alanya Sancağı’nda ikamet eden

yeniçerilerden Muslı ve Ahmed’in şikâyetini içeren ve Evasıt-ı Muharrem 1164/10-19 Aralık 1750 tarihli kayda göre; adı geçen yeniçeriler tüccar taifesinden olup Alanya’dan satın aldıkları malları hayvanlarına yükleyip satmak gayesiyle Seydişehir’e gelmişlerdi. Seydişehir sakinlerinden Hancı Deli Osman ile Tozlu ve Sava adında iki zımmi bu iki yeniçeriye saldırıp hapsetmiş; “sizinle Alanya tarafından gelen bazı kimselerden alacak hakkımız vardır, lakin  onlar firar ettiğinden sizden alacağız” deyip iki katır, 120 kuruşla birlikte pek çok eşya ve mallarını almışlardır.

Hırsızlık:

Hırsızlık her dönemde olabilecek bir hadisedir. Nitekim Osmanlı Dönemi Seydişehiri’nde yaşananlar arşiv belgelerine yansımıştır. Seydişehir ahalisi İstanbul’a bir adamla birlikte arzuhal gönderip şikâyette bulunmuştu. Evail-i Safer 1126/16-25 Şubat 1714 tarihli hükümden anlaşıldığına göre; aslen Kavak köyünden olup beş altı yıl önce Seydişehir kaza merkezine yerleşmiş olan Deli Abdullah Ağa, hemen her gece insanların evine gizlice girip eşyalarını çalan hırsızlara sahip çıkıp korumakta idi. Kent ahalisinin huzuru kalmamıştı. Bundan evvel ıslah olması için kalebentlikle cezalandırılan Abdullah Ağa’nın tavrından vazgeçmediği ve hırsızlarla birlik olup onları koruduğu bildirilmekte ve Karaman Valisi ile Seydişehir kadısının Abdullah Ağa ve hırsızlar hakkında gereken muameleyi yapmasıemredilmekteydi. Bazen hırsızlık yapanlar başkalarına iftira ederek suçu onların üzerine atıyorlardı. Karaman Valisi ile Seydişehir kadısına hitaben gönderilen ve Evahir-i Receb 1134/7-16 Mayıs 1722 tarihli bir hükümde Abdülbaki ve kardeşi Derviş’in işlediği hırsızlık suçundan bahsedilmektedir. Seydişehir’de ikamet eden Derviş bir süre önce kardeşi Abdülbaki’nin bir sandığını çalmış ve bunu da ahaliden birkaç kişinin yanında söylemişti. Buna rağmen Abdülbaki kardeşinden davacı olmamış, aksine onunla birlik olup ahaliden birkaç kişiye iftira atarak sandığını çaldıklarını iddia etmiş ve 400 kuruşlarına el koymuştur. İnceleme sonucu iki kardeşin suçlu olduğu hükmüne varılıp ahaliden aldıkları parayı iade etmeleri emredilmiştir. Seydişehir’de hırsızlık yaptığı bilinen bazı kimseler, şehirde oturanlardan toplanan örfi vergileri vermezler, ayrıca malını çaldığı kişiler şikâyetçi olduklarında onlara zulmederlerdi. Seydişehir Kazası sakinlerinden Kör Hasan, Derviş Ali ve Kumanoğlu Abdullah adlı kimseler

üzerlerine düşen tekâlifi vermedikleri gibi mevsimlik olarak Seydişehir’e gelen Yörük taifesine saldırıp eşyalarını ve hayvanlarını çalıyorlardı. Kendilerinden hırsızlıkla aldıkları mal ve para istendiğinde daha da zulmedip her bir kişiden zorla 20-30 kuruş almışlardı. Evail-i Safer 1157/16-25 Mart 1744 tarihli hükümde, durumun mahallince incelenip gereken cezanın

verilmesi Seydişehir Kazası naibi Mevlâna Yahya’dan istenmiştir.

Sonuç:

Seydişehir, Karamanoğulları idaresinde bir vilayet iken 1467’de Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılmış; kısa bir süre sonra yeniden yapılanmaya gidilerek 1483’te kaza statüsü kazandırılmıştır. Tanzimat’tan sonra niteliği değişmekle birlikte 1920’ye kadar kaza olarak adlandırılmaya devam etmiş; Cumhuriyet Dönemi’nde Konya’ya bağlı bir ilçe olmuştur. Bu makalede incelemeye esas olan Seydişehir Kazası, Akdeniz limanlarına inen ve Anadolu içlerinden gelen yolların kavşağında idi. Devletin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik karmaşanın yansımaları Seydişehir’de de görüldü.

Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıl sonlarında ortaya çıkan eşkıyalık hareketleri ve çeşitli asayiş problemleri, diğer kentlerde olduğu gibi Seydişehir’de de yaşanmıştır. Bazen devletin resmî görevlilerinin de rol aldığı bu hareketler, yörenin güvenliğini sarsmıştır.

Devletin içinde bulunduğu bu zor dönemde, merkezî otoritenin zayıfladığı anlaşılmaktadır. Eşkıyalık hareketleri daha çok şahsi çıkar ve menfaatlere ulaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Eşkıyalar, saldırı düzenledikleri kişi ya da kitlelerin seçiminde etnik aidiyet

veya din eksenli bir ayrıma gitmemişlerdir. Diğer asayiş problemlerinde ise, kadınların mağduriyetlerini giderip haklarını almak konusunda çekimser davrandıkları görülmektedir. Bu

esasında sultanın adalet anlayışına ve dönemin hukuk işleyişine duyulan güvenin sorgulanmasını da gerektirmektedir. Ayrıca Seydişehir’de emniyet sorunlarına dair pek çok kaydın bulunması, merkez tarafından üretilen çözümlerin o dönemde pek de caydırıcı

olmadığını göstermektedir.

KAYNAKÇA:

AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri,1.Kitap, Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnameleri, OSAV Yayınevi, İstanbul 1990.

AKDAĞ, Mustafa, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali İsyanları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975.

BARDAKOĞLU, Ali, “Eşkıya”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XI, İstanbul 1995, s. 463-466.

DEĞERLİ, Ayşe, Seydişehir -Fiziki ve Sosyoekonomik Yapı- (1305-1920), Çizgi Kitabevi, Konya 2013.

DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, İstanbul 1962.

ERGEN, Rüştü, “Seydişehir’de Yaşayan İlk Derebeyi”, Yeni Konya Gazetesi, (12 Mayıs 1951).

Gelibolulu Mustafa Âli, Kitâbü’t-Târih-i Künhü’l-Ahbâr, (hzl. Ahmet Uğur, Mustafa Çuhadar, Ahmet Gül, Hakkı Çuhadar), I., Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 1997.

GRISWOLD, William J., Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611, (çev. Ülkü Tansel), Kırmızı Yayınları, İstanbul 2000.

HOBSBAWM, Eric J., Eşkıyalar, (çev. Orhan Akalın-Necdet Hasgül), Agora Yayınevi, İstanbul 1997.

KOÇU, Reşat Ekrem, Dağ Padişahları, Doğan Kitap Yayıncılık, İstanbul 2001. Komisyon, TDK Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2005.

Naima Mustafa Efendi, Târih, II-III, (hzl. Mehmet İpşirli), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2007.

ÖNDER, Mehmet, Seydişehir Tarihi, Seydişehir Belediyesi Yayınları, Seydişehir 1986..

SÜMER, Faruk, “Dağlar Delisi Süleyman”, Resmi Tarih Mecmuası, S. 37(1953), s.2000-2003.

TEZCAN, Baki, “The 1622 Military Rebellion in Istanbul: a Historiographical Journey,” International Journal of Turkish Studies, S. 8 (2002), s. 25-43.

ÜÇOK, Coşkun, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslam Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler, III”, AÜHFD, IV(1947), s.48-73.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.