II. Abdülhamit’in askerleri halim ile Abbas ve Osmanlı’nın akıbeti!

Sadece iki askere layık gördüğü davranışın ülkeyi nasıl bir sömürge haline getirmiş olduğunu gösterdiğini anlatacağım.

Öykünün ortasından başlayalım; 119 yıl önce, 8 Ağustos 1903’de birkaç Rus savaş gemisi, Karadeniz’de karasularımıza tecavüz ederek Terkos açıklarına demirledi! Ruslar İstanbul’u tehdit ediyor ve er Halim’in asılmasını istiyordu. Bu savaş ilanı sayılırdı. Osmanlı'nın cevabı, padişahın yolladığı çiçekler ile Rusları karşılamak oldu!

Öykü ise şöyle; II. Abdülhamid döneminde Rusya’nın Manastır Konsolosu Aleksandır Arkadiyeviç Rostkovski  Nüzhetiye Karakolu önündeki askerin, kendisini selamlamadığını görünce üzerine yürüdü; hakaretler etti ve kamçıyla suratına vurmaya başladı. Bunun üzerine gururu kırılan Halim adlı jandarma eri konsolosu vurup öldürdü. Halim Sivaslıydı, Manastır'da askerdi. Osmanlı askerlerine, yabancı konsolosları selamlamak zorunluluğu getirilmişti. Konsolos haddini aşan tavırlarıyla bilinen, Türk ahali ve askerlerine kötü davranışlarına defalarca tanık olunmuş biriydi. İşte bu olay sonrası Ruslar çiçeklerle karşılandıktan sonra Manastır'da mahkeme kuruldu: Dört gün süren yargılamada sadece Halim değil yanındaki nöbetçi arkadaşı Abbas dahi idama mahkûm edildi! Konsolosun ailesine de 400.000 frank (günümüz değeriyle 1.400.000 Euro civarı) tazminat ödenmesine karar verildi.

Enver Bey(sonra Paşa olacaktır)  mahkeme kâtibi olarak gelişmeleri yakından takip etmişti. Mahkeme hakkında anılarında şunları yazar; “Mahkemenin kâtibi olduğumdan verilen bu hükmün hiçbir kanuna dayanmadığını söylemeden geçemem... Askerî mahkeme, böylelikle ismini sonsuza kadar lekeleyecek bir hüküm vermiş oluyordu. İki nefere verilecek ceza en fazla on beş sene hapis ve beş sene kürek olacaktı. Hüküm böyle verildikten sonra idare kararı idama çevirebilir ama askerî mahkeme haksız bir muamele yapmış olmazdı.” Beklenti, idamların Saray tarafından hapse çevrilmesi yönündeydi, zira Rus konsolosun haddini aştığı herkes tarafından bilinmekteydi. Ayrıca, Osmanlı askeri "üniformalı konsoloslara" selam vermekle yükümlüydü. Oysa o gün konsolos sivildi ve Halim'in onu tanımaması normaldi.

İki Mehmetçik, II. Abdülhamit’ten af diledi ama kabul görmedi. Hâlbuki iki yıl sonra kendisine bombalı suikast düzenleyen ve 26 kişinin ölümüne 58 kişinin ise yaralanmasına neden olan Belçikalı Edward Joris’i affedecek ve cebine de 500.- Osmanlı Lirası koyarak ülkesine gönderecekti. Bu sefer ise aksine, II. Abdülhamit “ilişkiler bozulmasın” diye Rusları hediyelere boğdu ve Rus konsolosun öldüğü yerde kurulan darağacında iki Mehmetçik idam edildi. Rus Konsolosun Osmanlı askeri Halim’e küfrettikten sonra öldürüldüğünü söyleyen bir asker 15 yıl ve Tevfik adlı bir temizlik görevlisi de 5 yıl hapis cezası aldı. Ayrıca nöbetçi asker Halim’in bölük komutanı ile öldürülen Rus Konsolos hakkında kötü konuşan iki Osmanlı teğmeni de meslekten uzaklaştırıldı.

Bu öykü şunu göstermiştir; bir devlet bağımsızlığını yitirmişse onurunu da yitirmiş, çürümüş, yozlaşmıştır! Bu, siyasetin tunç yasalarından biridir. Bugüne bakarken kulağımıza küpe olması gereken temel bir kuraldır bu...

14 Temmuz 1934’te, 31 yıl sonra Kuşadası’na bağlı Selçuk’ta yaşanan bir başka olay daha vardır; er Musa olayı! Mustafa Kemal’in askerinin öyküsünü ise gelecek sefer anlatırız.

Kaynak:

-Kazım Karabekir, “Hayatım”, Truva Yayınları, 1.Basım, 2019, İstanbul.

-Halil Erdoğan Cengiz(hazırlayan), “Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım, 2006, İstanbul.