Özgürleştirilmeyen her şey aptallaştırır

Birçok inanç sisteminde, inancın gereklerini yerine getirmek; yalnızca korku kaynaklı idi. Ateşlerde yanmak, dünya üzerinde yaşanan tüm acılardan daha büyük acılar yaşamak; kimsenin kabul edemeyeceği olgulardı.

Üstelik sorgulamak ve yorumlamak, bu inançlarda tamamen yasaktı. Oysa; bireyi ve evreni yaratan Tanrı, mutlak itaat ve korku ile aidiyet yerine; düşünülmüş, çözümlenmiş ve özümsenmiş bir kabul edişi daha çok istemez miydi?..

Yıllarca kafamda büyüyen bu sorular; yaşımın ilerlemesi ve hayattan aldıklarım ile verdiklerimin ters orantıda olması nedeniyle daha da arttı… Bir sürü seremoni ile evreni yaratan yüceliğe bağlanmak güzeldi evet. Ama; bir sorun vardı: Bağlanmak, korkudan olmamalı; anlamak ve özümsemekten olmalıydı… Bağlanılan ne olursa olsun!..

Hayat boyu yaşanan acıların, karşılaşılan sorunlarda içinden çıkamayışların ya da tam tersi; mutlulukların bir nedeni olmalıydı. Ve bu benim beynimde herhangi bir yaratıcı ile ilgili değildi. Çünkü; ben sıcak evimde köpeğimle oynarken, bir başka yaratılmış soğukta titriyor olamazdı. Eğer böyle ise; durum hiç de adil değildi!.. Ve evreni yaratan, bedeni olduran ve ona ruh katan bir güç; bu adaletsizliğe göz yumamazdı…

Yıllardan beri nesilden nesile aktarılan din öğretilerinde; mutlak bir gerçek vardı: Ceza!.. Deneyimlemeden, sorgusuz kabulleniş ve mutlak itaat gerektiren bir otoriteyi kabul etmek birçoğu için gayet kolaydı. Araştırmak, denemek, yanılmak, hırpalanmak, mantık yürütmek gibi birçok kavram; tembel zihinler için oldukça oyalayıcı görünmekteydi.

Bazı tabu merkezi ülkelerde; yaratıcının sorgulanması halinde ceza uygulanması ve toplumsal dışlanma gibi nedenlere bağlı olarak; zihinde veri akışını analiz eden, karşılaştıran ve onayan bir merkezin gelişime kapatılması sonucu; koşulsuz aidiyetin yayılması olağan bir durumdu…

Gelişmekte olan ülkelerde bile; çoğunluğun ait olduğu bir dine mensup değilseniz, ‘Öteki’ sayılabilirsiniz.. Bu farklılığınız (farkındalığınız) nedeniyle; zihin törpücüsü yöneticilerin mağduru olabilirsiniz.. İnandıklarınızdan dolayı; acıya maruz kalabilir, ötekileştirilebilir, hatta daha ileri boyutta ruh ve bedeninizin ayrılmasına şahit olabilirsiniz…

Bu nedenledir ki; birçok deist, ateist, agnostik vb inanışları benimseyen insanlar, hep bir kamuflaj altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu kamuflajın; kabına sığmayan ruhlarda birçok çatlamaya neden olabileceği aşikârdır. Bu nedenle; sağlıklı ve birlik içinde sürdürülebilir bir yaşam için; mutlak ve mutlak; özgür beyinler ve özgür ruhlar yetiştirilmelidir.

Her bireyin, kendi yargısı oluşana kadar; bütün öğretiler sunulmalı, tercihini kendi edinimleri doğrultusunda tasarlayabilmesi için; yeterli alan yaratılmalı ve yasalar ile bu durumun devamlılığı korunmalıdır. Ancak; bu şekilde kolektif mutluluk yakalanabilecek ve çağdaş yaşama kavuşulabilecektir…

Unutmamak gerekir ki; her parmak izi gibi, her zihin de farklıdır. Zihni dolduran; öğretiler, edinimler, deneyimlerdir. Bu nedenle; bir sünger edasında bilgiyi emmeye çalışan minik beyinleri; dayatmacı, tek tip öğretim ile değil; birçok bilgiyi önüne koyarak, özgür yetiştirmeyi hedef almak, daha mantıklı bir çalışma sistemi olacaktır. Çünkü; ruhlar ve zihin özgür bırakılmadıkça; kolektif mutluluk yakalanamayacaktır…

… ‘Yaşamak; bir ağaç gibi, tek ve hür, ve bir orman gibi; kardeşçesine’… Özgürlük ve Sevgiyle…