Bir zamanlar... Seydişehir!

O eski günlerimizi şöyle bir hatırlayalım.

İki kilim, üç somya, birkaç sandalye ile daha mutluyduk. Çağdaş apartmanların yerinde bahçeli, taşlıklı, cumbalı (kafesli) ahşap evler vardı... Stresi, depresyonu, panik atağı tanımazdık...

Asfalt yerine çamura basardık, ama çevre yeşildi; ağaç altında yemek yiyip buz gibi kar suyu içerdik. Seydişehir’in bütün kanalları, çayları, ırmakları gölü pırıl pırıldı, her yerden çimmeye suya girerdik. Elbiselerimiz son moda değildi belki, ama içimiz-dışımız birdi; riyakârlık nedir bilmezdik. Çoktan beri her şey değişti.

Biz de çaresiz bu değişime ayak uydurduk. Daha doğrusu ayak uydurmaya çalışıyoruz... Çevre kirliliğine katlanmayı, trafik canavarına dayanmayı, tıkıştırarak döşediğimizi zannettiğimiz apartman dairelerinde oturmayı, tıkış tıkış otobüslere binmeyi öğrendik...

ESKİDEN...

Ne güzel insanlar vardı eskiden.
Çocukluğumuzu kaplamışlardı.
Bize masal anlatırlardı
Cinlerden, perilerden.
Büyük anneler, büyük babalar vardı.
O zaman hepsi uzaktı ölümden.
Hem sevdirir hem korkuturlardı.
Acı hikâyeleri bile tatlı başlardı.
Demek bunun için gittiler hikâyelerden.
Ne güzel insanlar vardı eskiden.

ÖZDEMİR ASAF