whatsapp

Cemal Kaşıkçı Olayı Türkiye-ABD-Arabistan İlişkileri

SİVİL TOPLUM 17.10.2018 - 15:36, Güncelleme: 09.09.2021 - 14:46
 

Cemal Kaşıkçı Olayı Türkiye-ABD-Arabistan İlişkileri

Suudi gazeteci ve danışman Cemal Kaşıkçı (Jamal Khashoggi), geçtiğimiz günlerde İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'na girmiş ve sonra da kendisinden haber alınamamıştı. Cinayet şüphesi gün geçtikçe artarken, bu olayın uzun vadeli siyasi etkilerinin olmasına da kesin gözüyle bakılıyor tabi. Kaşıkçı olayı belki Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand cinayeti/suikastı gibi yeni bir dünya savaşına yol açmayacak ama uzun yıllar etkisi hissedilecek bir takım sonuçlar doğuracağını söylemek mümkün. Üstelik bu olayda sözü edilen ya da masaya oturan tarafların inatçı ve dediğim dedik anlayışları, süreci çok daha kırılgan ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Masanın bir tarafında ABD’nin haşarı başkanı Trump’ın, diğer tarafında monarşinin şımarık Suudi prens Salman’ın olduğu bir masada sonuçların nereye gidebileceğini kestirmek zor. Üstelik bu masada oturan veya oturmak isteyen Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail ve Türkiye gibi unsurların da olduğunu göz önüne alındığında süreç çok daha karmaşık bir hale geliyor. Türkiye Suudi Arabistan çekişmesi Ne yazık ki bu olayın doğrudan taraflarından birisi de ülkemiz. Çünkü olay ülkemiz toprakları üzerinden cereyan etmiş ve ülkemizin yabancı diplomatlar için güvenilir bir yer olduğu algısını çok ciddi şekilde sarsmıştır. Bu nedenle sürecin bizim tarafımızdan çok daha incelikli ve ustaca ele alınması çok önemli. Zira şu an için Suudi Arabistan; sahip olduğu para ve petrol kaynağı ve bunun bir sonucu olarak arkasına aldığı ABD ve İsrail’in de destekleriyle, Arap coğrafyası üzerinde önemli bir etkiye sahip ve bunu Erdoğan ile paylaşmaya hiç de hevesli değil. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki bu “çatışmanın bir tezahürü de “ılımlı İslam” -ki bunun Suudi Arabistan’daki yansıması olarak Müslüman kardeşler ya da nam-ı diğer ihvan- ile vah abi mülkiyetçilik çatışmasıdır. Dahası son yıllarda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında açıkça cereyan eden bir siyasal ve ekonomik çatışma mevcut. Hepiniz hatırlayacaksınız; Suudiler katar ile ilişkilerini kestiklerinde, bu para ve petrol zengini ülkeyi Suudilere karşı desteklemek için Türkiye askeri birlik göndermişti. Erdoğan böylece hem o dönemde yaşanan ekonomik dar boğazın etkisini hafifletmek için ihtiyaç duyduğu sıcak paraya kavuşmuştu ve hem de bu hareketiyle Arap coğrafyasında Suudilere karşı güç gösterisi yaparak etkisini arttırmıştı. Elbette Suudilerin düşmanlığını da beslemişti. Ki Suudiler de Erdoğan’ın bu hamlesini karşılıksız bırakmamış, Türkiye sınırında konuşlu Kürt güçlerine 100 milyon dolayında para desteğinde ve silah desteğinde bulunmuştu. Burada borunsan olayını da anmadan geçmemek lazım. Malum, Erdoğan’ın suudilere karşı kaşıkçı olayında elini güçlendirebilmek için ABD desteğine ihtiyacı vardı. Bunu sağlamak adına da Buenos’un bırakılması iyi bir “jest” olacaktı. Zaten ABD tarafından bu konuya ilişkin yapılan baskılara dayanmak da güçleşmişti.  Kaşıkçı olayı Kaşıkçı olayının bizzat veya tek başına Suudi veliaht prens Muhammed bin salman tarafından organize edildiğini söylemek benim için zor. Zira daha önce de yazmıştım, eski bir Suudi istihbarat ajanı olması yüksek ihtimal olan kaşıkçının ABD için de çalışan yani ikili bir ajan olduğunu düşünmek için bolca veri var elimizde. ABD’nin Afganistan’da Suudilerin desteği ile ürettikleri el kaide lideri ile görüşmesi, bin Ladin’in ölümünün ardından üzüntülerini ifade etmesi, Suudi Arabistan adına uluslararası siyasal toplantılara temsilci olarak gönderilmesi, Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Suriye’de cihatçılar eliyle yürüttükleri savaşta koordinasyon işini yürütmesi vb. bir dizi veri bunu işaret etmektedir. Hal böyle olunca, evrak işlemleri için öncelikle ABD’deki Suudi konsolosluğuna giden kaşıkçının buradan Türkiye’deki/İstanbul’daki konsolosluğa yönlendirilmesinden ABD istihbaratının haberinin olmadığını söylemek çok zor. Burada şu soruyu sormak lazım: eğer ABD istihbaratının haberi var idiyse, neden buna izin verildi? Sanırım bu soruyla birlikte şu soruyu da cevaplamak lazım: Suudi Arabistan’ın ABD’deki konsolosluğu neden kaşıkçıyı öldürmek ya da tutuklamak için İstanbul’daki konsolosluğa gönderdi? İşte tam bu noktada ben bu sürecin ABD’nin ustaca bir taktik, istihbarı hamlesi olduğu kanısındayım. ABD; kaşıkçının İstanbul’a gelmesine yeşil ışık yaktı, böylece onu koruyamama sorumluluğunu üzerinden atmış, kendi ülkesinde böyle bir olayın gelişmesinin yaratacağı güven yitiminin önüne geçmiş oluyordu. Kaşıkçı tam da bu nedenle, yani ABD’ye güvendiği için İstanbul’daki konsolosluğa gitmekte bir beis görmemişti. ABD ise kaşıkçı üzerinden Suudi Arabistan’a yeni taleplerini kabul ettirme ve bölgede yeni bir düzenlemenin ön adımlarını atma amacı güdüyordu.  Tek ABD hatalı algısı Dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi Amerika’da da yekpare bir iktidardan söz etmemiz mümkün değil. Trump dönemiyle birlikte bunu çok sık, açık açık görüyoruz. Hal böyle iken, Sudi Arabistan’a yönelik yaklaşımda da iki farklı yönelim olduğunu söylememiz mümkün. Örneğin Trump; Ortadoğu politikasını Suudilerle ilişkiler üzerine kurdu ve salman ile iyi ilişkilere sahip. Bu nedenle de Salman’ın üzerine çılgınca gitmesini beklemek pek doğru olmayacaktır. Ancak öte yandan ABD’deki diğer etkin güçler Trump’ı, Sudi Arabistan konusunda yönelim değişikliğine zorlamak istiyor. Bu nedenle kaşıkçı olayını da etkin olarak kullanıyorlar. Dikkat ederseniz Trump’ın kaşıkçı olayına ilişkin açıklamaları da oldukça inişli çıkışlı. Bir yandan Suudilere silah satışını durdurmayacağını, Suudilerin önemli bir ekonomik ortak olduğunu söylerken öte yandan “eğer kaşıkçı olayında anlatılanlar doğru ise, Suudiler bunun karşılığını çok ciddi şekilde öderler” diyor. Trump’ın iç siyaset ve uluslararası siyasetin beklentilerini de göz önünde bulundurarak bir çıkış yolu bulması gerekiyor. Kaşıkçının Washington dc’de bolca dostu var. Ana akım gazeteciler onu kendilerinden biri olarak görüyorlar. neo-liberaller kadar yeni-muhafazakârlar da rejim değişikliği ve Arap baharı desteğinden ve Sudi Arabistan karşıtı çabalarından hoşlanmışlardı. ABD Kongresi’ndeki pek çok kişi, kaşıkçıyı şahsen tanır. Bu kesimler Trump üzerinde ciddi bir baskı oluşturarak onu önümüzdeki seçimde zora sokma amacıyla hareket etmeyi çıkarlarına uygun görüyorlar. Dahası böylece bir taşla birden fazla kuş vurarak Sudi politikalarının da zemin taşlarını döşemiş olacaklar. Bu doğrultuda adımlarını çoktan atmış durumdalar. Örneğin Riyad’da düzenlenen ve bölgenin Davos’u olarak bilinen geleneksel foruma bu yıl birçok küresel firma katılmama kararı aldı. Fakat bütün bu baskılara karşın Trump’ın, Sudi Arabistan’ı ve Salman’ı cezalandırması çok da basit değil. Zira ABD’nin ve İsrail’in Ortadoğu politikalarının baş finansörü Sudi Arabistan. Örneğin Suriye işgalininim giderleri bu ülkenin akıttığı paralarla mümkün. Yine İran ve Rusya’nın petrol üzerinden -petrol fiyatları düşürülmek suretiyle- dizginlenmesinde de Suudilerin büyük payı var. ABD ekonomisinin büyümesinde, Suudilerin akıttıkları paraların payı ise görmezden gelinecek gibi değil. Böylesi bir kıskaçta olan Trump’ın nasıl bir çözüm bulacağı henüz soru işareti. Ancak kanımca, kısa vadede bu olayın Salman’ın direktifleri dışında hareket eden unsurlar tarafından yapıldığı öne sürülecek. AKP genel başkan danışmanı ve yazar Yasin Aktay’ın bir Sudi kanalında; “Sudi Arabistan’ı suçlamak için erken. Türkiye’de de bu tür cinayetler oldu ve bunları derin devlet yaptı” diyerek az evvel söylediğim çözümü işaret etmişti. Zaten CNN gibi uluslararası kuruluşlar da dün benzer haberler geçerek, Salman’ın cinayeti kabul edeceğini ancak bunun sorguda kazara olduğunu, bunun kendisinden bağımsız yapıldığını kabul edeceğini iddia ettiler. Türkiye ile ortak komisyon kurulması, olayın haftalardır pazarlık konusu yapılarak aydınlatılmamasının ardında da bu hadise var. Her ne şekilde olursa olsun, bu olaylar neticesinde Suudiler ABD başta olmak üzere bir dizi devlete ciddi ödemeler yapmak durumunda kalacaklardır Trump boşuna, “ey kral, bize ödeme yapmak zorundasın çünkü biz olmazsak o tahtta iki gün bile oturamazsın” demiyordu. Elbette Suudiler, olası bir yaptırıma karşı diş göstermekten uzak durmuyorlar. Bu diş göstermenin ilk adımını, petrol fiyatlarını yükseltme tehdidi ile yaptılar. Bunu Rusya ile görüşmeler, İran ile yakınlaşma mesajları, petrol ticaretinde farklı bir para biriminin kullanılabileceğine yönelik imalar izledi. Suudiler kolay lokma olmadıklarını bu tür hamlelerle göstermeye devam edecekler. Ancak ABD seçimlerini tump karşıtlarının kazanması halinde Salman’a yolun sonunun görüneceğini söylemek mümkün. Dahası tump üzerindeki ulusal ve uluslararası baskının artması halinde bu bizzat tump tarafından dahi yapılabilir. Zira emperyalist ülkelerin uzun süreli dostlukları yoktur, uzun süreli çıkarları vardır. nickolantesla

Suudi gazeteci ve danışman Cemal Kaşıkçı (Jamal Khashoggi), geçtiğimiz günlerde İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'na girmiş ve sonra da kendisinden haber alınamamıştı.

Cinayet şüphesi gün geçtikçe artarken, bu olayın uzun vadeli siyasi etkilerinin olmasına da kesin gözüyle bakılıyor tabi.

Kaşıkçı olayı belki Macaristan veliaht prensi Franz Ferdinand cinayeti/suikastı gibi yeni bir dünya savaşına yol açmayacak ama uzun yıllar etkisi hissedilecek bir takım sonuçlar doğuracağını söylemek mümkün. Üstelik bu olayda sözü edilen ya da masaya oturan tarafların inatçı ve dediğim dedik anlayışları, süreci çok daha kırılgan ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Masanın bir tarafında ABD’nin haşarı başkanı Trump’ın, diğer tarafında monarşinin şımarık Suudi prens Salman’ın olduğu bir masada sonuçların nereye gidebileceğini kestirmek zor. Üstelik bu masada oturan veya oturmak isteyen Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail ve Türkiye gibi unsurların da olduğunu göz önüne alındığında süreç çok daha karmaşık bir hale geliyor.
Türkiye Suudi Arabistan çekişmesi

Ne yazık ki bu olayın doğrudan taraflarından birisi de ülkemiz. Çünkü olay ülkemiz toprakları üzerinden cereyan etmiş ve ülkemizin yabancı diplomatlar için güvenilir bir yer olduğu algısını çok ciddi şekilde sarsmıştır. Bu nedenle sürecin bizim tarafımızdan çok daha incelikli ve ustaca ele alınması çok önemli. Zira şu an için Suudi Arabistan; sahip olduğu para ve petrol kaynağı ve bunun bir sonucu olarak arkasına aldığı ABD ve İsrail’in de destekleriyle, Arap coğrafyası üzerinde önemli bir etkiye sahip ve bunu Erdoğan ile paylaşmaya hiç de hevesli değil.

Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki bu “çatışmanın bir tezahürü de “ılımlı İslam” -ki bunun Suudi Arabistan’daki yansıması olarak Müslüman kardeşler ya da nam-ı diğer ihvan- ile vah abi mülkiyetçilik çatışmasıdır.

Dahası son yıllarda Türkiye ile Suudi Arabistan arasında açıkça cereyan eden bir siyasal ve ekonomik çatışma mevcut. Hepiniz hatırlayacaksınız; Suudiler katar ile ilişkilerini kestiklerinde, bu para ve petrol zengini ülkeyi Suudilere karşı desteklemek için Türkiye askeri birlik göndermişti. Erdoğan böylece hem o dönemde yaşanan ekonomik dar boğazın etkisini hafifletmek için ihtiyaç duyduğu sıcak paraya kavuşmuştu ve hem de bu hareketiyle Arap coğrafyasında Suudilere karşı güç gösterisi yaparak etkisini arttırmıştı. Elbette Suudilerin düşmanlığını da beslemişti. Ki Suudiler de Erdoğan’ın bu hamlesini karşılıksız bırakmamış, Türkiye sınırında konuşlu Kürt güçlerine 100 milyon dolayında para desteğinde ve silah desteğinde bulunmuştu.

Burada borunsan olayını da anmadan geçmemek lazım. Malum, Erdoğan’ın suudilere karşı kaşıkçı olayında elini güçlendirebilmek için ABD desteğine ihtiyacı vardı. Bunu sağlamak adına da Buenos’un bırakılması iyi bir “jest” olacaktı. Zaten ABD tarafından bu konuya ilişkin yapılan baskılara dayanmak da güçleşmişti. 
Kaşıkçı olayı

Kaşıkçı olayının bizzat veya tek başına Suudi veliaht prens Muhammed bin salman tarafından organize edildiğini söylemek benim için zor. Zira daha önce de yazmıştım, eski bir Suudi istihbarat ajanı olması yüksek ihtimal olan kaşıkçının ABD için de çalışan yani ikili bir ajan olduğunu düşünmek için bolca veri var elimizde. ABD’nin Afganistan’da Suudilerin desteği ile ürettikleri el kaide lideri ile görüşmesi, bin Ladin’in ölümünün ardından üzüntülerini ifade etmesi, Suudi Arabistan adına uluslararası siyasal toplantılara temsilci olarak gönderilmesi, Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Suriye’de cihatçılar eliyle yürüttükleri savaşta koordinasyon işini yürütmesi vb. bir dizi veri bunu işaret etmektedir. Hal böyle olunca, evrak işlemleri için öncelikle ABD’deki Suudi konsolosluğuna giden kaşıkçının buradan Türkiye’deki/İstanbul’daki konsolosluğa yönlendirilmesinden ABD istihbaratının haberinin olmadığını söylemek çok zor. Burada şu soruyu sormak lazım: eğer ABD istihbaratının haberi var idiyse, neden buna izin verildi? Sanırım bu soruyla birlikte şu soruyu da cevaplamak lazım: Suudi Arabistan’ın ABD’deki konsolosluğu neden kaşıkçıyı öldürmek ya da tutuklamak için İstanbul’daki konsolosluğa gönderdi?

İşte tam bu noktada ben bu sürecin ABD’nin ustaca bir taktik, istihbarı hamlesi olduğu kanısındayım. ABD; kaşıkçının İstanbul’a gelmesine yeşil ışık yaktı, böylece onu koruyamama sorumluluğunu üzerinden atmış, kendi ülkesinde böyle bir olayın gelişmesinin yaratacağı güven yitiminin önüne geçmiş oluyordu. Kaşıkçı tam da bu nedenle, yani ABD’ye güvendiği için İstanbul’daki konsolosluğa gitmekte bir beis görmemişti. ABD ise kaşıkçı üzerinden Suudi Arabistan’a yeni taleplerini kabul ettirme ve bölgede yeni bir düzenlemenin ön adımlarını atma amacı güdüyordu. 

Tek ABD hatalı algısı

Dünyanın hemen her ülkesinde olduğu gibi Amerika’da da yekpare bir iktidardan söz etmemiz mümkün değil. Trump dönemiyle birlikte bunu çok sık, açık açık görüyoruz. Hal böyle iken, Sudi Arabistan’a yönelik yaklaşımda da iki farklı yönelim olduğunu söylememiz mümkün.

Örneğin Trump; Ortadoğu politikasını Suudilerle ilişkiler üzerine kurdu ve salman ile iyi ilişkilere sahip. Bu nedenle de Salman’ın üzerine çılgınca gitmesini beklemek pek doğru olmayacaktır. Ancak öte yandan ABD’deki diğer etkin güçler Trump’ı, Sudi Arabistan konusunda yönelim değişikliğine zorlamak istiyor. Bu nedenle kaşıkçı olayını da etkin olarak kullanıyorlar. Dikkat ederseniz Trump’ın kaşıkçı olayına ilişkin açıklamaları da oldukça inişli çıkışlı. Bir yandan Suudilere silah satışını durdurmayacağını, Suudilerin önemli bir ekonomik ortak olduğunu söylerken öte yandan “eğer kaşıkçı olayında anlatılanlar doğru ise, Suudiler bunun karşılığını çok ciddi şekilde öderler” diyor. Trump’ın iç siyaset ve uluslararası siyasetin beklentilerini de göz önünde bulundurarak bir çıkış yolu bulması gerekiyor.

Kaşıkçının Washington dc’de bolca dostu var. Ana akım gazeteciler onu kendilerinden biri olarak görüyorlar. neo-liberaller kadar yeni-muhafazakârlar da rejim değişikliği ve Arap baharı desteğinden ve Sudi Arabistan karşıtı çabalarından hoşlanmışlardı. ABD Kongresi’ndeki pek çok kişi, kaşıkçıyı şahsen tanır. Bu kesimler Trump üzerinde ciddi bir baskı oluşturarak onu önümüzdeki seçimde zora sokma amacıyla hareket etmeyi çıkarlarına uygun görüyorlar. Dahası böylece bir taşla birden fazla kuş vurarak Sudi politikalarının da zemin taşlarını döşemiş olacaklar. Bu doğrultuda adımlarını çoktan atmış durumdalar. Örneğin Riyad’da düzenlenen ve bölgenin Davos’u olarak bilinen geleneksel foruma bu yıl birçok küresel firma katılmama kararı aldı.

Fakat bütün bu baskılara karşın Trump’ın, Sudi Arabistan’ı ve Salman’ı cezalandırması çok da basit değil. Zira ABD’nin ve İsrail’in Ortadoğu politikalarının baş finansörü Sudi Arabistan. Örneğin Suriye işgalininim giderleri bu ülkenin akıttığı paralarla mümkün. Yine İran ve Rusya’nın petrol üzerinden -petrol fiyatları düşürülmek suretiyle- dizginlenmesinde de Suudilerin büyük payı var. ABD ekonomisinin büyümesinde, Suudilerin akıttıkları paraların payı ise görmezden gelinecek gibi değil.

Böylesi bir kıskaçta olan Trump’ın nasıl bir çözüm bulacağı henüz soru işareti. Ancak kanımca, kısa vadede bu olayın Salman’ın direktifleri dışında hareket eden unsurlar tarafından yapıldığı öne sürülecek. AKP genel başkan danışmanı ve yazar Yasin Aktay’ın bir Sudi kanalında; “Sudi Arabistan’ı suçlamak için erken. Türkiye’de de bu tür cinayetler oldu ve bunları derin devlet yaptı” diyerek az evvel söylediğim çözümü işaret etmişti. Zaten CNN gibi uluslararası kuruluşlar da dün benzer haberler geçerek, Salman’ın cinayeti kabul edeceğini ancak bunun sorguda kazara olduğunu, bunun kendisinden bağımsız yapıldığını kabul edeceğini iddia ettiler. Türkiye ile ortak komisyon kurulması, olayın haftalardır pazarlık konusu yapılarak aydınlatılmamasının ardında da bu hadise var.
Her ne şekilde olursa olsun, bu olaylar neticesinde Suudiler ABD başta olmak üzere bir dizi devlete ciddi ödemeler yapmak durumunda kalacaklardır

Trump boşuna, “ey kral, bize ödeme yapmak zorundasın çünkü biz olmazsak o tahtta iki gün bile oturamazsın” demiyordu. Elbette Suudiler, olası bir yaptırıma karşı diş göstermekten uzak durmuyorlar. Bu diş göstermenin ilk adımını, petrol fiyatlarını yükseltme tehdidi ile yaptılar. Bunu Rusya ile görüşmeler, İran ile yakınlaşma mesajları, petrol ticaretinde farklı bir para biriminin kullanılabileceğine yönelik imalar izledi. Suudiler kolay lokma olmadıklarını bu tür hamlelerle göstermeye devam edecekler. Ancak ABD seçimlerini tump karşıtlarının kazanması halinde Salman’a yolun sonunun görüneceğini söylemek mümkün. Dahası tump üzerindeki ulusal ve uluslararası baskının artması halinde bu bizzat tump tarafından dahi yapılabilir.

Zira emperyalist ülkelerin uzun süreli dostlukları yoktur, uzun süreli çıkarları vardır.

nickolantesla

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve seydisehirgundem.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.